06 Kasım 2024 itibariyle Covid-19 ile mücadelede aşılanan sayısı kişiye ulaştı.
Malumunuz olduğu üzere Osmanlı Devleti’nin ilk başkenti, Ulu Şehir, Yeşil Bursa’mız 8 Temmuz 1920’de Yunan kuvvetleri tarafından işgal edilmiştir. Yunanlıların Osman Gazi türbesine hakarette bulunmaları Bursalıları ve Türk milletini derinden üzmüştür. Öyle ki, Meclis’te duygu dolu anlar yaşanmış ve Meclis kürsüsüne 10 Temmuz 1920’de siyah örtü (Puşide-i Siyah) örtülmüştür. Türk Ordusu, işgalden 2 yıl, 2 ay, 2 gün sonra 11 Eylül 1922’de Bursa’yı Yunan işgalinden kurtarmış ve Bursa’nın işgali üzerine Meclis kürsüsü üzerine örtülen siyah örtü de kaldırılmıştır.
Büyük Zafer’den sonra Yunan ordusunun var gücüyle İzmir’e doğru kaçışı sırasında içinden veya yakınından geçtiği hemen her yeri ateşe vermekte oluşu, Bursa’nın da böyle bir felaketle karşılaşması olasılığını gündeme getirmiş bulunuyordu. Bursa, yakılıp yıkılmaktan kurtarılmalıydı, ama nasıl? Bursa’nın Yunan barbarlığının yıkım ve kıyımından kurtarılabilmesi için özel veya resmi kişi veya kurumlarla, İtilaf (Anlaşma Devletleri ya da Müttefik Devletler) Devletleri’nden Fransa’nın önemli çabalar harcadığı bir gerçektir. Özellikle 1919 yılı başlarından itibaren Bursa’da bulunan Fransız temsilcisi Binbaşı Brissot ile Konsolos Mösyö Kocher’in, Bursa’nın yakılıp yıkılmadan Türk kuvvetlerine teslimine içten çabaları saygıyla anılmaya değer.
Bursa’da Yunan zulmünden kaçarak İstanbul’a sığınan bir grup Bursalı 1 Eylül 1922’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne (TBMM) bir telgraf çekerek, Bursa’nın yakılıp yıkılmaktan kurtarılabilmesi amacıyla bazı önerilerde bulunmuşlardır. Önerdikleri önlem, Binbaşı Brissot’un emrine yeterli bir güç ve yetki verilmesini içermekteydi. Mümtaz Şükrü Eğilmez’de, anılarında, Yunan ordusunun çekilişi sırasında kalkıştığı tahrip ve yakma gibi birtakım davranışların Binbaşı Brissot ve Jandarma Komutanı Yüzbaşı Hasan Bey’in çabalarıyla önlendiğini anlatmaktadır. Öte yandan Konsolos Mösyö Kocher’in de Bursa’yı kurtarmak için ne denli çırpındığı, bu konudaki resmi raporlarda yer almaktadır. Yunanlıların giderayak Bursa’daki Fransız Konsolosluğu’nda yangın çıkarmaya kalkışmaları, Bursa’daki Fransız görevlilerini tutumlarından hoşlanmadıklarının bir belirtisi olmalıdır.
Bu arada 7 Eylül’de TBMM’de yapılan görüşmeler sonunda, Yunan barbarlığının önlenmesi için İtilaf Devletleri’ne bir çağrıda bulunulması kararlaştırılmıştır. TBMM dünyaya bu tarihsel uyarısını yaparken, Lord Curzon’da, İngiltere’nin Atina Büyükelçiliği’ne “Bursa’yı yakmak gibi canice bir çılgınlık” yapılması olasılığına karşı Yunan Hükümeti’nin en ciddi biçimde dikkatinin çekilmesini istemiştir. TBMM’nin İzmir’in yakılıp yıkılmasına kadar çağrısının herhangi bir yararı olmamışsa da, İtilaf Devletleri tarafından oluşturulan komisyonun kararlı tutumu, 10 Eylül akşamı Uludağ’dan Bursa’ya inen çetelerin çabalarıyla ve Türk ordusunun zamanında ulaşması sonucunda Bursa yakılıp yıkılmaktan kurtarılmıştır.
TBMM’nin çağrısı ve Bursa’daki Fransız Konsolosu’nun uyarısı üzerine İstanbul’daki İtilaf Devletleri Yüksek Komiserleri, Bursa’ya, İtilaf Devletleri subaylarından oluşan bir karma kurul gönderilesini ve şehirde güvenliğin Türk ordusu gelene kadar bu kurulca sağlanmasını kararlaştırdı. 8 Eylül’de İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri Sir Rumbold, Lord Curzon’a gönderdiği telgrafta bu durumu şöyle ifade etmiştir:
“[Bursa’nın da] Yunan askerlerince boşaltılması sırasında Eskişehir ve Uşak’ın akıbetine uğrayacağından korkulması için neden vardır. Böyle bir eylemin, hele Yeşil Cami’ye zarar verilmesinin akıl almaz çılgınlığı ve bütün Osmanlı Türklerince böylesine derin bir saygı duyulan bir kentin vahşice tahrip edilmesinin doğuracağı dehşetli sonuçlar üzerine parmak basmaya ihtiyaç duyuyorum. Böyle bir felaketi önlemek için manevi etki kullanmak üzere üç İtilaf subayından oluşan bir kurulun Bursa’ya gönderilmesi konusunda anlaşmaya varıldı. Bu konuda Yunan Hükümeti’nin en sert biçimde uyarılması gerektiğini düşünüyorum. Bu yönde, buradaki Yunan Yüksek Komiseri’yle de konuşmuş bulunuyorum. Yunanlıların kendi eylemleri, böyle misillemeye çağrı çıkaracak biçimde olursa bağlaşık kuvvetler (İngiliz, Fransız, İtalyan askeri birlikleri), azınlıkların yazgısından sorumlu tutulamazlar.”
Görüldüğü gibi İngiliz Yüksek Komiseri, Yunan barbarlığının süregelmesi halinde, ilerleyen Türk ordusunun yerli azınlıklara karşı misillemeye girişmesinden kaygı duymaktaydı.
İtilaf Devletleri’nin İstanbul’daki Yüksek Komiserlerince, İngiliz Binbaşısı Howell, İtalyan Yarbayı Ciampi ve Fransız Yüzbaşısı Oliveur’den oluşturulan bir askeri kurul, 10 Eylül’de, Yunanlıların çeşitli engellemeleriyle karşılaşmış olmasına karşın Bursa’ya gelerek görevine başlamıştır. Kurul’un İstanbul’dan Bursa’ya değin ve Bursa’da bulunduğu süre boyunca tanık olduğu olaylar, İngiliz Binbaşı H. G. Howell’in 15 Eylül 1922 günlü raporunda ayrıntılı biçimde anlatılmıştır. Bu raporun özeti şöyledir:
Bursa’nın yakılmasını önlemek ve kentin Türk Ordusu’na teslimini sağlamak amacıyla birer Fransız, İngiliz ve İtalyan subaylarından kurulu heyet, 10 Eylül günü saat 9.15’te Sepoy adlı bir gemiyle İstanbul’dan yola çıkmış ve saat 12.30’da Mudanya’ya gelmişti. Oradaki Yunan askerlerinin çıkardıkları bazı güçlüklerle karşılaştıktan sonra, Binbaşı Howell, aynı gün saat 15.30’da Bursa’ya yola çıkmıştı. Mudanya bir ana-baba günü yaşıyordu. Kasaba göçmenlerle doluydu. Yunan subayları büyük bir korku içindeydi. Yollar tıkanmıştı. Herkes kendi başının derdine düşmüştü. Bursa yolu boyunca bütün köyler alevler içindeydi ve bunlar kaçan Yunanlılar tarafından ateşe verilmişti. Bir Yunan subayı da bunu İngiliz subayına böyle söylemişti.
Yarbay Ciampi, Binbaşı Howell ve Yüzbaşı Oliveur’den kurulu müttefik askeri heyeti, saat 17 sularında Bursa’ya 3 mil uzaktaki Yunan karargâhına gelmişti. Yunan Kumandanı General Soumelas’tan Bursa’nın güvenliği için garanti istemişlerdi ama Yunan generali bunu reddetmişti. Yüzbaşı Oliveur, Bursa’yı geçici olarak korumak için Mudanya’dan bir Fransız taburu getirmeyi teklif etmiş ama Soumelas Mudanya’yla haberleşmenin kesik olduğunu söylemişti. Yunan karargâhında, generalden aşağıya doğru herkes büyük korku içindeydi.
General Soumelas’tan Bursa’nın korunması için bir garanti alamayan heyet, bu defa şehirdeki Mevki Kumandanı Albay Ciola-Kapulo’ya başvurmuştu. Heyete iki müttefik yüzbaşısı ile Bursa’daki Fransız Konsolosu da katılmışlardı. Bu altı kişilik heyetin, Bursa’nın güvenliği için istediği garantiyi Mevki Kumandanı da reddetmişti. Albay Ciola-Kapulo, Bursa’yı 10 Eylül günü akşam saat 20’de boşaltmaya başlayacaklarını, Anadolu Oteli’ne gelip şehri resmen müttefik askeri heyetine teslim edeceğini bildirmişti. Bu arada Türk çeteleriyle Yunanlılar arasında Bursa’nın güney kıyısında çarpışmalar başlamıştı. Bursa’daki Yunan albayı acıklı bir durumdaydı. Şaşkın ve ümitsiz bir hale düşmüştü. Bursa’daki yabancılarla Hıristiyanlar Fransız-İspanyol konsolosluklarına, Anadolu Oteli’ne vb. toplanmışlardı. Saat 18.30’da Yunanlılar Fransız Konsolosluğu’nun yanındaki binayı ateşe vermişlerdi ve bunun çok geç fark edileceğini sanmışlardı. Ama ateş çabuk fark edilip söndürülmüştü. Yunanlılar aynı zamanda Bursa’daki köprüleri uçurmuşlar ve Rum kilisesini ateşe vermişlerdi. Bu kiliseyle birlikte civardaki kırk kadar ev yanmıştı.
Aynı gün saat 19.00’da Yunanlılar Bursa’dan çekilmeye başlamışlardı. Bu arada Türk çeteleri yetişmişlerdi. Karşılıklı ateş başlamıştı. Hatta otelin dışı bile tehlikeliydi. Türk ahali de, Yunanlıların çekildiklerini anlayarak gösterilere başlamışlardı. Saat 20.00’de Yunanlılar Bursa’yı tamamen boşaltmışlardı. Sokaklar, bayraklı Türklerle doluvermişti. Saat 20.20’de Türk Çeteleri Komutanı Püskülsüz (İsmail Püskülsüz Efe), Anadolu Oteli’ne gelmişti. Çeteler iyi savaşçı, naziktiler ve otelde müttefik heyet tarafından kabul edilmişlerdi. Otele resmen bayraklar çekilmişti. Püskülsüz’ün adamlarından ikisi, az sonra, Fransız Konsolosu’nun arabasıyla Bursa’nın boşaltıldığını Türk Ordusu’nun öncü kuvvetlerine haber vermeye gitmişlerdi. Saat 20.45’te silahlar susmuştu. O gece Bursa Türkleri büyük gösteriler yapmışlar, müttefik heyeti de alkışlamışlardı. Halk, heyetin Bursa’yı yakılmaktan kurtardığına inanmıştı. Bütün Türk dükkânları açılmıştı. Türk süvarileri, Mudanya yoluna doğru geçip gitmişlerdi.
11 Eylül sabahı saat 9.30’da Albay Nazif Bey kumandasındaki Birinci Tümen Bursa’ya gelmiş, biraz sonra da Üçüncü Kolordu Kumandanı Şükrü Paşaşehre yetişmişti. Şükrü Paşa müttefik heyeti kabul etmiş, Bursa’da can ve mal güvenliğinin sağlanacağını, Hıristiyanların zulüm görmeyeceklerini söylemişti. Ayrıca Şükrü Paşa, 11. Yunan Tümeni’nin Mudanya’ya çekilme emri aldığını, ama oraya yetişemediğini, bu tümeni esir etmeyi umduğunu açıklamıştı. Gerçekten 11 Eylül akşamı ve 12 Eylül günü 11. Yunan Tümeni’ne karşı Mudanya taraflarında şiddetli top ateşleri yapılmıştı. 13 Eylül günü Binbaşı Howell, Bursa’ya 700 Yunan esiri ve aynı akşam 2.000 eser daha getirildiğini görmüştü. Binbaşı bu konuda şöyle demektedir: Saat öğleden sonra 5.30’da 200 kadar Yunan harp esiri geldi. Çoğu pek bitkindi. Gösterinin en acıklı tarafı, esirlerin yüzde doksan kadarının şapkalarını çıkarıp- VİVE Kemal!(YAŞASIN KEMAL!) diye bağırmalarıydı. Bu halkın hoşuna gitti. Esirler canlarını kurtarabilmek için her şeyi yapabilecek bir sürü gibi görünüyorlardı.
Bursa’nın Yunan ordusu veya işbirliği içindeki yerli Rum ve Ermeni çetelerince yakılamamış olmasının bir önemli nedeni de, 10 Eylül 1922 günü saat 15.00 sularında Bursa-Gemlik karayolunu kesen ve buradan batıya doğru ilerleyen Süvari Tümeni’nin, Bursa’daki Yunan askeri varlığını taktik bakımdan ciddi biçimde tehdit edecek duruma gelmiş olmasıdır.
Yunan Komutanlığı’nın, Bursa’yı ateşe vermeksizin çekilme kararı almasında ve bu kararı çok kısa süre içinde uygulamaya başlamasında, Türk Süvari Tümeni öncülerinin ovayı aşarak 3. Yunan Kolordusu karargâhı ile 10. Tümeni batıdan kuşatabilecek konuma gelmiş bulunmalarını herhalde büyük payı olmalıdır. Nitekim Binbaşı Howell’in yukarıda özeri verilen raporundan da, Kolordu Komutanı General Soumelas’ın kenti yakıp yıkmadan teslim etme önerisine önce pek kulak asmadığı, ancak daha sonra ansızın düşüncesini değiştirerek Bursa’yı saat 20.00’de boşaltmayı kabul etmek zorunda kaldığı anlaşılıyor.
Bursa’yı yakılmaktan kurtaran bir başka etken de hiç kuşkusuz, düşmanın çekileceğini haber alarak Uludağ eteklerinden Bursa’ya inen ve halk ile birleşerek Yunan askerlerinin panik içinde kaçmalarına neden olan çeteler olmalıdır.
İşgal günlerinin karamsarlığını üzerinden atan Bursalılar, 11 Eylül sabahı erken saatlerde Orhan Camisi’yle Belediye arasındaki cadde ve alanda toplanmış, coşku içinde kurtarıcı ordunun komutanlarını bekliyordu. Saat 08.20’de Yüzbaşı Rüştü (Dinçer) Bey’in göndere bayrak çekerek kurtuluşu simgelemesinden sonra, 09.00 sularında, 3. Kolordu Komutanı Şükrü Naili (Gökberk) Paşa ve karargâhı da Belediye’ye gelmiş ve Belediye’nin batı kapısındaki merdiven sahanlığından, toplanmış bulunan kalabalığa kısa bir konuşma yapmıştır. Bursa’nın düşman işgalinden kurtarılmış olduğu, 11 Eylül günü tüm yurda, “Yeşil Bursa, al sancağına kavuştu” içeriğindeki telgraflarla müjdelenmiştir.
Atatürk için Bursa, her zaman bir başka önemli olmuş ve sanayi hamleleri için de Bursa’yı örnek seçmiştir. 1922’den 1938’e kadar, tam 17 kez Bursa’yı ziyaret eden Atatürk, İpek-iş, Gemlik Sunğipek ve Sümerbank Merinos Fabrikaları’nın da kurulmalarını sağlamıştır.
Ulu Önder Atatürk’ün bir ziyaretinde, “Bursa tarım memleketidir, sanat memleketidir, ticaret memleketidir, sağlık memleketidir. Bursa sahip olduğu doğal uyum ve güzelliğiyle sevinç ve şenlik memleketidir” diyerek Bursa’ya verdiği önemi dile getirmiştir.
Atalarımızın canları pahasına kurduğu, kurtardığı bu kenti (Yeşil Bursa’mızı ve bu ülkeyi (Güzel Türkiye’mizi) biz de alın terimiz, üretimimiz, bilgi ve sermaye birikimimizle dimdik ayakta tutalım.
Sevgili dostlar affınıza sığınarak ailemin Bursa’nın işgal ve kurtuluş yıllarında yaşanan olaylar sırasındaki duruşundan kısaca bahsetmek istiyorum. Mensubu olmaktan gurur duyduğum Buzcular ve İnceoğlu aileleri başından beri Milli Mücadele’nin yanında olmuştur. Ülkenin ve Bursa’nın kurtuluşu için mücadele etmişlerdir. Şehir merkezinde yaşayan Buzcular ailesi bütün maddi imkânlarını Bursa’nın kurtuluşu için seferber etmiştir. Dürdane Köyü’nde yaşayan İncioğlu (nam-ı diğer Kavaslar) ailesinin büyüğü ve işgal yıllarında köyün muhtarı olan ve Kavas Halil olarak anılan Halil Ağa (ki askerlik vazifesi sırasında Deli Halit Paşa’nın Kavas’lığını yapmış) Yunan işgaline karşı köyün korunmasında oldukça mücadele etmiş biri. Yunan Ordusu Mudanya istikametine doğru geri çekilirken Dürdane-Filadar (Gündoğdu) yolunu kullandığı sırada Yunan birliklerine zayiat verdirdiği gibi köyün yakılmasını da engellemiş; ancak kendi konağını yanmaktan kurtaramamıştır. Köyün muhtarı olduğu için 15 yaşındaki küçük oğlu Mahmut (ki Cumhuriyetin yetiştirdiği ilk öğretmenlerdendi) Yunanlılar tarafından rehin alınmış ve Kestel tarafında çalışma kampına gönderilmiştir. Ancak kısa süre sonra kamptan kaçmış, uzun ve zorlu bir yürüyüşten sonra köyüne geri dönebilmiştir. Bana gelince, efendim benim doğum tarihim 11 Eylül, yani Bursa’nın kurtuluş günü. Bu nedenle göbek adım Kurtuluş, gayri resmi adım Mustafa Kemal, resmi adım ise Behçet Kemal.
Sevgi, saygı ve selamlarımla.
50 yıldır kravatını çıkarmıyor
Bursa’nın en büyük 250 firması açıklandı
Carrefour tüm mağazaları kapattı
Akaryakıt devi BP, Türkiye’den çekildi
2025’te asgari ücret ne kadar olur?
Borsadaki işlemleri geçici olarak durduruldu
TÜPRAŞ Rafinerisi’nde patlama
Engelli (ÖTV’siz) araç limiti ne kadar olacak?
Bahçeli Öcalan’a Meclis çağrısını yineledi
Trafik cezalarına büyük zam
Ankaralı Turgut’tan üzen haber
Bursa’nın en büyük 250 firması açıklandı
Carrefour tüm mağazaları kapattı
Akaryakıt devi BP, Türkiye’den çekildi
2025’te asgari ücret ne kadar olur?
Borsadaki işlemleri geçici olarak durduruldu
TÜPRAŞ Rafinerisi’nde patlama
Engelli (ÖTV’siz) araç limiti ne kadar olacak?
Bahçeli Öcalan’a Meclis çağrısını yineledi
Trafik cezalarına büyük zam
Ankaralı Turgut’tan üzen haber