05 Kasım 2024 itibariyle Covid-19 ile mücadelede aşılanan sayısı kişiye ulaştı.

1xbetbetpasmariobet
a
en iyi rulet siteleri

Coğrafya Kader midir?

Türkiye birkaç halkalı ateş çemberi ile çevrilidir. Dolayısıyla Türkiye coğrafyasında zayıf toplumların yaşama şansı yoktur. Bu coğrafyada ancak güçlü milletler ve üniter (ulus) devletler yaşayabilir. Yani Türkiye için coğrafya kader değil bilimdir.

Coğrafya kader midir? İbn-i Haldun’a atfedilen “Coğrafya Kaderdir”, ki bu sözün İbn-i Haldun’a ait olduğu da kesin değildir, sözü ne kadar doğru? Kaldı ki sözün kime ait olduğundan ziyade sözün kendisi önemlidir burada. Bence kimin söylediği pek de önemli değil. Bu söz adı üstünde kaderci bir sözdür. Yani bulunduğumuz coğrafya kaderimizdir, öyleyse kaderimize razı olmalıyız gibi olumsuz bir anlam ortaya taşımaktadır. İçinde bilim yok. Oysa coğrafyayı jeopolik ve jeostratejik bilim dalları ile ele aldığımızda ortaya bambaşka sonuçlar çıkmaktadır. Ortaya bilim çıkıyor ve onun sonuçlarına göre de coğrafya kader olmaktan çıkıyor.

Evet, bu çerçevede Türkiye coğrafyası her anlamda zor bir coğrafyadır. Türkiye’nin coğrafi konumunu şu şekilde özetlemek mümkündür: Türkiye üç kıtanın teşkil ettiği Dünya Adasının menteşesi durumundadır. Aynı zamanda bu menteşe üzerine vurulmuş kilit ve bu kilidi açan anahtar değerindedir. Kuzeyi güneye, güneyi kuzeye; doğuyu batıya, batıyı doğuya açar ve kapatır. Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu’nun birleştiricisi ve ayırıcısıdır. Bu coğrafi konum dünyada ve bölgede oluşabilecek her türlü güç yapısına göre büyük bir değer taşır.

Türkiye gerek konumu gerekse gelişen dünya değerleri açısından bir sınırlar ülkesidir. Anadolu Asya’nın Avrupa sınırını; Trakya ise Avrupa’nın Asya sınırını oluşturur. İslamiyet ile Hıristiyanlığın, yakın tarihe kadar NATO ile Varşova Paktı’nın, çok partili sistemlerle tek partili sistemlerin, doğu kültürü ile batı kültürünün, liberal ekonomik sistemle kolektif sistemin sınırında bulunmaktadır. Dolayısıyla Türkiye jeopolitik konumunun bütün özellikleri ile bir sınır ülkesidir. Sınırlar ülkesi olmak zordur. Önce çok güçlü bir kültüre, ekonomik, sosyal, politik ve askeri yapıya sahip olmayı gerektirir. Coğrafyamız ve coğrafyamız üzerinde kurulan her siyasi yapı ve bu yapıdaki her değişiklik, tarihte olduğu gibi bugün de, bütün dünya ve bütün bölge güçleri için çok önemlidir. Fakat gelişen teknoloji ve içerisinde bulunan diğer şartlar Türkiye’yi tam bir iç devlet durumuna getirmiştir. Yaklaşık bütün komşularımızla önemli sorunlarımız var. Türkiye birkaç halkalı ateş çemberi ile çevrilidir. Dolayısıyla Türkiye coğrafyasında zayıf toplumların yaşama şansı yoktur. Bu coğrafyada ancak güçlü milletler ve üniter (ulus) devletler yaşayabilir. Yani Türkiye için coğrafya kader değil bilimdir.

Herkes istikrarsız bir dönemde yaşadığımızı düşünüyor ve söylüyor. Oysa Dünya her zaman istikrarsız olmuştur. Gelecek de tanımı gereği tahmin edilemez durumdadır. Yani istikrarsızlık devam edebilir ya da etmeyebilir de. Elbette köklü değişiklikler yaşıyoruz ve bunlar, nerede yaşadığımız fark etmeksizin, geleceğimiz için gerçekten önemli. Teknolojinin (yapay zekâ gibi) hızla gelişmesiyle doğrudan bağlantılı olan ekonomik, sosyal ve demografik değişimler küresel sonuçlar doğurmakta.

Bu sonuçların birçoğu da coğrafya ile bağlantılıdır. Bir bakıma tüm liderler, ülkelerinin coğrafi şartlarının esiri olmuştur. Zira üzerinde yaşadığımız coğrafya bizi her zaman şekillendirmiştir. Savaşlar, iktidarlar, kültürler, insanların sosyal gelişimi coğrafyanın etkisiyle biçimlenmiştir. Zira coğrafi özellikler, dünyanın farklı yerlerindeki insanların yapabileceklerini ve yapamayacaklarını belirleyen en önemli faktörlerdendir.

Coğrafya, hem “ne” hem de “neden” sorularının büyük ölçüde muhatabıdır. Alınan kararların ardındaki kilit faktör olmayabilir ama en önemlilerinden biridir. Ulusal ve uluslararası politikayı etkileyen coğrafi gerçekler, hem tarih yazımında hem de küresel ilişkilerin değerlendirilmesinde önemli bir yer tutar. Coğrafyayı insan tarihi konusunda belirleyici bir faktör olarak görmek iç karartıcı bir görüş olarak yorumlanabilir. Fakat coğrafya geçmişimizi, günümüzü ve geleceğimizi anlama konusunda önemli bir yer tutar.

Coğrafya, jeopolitiğin ve jeostratejinin iki temel ayağından biridir. Coğrafya dikkate alınmadan politikaya ve stratejiye veri hazırlamak mümkün değildir. Çünkü jeopolitik coğrafyanın politikaya verdiği yönü belirler. Jeopolitik bakış açısı, genellikle uluslararası ilişkilerin coğrafi faktörlerle nasıl ilişkilenebileceğini anlamaya çalışır. Dolayısıyla jeopolitik şartlar her ülkeyi derinden etkiler. Ve coğrafya her konu için görmezlikten gelinemeyecek bir emrivakidir.

On dokuzuncu yüzyılda imparatorluklar küçülürken ülkeler tekrar sahneye çıktı ve sonunda ulus devletlere evrildi. Birinci Dünya Savaşı siyasi imparatorlukların (Osmanlı, Avusturya-Macaristan, Alman imparatorluğu ile Rus Çarlığı); İkinci Dünya Savaşı siyasi içerikli sömürgeciliğin (İngiltere, Fransa, Hollanda, Belçika gibi), Soğuk Savaş ise ideolojik birliklerin (Sovyetler Birliği gibi) sonu oldu. Başka bir ifadeyle yirminci yüzyılda birçok sistem değişikliği yaşandı. 1914-1920’de, aile erkine dayalı siyasi imparatorluklar dağıldı. 1920-1940’da, Faşizm, Nazizm, Komünizm ve sömürgeciliğe dayalı olarak emperyalizmin yükselişi. 1945’de Faşizm ve Nazizm’in çöküşü, sömürge imparatorluklarının dağılışı. 1945-1989’da Kapitalizm ve Komünizmin yükselişi, Soğuk Savaş. 1990’da Komünizmin çöküşü, Sovyetler Birliği’nin dağılması, Liberal ekonomi ve çok partili sisteme dayalı Batı sisteminin egemenliği yaşandı. Sonuç olarak Batılı düşünürlerin korktukları sistem değişikliği değil, egemenliklerini kaybetmek, üstünlüğün başka ellere geçmesi oldu.

Başarısız olan birçok bölge var ama Ortadoğu kadarı neredeyse yok. Neyin ortası? Nerenin doğusu? Bölge adını bile Avrupa’nın perspektifinden alıyor ve ona şekil veren de aynı perspektif. Avrupalılar haritaların üzerinde çizgiler çizdiler; gerçekte var olmayan, dünyanın gördüğü en yapay sınırları çizdiler. Şimdi ise bu sınırların kanla çizilmeye çalışıldığını görüyoruz. Avrupa sömürgeciliğinin mirası, Ortadoğu’yu ulus devletlere böldü ve kendi mezheplerine, kabilelerine göre hüküm süren liderlere teslim etti. Arap ülkeleri, Türkiye’nin yirminci yüzyıl başında yaşadığına benzer bir açılım yapamadıkları ve sömürgecilikten çok çektikleri için, Arap ayaklanmaları gerçek bir Arap Bahar’ına dönüşmedi ve sonuç olarak isyan süreklileşerek iç savaşlara dönüştü. Dolayısıyla Ortadoğu’da otorite namlunun ucunda kaldı.

Coğrafya her zaman bir çeşit hapishane olmuştur. Ülkelerin kimliklerini ve potansiyellerini belirleyen şartlar, birçok ülke liderinin aşmak istediği engelleri oluşturmaktadır. Tarihimizde belirleyici rol oynayan coğrafi faktörler geleceğimiz hakkında da büyük rol oynayacaktır. Coğrafya elbette tüm olayların akışını kontrol etmiyor. Büyük fikirler ve büyük liderler de tarihin akışında büyük rol sahibi oluyor. Ancak hepsi, coğrafyanın sınırları içinde kalıyor.

Biz coğrafya hapishanesinden çıkıp evrene bakmaya devam ederken, siyasi sorunlar uzayda devam edecek gibi. Bunun için birkaç kuşak geçmesi gerekecek ama uzaya da bayraklar dikeceğiz, orada da topraklar fethedeceğiz, haklar iddia edeceğiz ve evrenin önümüze koyduğu engelleri aşacağız.

Yeni bir düşünce ortamı ile karşı karşıyayız. Soğuk Savaş döneminde iki kutuplu sisteme dayanan dünya düzeni Sovyetler Birliği’nin dağılması sonucu, Batı düzeni egemen tek ideoloji olarak kaldı. Akılcı esnekliğe ve sağlam bir oluş sürecine dayanan batılı düşünce, geleneği gereği yeni arayışları zaman boşluğu bırakmadan başlattı. Soğuk Savaş sonrası yeni bir dünya düzeni kuruldu. Avrasya, dünya coğrafyasının en önemli bölümü olmaya devam etti. Bu bağlamda dünyanın yeniden kurulması ile ilgili jeopolitik, jeostratejik ve jeokültür içerikli tartışmaların odaklandığı ülke Türkiye oldu.

Batı daima bir “ötekiler”, “karşıdakiler” yaratmıştır. Bunlar: Hıristiyan olmayanlar, beyaz olmayanlar, Avrupalı olmayanlar, bazen Katolik olmayanlar, Rönesans’ı, Reformu ve Avrupa devrimlerini yaşamamış olanlardır. Ötekilerin yaratılması bir bakıma Avrupa Birliği’nin yaratılması için bir yol, yöntem olarak seçilmiştir. Dolayısıyla Batı’ya göre “öteki” ya bir şekilde yok edilmeli veya eritilmeli, dışlanmalı, zayıflatılmalı, munis hale getirilmelidir. Batı kültürünün “öteki” yaratma geleneği günümüzde de devam ediyor. Peki, bu defa, Soğuk Savaş sonrasında, Batı için yeni “öteki” kim? Çin mi?, Japonya mı? Rusya mı? Müslümanlar mı? Yoksa yine Türkiye ve Türkler mi? Batı’nın bu yeni “öteki”ne kızmasının sebebi Batılılaşmadan, modernleşmesi mi?

Tekrar gündeme getirilmeye çalışılan “Doğu Sorunu”, Avrupa’nın Türkiye’ye karşı uyguladığı politikalar, sonuç olarak dünümüzü, bugünümüzü sanıldığının çok üstünde etkilemiştir, etkilemeye de devam etmektedir. Kısaca Türkleri Balkanlardan ve Anadolu’dan atmak şeklinde özetlenebilecek Doğu Sorunu’nun amacına en fazla yaklaştığı aşama Sevr ile yaşandı. Soğuk Savaş sonrasında tekrar gündeme getirilmeye çalışılan bu konuda, ilk muhatap, ilk hedef yine Türkiye’dir. Bugün Türkiye, jeopolitik ve jeostratejik meseleler yanında jeokültürel sorunlarla da karşı karşıya kalmakta. Türkiye’de insanlar kimlikleri ile çok alakadar hale gelmiş bulunmaktadır. Çünkü kimlik en önemli kültür ürünüdür ve kültürle somutlaşır. Fakat bu durum Türkiye’deki milli kültürü ve aidiyet duygusunu erozyona tabi tutmaktadır. Oysa bir ülkenin gücü beşeri ve coğrafi değerlerinin uyumlu bütününden oluşmaktadır. Türkiye coğrafyası büyük olanaklara sahiptir ve bu güçlü coğrafya, üzerinde yaşayan beşeri değerleri yüksek olan toplumların etkinliğini çok büyük ölçüde artırır.

Atatürk’ün Türk milletine kazandırdığı en büyük değer, coğrafyasını da gerçekleştirerek (Misak-ı Milli) kurduğu ulusal devlet ile bu devletin çağdaşlaşması için ortaya koyduğu düşünce sistemi (Atatürkçülük) ve bu yöndeki uygulamalarıdır (Türk Devrimi). Türk Devrimi Batı ile Doğu arasında uyum arayan bir kültür atılımıdır. Batı’nın temel değerleri ile uyumlu fakat kendisine özgüdür. Yüz sene sonra elde ettiği sonuçlar ümit vericidir.

Ülkelerin coğrafi konumları ile jeopolitik konumları farklı durumları açıklar. Bir bölgenin coğrafi konumu değişmez, jeopolitik konum ise bölgedeki ve dünyadaki güç odaklarında vaki olacak her değişikliğe göre farklı bir değer gösterir. Mesela Türkiye’nin coğrafi konumu değişmediği halde jeopolitik konumu Sovyetler Birliği mevcutken başka, Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra başka değerdedir. Dolayısıyla değişen coğrafi konum değil, jeopolitik konum ve jeopolitik yapıdır.

Güç odaklarındaki değişmeler birçok ülkenin karşı karşıya kaldığı dış etkileri hatta tehditleri önemli ölçüde etkilemiştir. Mesela 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılması ile hiç hesapta yokken, Türkiye kendisini dünyanın en karışık bölgelerinin; Balkanlar, Kafkaslar, Ortadoğu ve Orta Asya olaylarının içerisinde bulmuştur. Dolayısıyla Türkiye’nin de bir parçası olduğu Avrasya bugün de uluslararası mücadelenin ana coğrafyasıdır.

Coğrafi ve jeopolitik konumunun sahip olduğu değerler sebebiyle, Türkiye bütün küresel düşünce ürünlerinde varlığını ve ağırlığını hissettirmektedir. Yeni düşünceler içinde Türkiye’ye genel çerçevede, aynı zamanda özel olarak, bağımsız yer verilmekte, değerler ve işlevler yüklenmektedir. Mesela S. P. Huntington Türkiye’yi “bölünük” ülkelerin en çarpıcı örneği olarak göstermektedir. Zira son yirmi yıldır Türkiye’nin liderleri Atatürk geleneğini takip etmemekte ve Türkiye’yi modern seküler, Batılı milli bir devlet olarak tanımlamamaktadır. Mamafih Türk toplumundaki bazı unsurlar aynı zamanda İslami bir silkinişi desteklemiş ve Türkiye’nin esas itibariyle Müslüman bir Ortadoğu ülkesi olduğunu ileri sürmüşlerdir. Ayrıca Türkiye’nin seçkinleri Türkiye’yi Batılı bir toplum olarak tanımlarken, Batının seçkinleri ise tam tersini düşünmektedirler. Sonuç olarak Türkiye, tarihin en derin biçimde “bölünük” ülkesi durumuna indirgenmiştir.

Diğer yandan jeokültür dayanaklı jeopolitik taban oluşturma çalışmalarında önemli yer tutan G. Fuller ve I. Lesser Türkiye hakkında daha açık değerlendirmeler yapmaktadır. Amerikalı bu iki akademisyen Türkiye’nin Batı medeniyetinden dışlanması, yalnızlaştırılması ve laik Atatürk kimliğinden uzaklaştırılması, Müslüman Ortadoğu kimliğine bürünmesi gerektiğini ileri sürmektedirler. Soğuk Savaş sonrasında Türkiye’ye biçilen gömlek bu.

Fakat Atatürkçü düşünce sistemine dayanan Türk Devrimi evrensel değer ve yaygınlık kazanması, evrenselleşmeyi hızlandıracak ve evrensel kültürü güçlendirecek dünya barışına da katkılarda bulunacaktır. Ancak evrensel düzeydeki gelişmeleri etkileyerek, olumsuzlukları gidermek, bu olumsuzluklara ulusal düzeyde mahkûm (coğrafya olarak mahkûm) olmaktan kurtulmak için aydın ve akademik çevrelerin sorumlulukları bulunmaktadır.

 

YORUMLAR

s

En az 10 karakter gerekli

Sıradaki haber:

Uzayda deney günü! Alper Gezeravcı 2 deney yapacak

HIZLI YORUM YAP