23 Aralık 2024 itibariyle Covid-19 ile mücadelede aşılanan sayısı kişiye ulaştı.

1xbetbetpasmariobet
escort konya
a
en iyi rulet siteleri

101 YIL ÖNCE MİLLİ EGEMENLİĞE GİDEN YOLDA NELER YAŞANDI?

Tam 101 yıl önce TBMM’nin açıldığı günü coşkuyla ve minnetle kutluyoruz bugün. O zamanın koşullarında bize bu günlerimizi armağan ve emanet eden Mustafa Kemal Atatürk ve dava arkadaşlarını saygıyla anıyoruz.

Peki Atatürk TBMM’nin açılış gününün aynı zamanda bayram olarak kutlanmasını neden istedi? TBMM kurulurken milletvekilleri ne gibi zorluklar yaşadı? Mebuslar bir yandan savaş varken diğer yandan Ankara’ya ulaşmayı nasıl başardı? Atatürk’ün yaptıklarına çevresindekiler neden şaşırıyordu?

Uludağ Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Behçet Kemal Yeşilbursa’nın kaleminden okuyalım…

“Bence meclis nazariye değil, hakikattir. Hakikatlerin en büyüğüdür.”
“Ben kerameti, meclisten bekleyenlerdenim.”

Gazi Mustafa Kemal Atatürk

Milli Bayram Nedir?

Her millet, tarihi süreçte geçirdiği iyi ve kötü olayları, gelecek nesillere aktararak, onların bu olaylardan ders almalarını sağlamak ister. Bu durum, milletlerin geleceklerini güvence altına almak düşüncesiyle yakından ilgilidir. Çünkü böylelikle yeni nesiller, ileride bu tür olaylarla karşılaştıkları zaman, bu olaylara bakarak yapmaları gereken işler hakkında fikir sahibi olabileceklerdir. Bu düşüncenin eseri olarak, Milli Mücadele’yi gerçekleştirerek, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranlar da, Milli Mücadele’nin hangi şartlarda kazanıldığı ve cumhuriyetin nasıl kurulduğu hadisesinin bütün millet ve yetişecek yeni nesiller tarafından bilinmesini ve ona göre sahip çıkılmasını istiyorlardı. Bunu da, Milli Mücadele içerisinde önemli olayların yaşandığı günleri, birer Milli Bayram olarak kabul etmek ve kutlamak şeklinde yaparak, ilelebet yaşatmak düşüncesinde idiler. Bu amaçla, daha 23 Nisan 1921’de TBMM’ne verilen bir önerge ile 23 Nisan gününün Türk Milleti’nin bağımsızlığını elde ettiği gün olarak resmi bayram kabul edilmesi ve kutlanması istenmişti. Aynı gün kabul edilen bu önerge ile daha o tarihte 23 Nisan, Milli Bayram olarak kabul edilmiş ve kutlanmıştır. Bu yıl TBMM’nin açılışının, yani millet egemenliğinin, 101. yıldönümünü kutluyoruz. Milletimize kutlu olsun.

Atatürk’ün Milli Egemenlik Hakkındaki Düşünceleri

Atatürk, Milli Mücadelenin başlangıcından, kendisinin hayata veda ettiği ana kadar, her fırsatta Milli Egemenliği Türk toplumuna benimsetmeye çalışmış, her zaman kişisel yönetimin sakıncalarıyla Milli Egemenliğin üstünlüklerini çarpıcı şekilde karşılaştırmıştır. Çağdaş bir topluma ve çağdaş bir devlete yakışan yönetim şekli, ancak Milli Egemenliğe dayanan sistemdir. Dolayısıyla Atatürk’e göre Milli Egemenlik, sadece Saltanatın değil, eski veya yeni bütün kişisel yönetim biçimlerinin karşıtıdır.

Atatürk’e göre,
Türkiye devletinde ve Türkiye devletini kuran Türkiye halkında tacidar (taç sahibi) yoktur, diktatör yoktur. Tacidar (taç sahibi) yoktur ve olmayacaktır. Çünkü olamaz… Bütün cihan bilmelidir ki, artık bu devletin ve bu milletin başında hiçbir kuvvet yoktur, hiçbir makam yoktur. Yalnız bir kuvvet vardır. O da Milli Egemenliktir. Yalnız bir makam vardır. O da milletin kalbi, vicdanı ve varlığıdır.

Yine Atatürk’e göre, “toplumda en yüksek hürriyetin, en yüksek eşitlik ve adaletin istikrarının ve korunmasının sağlanması, ancak ve ancak tam ve kesin manasıyla Milli Egemenliğin gerçekleşmiş bulunmasına bağlıdır. Dolayısıyla hürriyetin de, eşitliğin de, adaletin de dayanak noktası Milli Egemenliktir.”

Bu nedenle Atatürk Milli Egemenliği, devletimizin ebed-i müddet olması, ülkemizin kuvvetlenmesi, milletimizin refah ve mutluluğu ile hayatımız, namusumuz, şerefimiz, istikbalimiz, bütün mukaddesatımız ve nihayet her şeyimiz için mutlaka en kıskanç hislerimizle, açık teyakkuz ve intibahlarımızla ve bütün kuvvetimizle muhafaza ve müdafaa etmemiz gereken bir değer olarak görmüştür.

Meclisin açılışından önceki devrede hemen her tarafta beliren isyanlar ve işgaller herkesi ürkütürken, Atatürk’ün Ankara’da sükûnetle ve telgraf başında bambaşka işlerle uğraşması çevresindekileri şaşırtıyordu. Ona “cepheye git”, yahut “ordu kur, orduyla uğraş” gibi telkinler yapılmıştır. Fakat onun cevapları daima beklenmedik şekildedir. Mesela, şu cümleler O’nundur;

Önce meclis, sonra ordu. Ordu demek, yüz binlerce insan, milyonlarca servet zaman demektir. Buna iki üç şahıs karar veremez. Ben erameti, meclisten bekleyenlerdenim. Bir devre yetiştik ki onda, her şey meşru olmalıdır. Millet işlerinde meşruiyet, ancak milli kararlara istinad etmekle, milletin umumi meyillerine tercüman olmakla hâsıl olur. Hiç korkmayalım, o esaret ve zillete razı olmaz. İş onu bir araya toplamakta… İşte şimdi ben bu yoldayım. Bu yolun çok sağlam bir yol olduğuna inanıyorum. Bence meclis nazariye değil, hakikattir. Hakikatlerin en büyüğüdür. Orduyu yapacak olan millet, fakat millete niyabeten de (vekil olarak ta) meclistir.”

Ve Açılış: 23 Nisan 1920 TBMM Açılışı
İstanbul’un işgaliyle birlikte Osmanlı Devletinin tamamen etkisiz kaldığını ve milletin içinde bulunduğu kötü duruma bir çare bulmasının artık mümkün olmadığını gören Atatürk, milletin kurtuluşunu yine milletin kendisinin sağlayacağı düşüncesiyle ve Milli Egemenlik ilkesinin tam anlamıyla gerçekleştirilmesini sağlamak amacıyla, 19 Mart 1920’de bütün valiliklere, mutasarrıflıklara ve komutanlıklara bir genelge göndererek, Ankara’da “olağanüstü yetkilere sahip” yeni bir meclisin toplanmasını istedi. Bu genelgede yer alan hükümlere uygun olarak yapılan seçimler sonucunda belirlenen milletvekillerinin yanında, İstanbul’dan Ankara’ya gelmeyi başaran milletvekillerinin de katılmasıyla, yeni meclis 23 Nisan 1920’de Ankara’da açıldı.

Eşi Görülmemiş Bir Fedakârlık: İlk TBMM ve Özellikleri

İlk TBMM Türk Milletinin tarihteki mevkiine paralel yüksek seviyeli bir meclisti. Devletin oluşturduğu değil, devleti oluşturan bir meclisti!

İlk TBMM’nin özelliklerini şu şekilde sıralayabiliriz:
1) Meclis her şeyden önce milli bir meclistir,

2) İdealist ve demokratik bir meclisti,

3) Olağanüstü hal meclisiydi; 4) Meclisin temeli ve bekası fedakârlık esasına dayanıyordu ve 5) Kahraman bir meclisti.

Meclis üyeleri tamamıyla Türklerden oluşmaktaydı. I. Meşrutiyet Meclisinde bulunan 130 üyenin 50’si gayr-i müslimdi. Meclisteki Müslüman olmayan üyeler, buradaki konumlarını kullanarak bir takım ayrılıkçı emellerini gerçekleştirme yolunda hareket etmişlerdir. II. Meşrutiyet Meclisinde de durum pek farklı sayılmazdı. II. Abdülhamid Meclisi o dönemde feshetmekle memleketin Meclis vasıtasıyla parçalanmasına engel olmuştur. Açılan yeni Meclis ise kendine ilk isim olarak “Meclis-i Kebir-i Milli” adını yakıştıran ve bu ruhu taşıyan kişilerden oluşmuştur.

Çok zor şartlar altında fakat demokratik yapılan bir seçim sonucunda tesis edilmişti. Halkın sosyal yapısı göz önünde bulundurulursa hemen hemen her kesimden, her tabakadan üye mevcuttu. Çarıklı köylüsü, sarıklı hocası, kalpaklı ve Avrupai kılıklı aydını ile tam bir kucaklaşmanın ve kaynaşmanın görüldüğü, herkesin kendi görüşünü “İstiklal-i tam ve İstihlas-ı Vatan” için hür olarak konuştuğu, seviyeli, seciyeli bir meclis idi.

İlk TBMM’nin yapısına bakacak olursak, tam üye sayısı 390 kişidir. Bunlardan 115 Memur, 61 Hoca, 51 Subay, 46 Çiftçi, 36 Tüccar, 29 Avukat, 15 Doktor, 10 Aşiret reisi, 8 Tarikat şeyhi, 6 Gazeteci, 2 Mühendis, 11 Kişi ise Öğretmen ve diğer mesleklerden idiler. İlk mecliste, bürokratların oranı %43, serbest meslek mensuplarını %20, tarım ve ticaret kesiminin oranı %19, din adamlarının oranı ise %17 idi. Her türlü inanç ve görüşü bünyesinde barındıran bir milli koalisyon görünümünde idi. Tek programları vardı. O da “Misak-ı Milli” denilen müşterek dava, memleketin esarete düşmemesi ve istiklalin kurtarılmasıydı. Bu davada herkes birleşiyordu. Ama bu programın uygulama şekilleri ve safhaları adım adım geliştikçe, memleket meselelerine çareler aranmaya başlanınca tabii olarak farklı görüşler ister istemez kendini gösterdi.

Sekiz ay maaş almayan vekiller

Meclis üyelerinin her biri, eşi görülmemiş bir fedakârlık örneği göstermiştir. Zira onlar fakru zaruret içerisinde var olmaya çalışan bir milletin temsilcileriydiler ve bunun idrakindeydiler. Milletvekilleri Ankara’ya bin bir güçlükle gelebilmişlerdi. Batum mebusu Ahmet Fevzi Erdem, Şavşat halkının topladığı 75 lira ile yola çıkmış Samsun’a 8 günde gelmiş, buradan 4 milletvekili ile bir at arabası kiralayıp yola devam edebilmişti. Ankara’ya geldiğinde ise Meclisin açılışının üçüncü günü olmuştu. Milletvekillerinin büyük bir bölümü Ankara’ya atlarıyla gelmişti. Çoğunun yatacak bir yeri dahi yoktu. Bir kısmı istasyon yolundaki çayırlıkta günlerce sabahlamıştı. Bir yandan sivrisinek, bir yandan yokluk dolayısıyla çoğu sıtmaya yakalanıp yatağa düşmüştü. Meclis, gaz lambası ışığında, saç soba ısınmasında ve ortaokulun tahta öğrenci sıralarında oturan, gazyağı tenekelerinden kurulu masalarda çalışan komisyonlar ile işliyordu. Meclis başkanının kullandığı tek otomobilden başka motorlu araç yoktu. Sekiz ay maaşsız çalışan milletvekilleri bir yıl sonra 100 lira olan maaşlarının %20’sini bütçe açığını kapamak için yine devlete vermişlerdi.

Sakarya Savaşı sırasında top seslerinin Ankara’dan duyulması üzerine Meclisin taşınma fikri ortaya atılınca Erzurum Mebusu Mustafa Durak Bey’in aşağıdaki sözleri, meclisin heyecan ve ruhunu yansıtması açısından oldukça dikkate değerdir:

Ordu şehir bekçisi değil, ordu istiklal bekçisidir. Nerede canı isterse orada harbini yapar. Meclis buradan gitmemelidir… Aileleri serbest bırakalım, yalnız biz bugün burada öleceğiz tam o gün gelmiştir. TBMM Azaları birer tüfek alsınlar oturduğumuz yerde top patlayıncaya kadar kalsınlar… Buraya kanımızı canımızı feda etmek için geldik… Millete heyecan vermeyelim. Ölürsek ölürüz. Yedi senenin içinde milyonlarca insan telef ettik, biz o milyonlarca insandan daha büyük değiliz. Biz de feda olalım.”

Ve Sonuç

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılmasıyla, Türkiye’de Milli Egemenlik ilkesi resmen ve de fiilen gerçekleştirilmiştir. Böylece millet kendi geleceğini kendisi belirleme imkânına kavuşmuştur. Bunda da en büyük pay, hiç şüphesiz Atatürk’e aittir.

Atatürk, TBMM’ni açarak en büyük ideallerinden birisi olan, Türkiye’de Milli Egemenlik ilkesini devletin temel unsurlarından birisi haline getirirken, “Hâkimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir” ifadesiyle de, hükümranlık hakkını ve otoritesini sadece TBMM’ne vermiştir. O, böylece bu konuda milleti tam yetkili kılarken, aynı zamanda diktatörlüğe karşı da bütün kapıları kapatmıştır.

Atatürk, Meclisin, Milli Egemenlik ilkesi gereği, milletin kaderine nasıl hâkim olması gerektiğini de, yine mecliste, Saltanatın kaldırılmasıyla ilgili görüşmeler sırasında yaptığı bir konuşmada şu sözlerle ifade etmiştir; “...Millet, mukadderatını doğrudan doğruya eline aldı ve milli saltanat ve hâkimiyetini bir şahısta değil, bütün fertleri tarafından seçilmiş vekillerden oluşan bir Meclis-i Ali’de (Yüce Mecliste) temsil etti. İşte o meclis, Meclis-i Alinizdir (Yüce Meclisinizdir); Türkiye Büyük Millet Meclisidir. Milletin saltanat ve hâkimiyet makamı yalnız ve ancak Türkiye Büyük Millet Meclisidir.”

TBMM’de, Atatürk’ün idealinin gerçekleştirilmesi hususunda üzerine aldığı sorumluluğunun gereğini bugüne kadar en iyi şekilde yerine getirmiştir.

Milli Egemenlik ilkesi, Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temel unsurlarından birisi haline gelmiştir. Nitekim bu ilke, 1924, 1961 ve 1982 tarihli daha sonraki Anayasaların da temelini oluşturmuştur. Ayrıca bu ilke, devlet yönetiminde en üstün gücün millete ait olduğunu ortaya koyması sebebiyle, Cumhuriyetçilik ilkesini bütünler.

Sonuç olarak, “Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir!”

Pof. Dr. Behçet Kemal Yeşilbursa /Uludağ Üniversitesi Tarih Bölümü

YORUMLAR

s

En az 10 karakter gerekli

Sıradaki haber:

İklim Zirvesi başladı

HIZLI YORUM YAP