06 Kasım 2024 itibariyle Covid-19 ile mücadelede aşılanan sayısı kişiye ulaştı.

1xbetbetpasmariobet
a
en iyi rulet siteleri

“Dünyada her şey kadının eseridir.” Atatürk

Kadının kalitesi artarsa toplumun da kalitesi artar. Toplumun tüm iyi ve kötü gelenekleri kadın eli ile yürür. Kültürü oluşturan ve yaşatan da kadınlardır. Toplumların kaderini ve mayasını kadınlar şekillendirir.

Kadın olmak tüm dünyada zor. Bu coğrafyada daha zor. Türkiye de ise zordan zor.[1] Ülkeler arasında sadece görece farklar var. Ve aslında tarih boyunca tüm coğrafya ve ülkelerde kadın olmak zor olmuş. Eğer Türkiye’de ve dünyada kadın haklarından söz edeceksek, kadını önce birey, insan olarak kabul etmemiz gerekir. O zaman birçok sorun kendiliğinden çözülmüş olur zaten. Kadınlar, çok uzun bir süre, insan haklarından eşit bir biçimde yararlanamadılar. Zira bilindiği üzere hiçbir zaman dünyayı, erkeklerle eşit bir biçimde paylaşamadılar. Bu eşitsizlik, biçim açısından toplumdan topluma, dönemden döneme farklılıklar gösterse de, kimyası hiç değişmedi. Kadınların kitaplar dolduracak kadar çok derdi var. Bu bile tek başına kadın olarak yaşamanın ne çileli bir yol olduğunu ispatlar.

Her toplumda olduğu gibi Türk toplumunda da kadının önemli bir yeri vardır. Kadın, aile ve toplum arasında bir köprü görevini görür. Kadının toplumsal hayatta yerine getirdiği görevleri itibariyle sosyal sistemin işleyişine katkısı büyüktür. Ancak kadının toplumsal hayatta yerini alabilmesi ve kendinden bekleneni yerine getirebilmesi için öncelikle yasalarda cinsiyete dayalı fırsat eşitliğinin olması gerekir.

Her toplumun kültürel değerleri, tarihi, inançları, ekonomik, siyasal ve sosyal hayatı kendine hastır. Bu unsurlar göz önünde bulundurulduğunda, Türk kadınının da geçmişten günümüze toplumsal alanda var olmasına ilişkin kendine özel bir serüveni söz konusudur. Türklerde kadının toplum içindeki konumu, tarihi dönemler itibariyle farklılıklar gösterir. Osmanlı öncesi çeşitli Türk devletlerinde kadının önemli ve saygın konuma sahip olduğunu görmekteyiz.

Eski Türk toplumunda hem erkek hem kadın eşit haklara sahipti ve cinsiyet ayrımı asla yapılmıyordu. Kadınlar büyük bir serbestliğe sahipti. Ata binmek, avlanmak, dövüşmek ve şaman ayinlerini düzenlemek gibi görevleri üstlenebilirlerdi. Boyları üzerinde çok etkili oldukları ve hatta devlet içinde yüksek görevlere geldikleri dönemlerde olmuştur. Devlet yönetiminde hatunluk hukukuna sahip Türk kadınının, eşinin yanında bir yeri ve söz hakkı bulunmakla beraber zaman zaman bu konuda eşlerinin önüne geçtiklerini de görmekteyiz. Kağan’ın yanında hatunu, resmi törenlere katılmış, elçileri karışlamış ve yeri geldiğinde devletini temsil etmiş adeta bir diplomat vazifesi görmüştür. Yönetim, askerlik, dini görevler ve devlet memuriyetinde bulunmuş bunun yanında sosyal hayatta ve aile hayatında da önemli rollere sahip olmuşlardır. Kadın ve erkeğin yaşam tarzı gereği aynı anda savaşması gerektiğinden buna hazırlıklı oluyorlardı. İskit kadını asker olarak yetiştirilmiş, silah eğitimi almıştı. Savaşlarda kadınların sayısı ve kuvveti önemli bir unsur olmuştur. Bu durum kadının eve kapalı, sadece ev işleriyle uğraşan bireyler olmadığını göstermektedir.

Selçuklular kadına çok önem vermişlerdir. Tuğrul Bey Halifenin kızı ile evlenince karısını yanına oturtmuştu. Ziyaretlerine gelen halife bunu görünce hiddetlenmiş ve kızını kovmaya kalkmış, Tuğrul Bey bu duruma müdahale etmek zorunda kalmıştır. İslâmiyet’in etkisine rağmen, 300 yıl kadar süren Selçuklu egemenliği döneminde Türk kadını aktiftir. Günlük yaşamda erkeklerle beraberdir. Eve kapatılmamıştır. “Harem” henüz bilinmemektedir. Kadınlar adına Medrese, Hastane ve Kütüphaneler yapılmaktadır.

13. yüzyılda Anadolu Selçuklularında Bacıyan-ı Rum teşkilatı vardır. Kuruluş ve çalışma şekli ne olursa olsun öyle anlaşılıyor ki bacılar teşkilatı toplumda boşluğu ve eksikliği hissedilen bir konuda kadınların teşkilatlandırılması konusunda düşünülerek ortaya çıkarılmış bir teşkilattır. “Bacıyan-ı Rum” teşkilatı, o günkü toplumda kadınların sosyal, ekonomik, kültürel hatta askerî ve siyasî alanlarda ne kadar etkin rol aldıklarının en somut göstergesidir.

Osmanlı döneminde ise, kadın haklarında bazı kısıtlamalar görülür. Hiçbir hak konusunda erkeklerle eşit düzeyde kabul edilmez. Kadınlar aleyhine eşitsizlik kurumsallaşmış olsa da kadınların hiçbir güç ve etkiye sahip olmadıkları anlamına gelmemektedir. Kadınlar, hukukun ve göreneklerin sınırları içinde olsa bile, içine sürüldükleri ev ve ailede zevcelik, özellikle de dinsel olarak yüceltilen annelik rolleri sayesinde otorite ve etki uygulama olanağına sahip olmuşlardır. Ancak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz, halifeliğin alınmasıyla birlikte Osmanlı Türk toplumu her alanda Arap kültürünün etkisi altına girmiştir. Benzer bir durumun günümüzde de yaşandığı unutulmamalıdır.

Cumhuriyet yönetimine girilmesi ile birlikte Türkiye’de kadına verilen değer önem kazanmıştır. Türk kadınının çeşitli mesleklere girmesini bizzat Atatürk teşvik etmiştir. Cumhuriyetle birlikte Türk kanını sırasıyla eğitim, medeni ve siyasal alanda haklarını elde etmiştir. Ancak bu sosyal ve siyasal haklarını Türk kadını günümüze kadar hakkıyla kullanabilmiş midir? Bu soruya olumlu yanıt vermek güçtür. Kadın-erkek eşitliği konusunda halen bazı sorunlar vardır. Çalışan kadın, ev ve çocukların sorumluluğuna ek olarak, iş sorumluluğu da yüklenmiş durumdadır. Kadın genel olarak bu sorumluluğunu eşleriyle paylaşamamaktadır. Genelde Türk kadınından beklenen, özellikle de son yirmi yılda, geleneksel rollerini aksatmadan sorumluluklarını yerine getirmesidir.

Atatürk yaptığı devrimlerle en çok kadının yaşam koşullarının iyileştirilmesi yönünde çalışmıştır. Cumhuriyet devrimleri kadınlara yeni ve çağdaş bir kimlik kazandırmıştır. Kadınların birey olarak öne çıkmalarını, bastırılmış ve sınırlandırılmış yeteneklerini göstermelerini, yeni bir kimlikle toplumda yeniden var olmalarını sağlamıştır. Kadınların kendilerini tanımlaması ve toplumda statü kazanması konusunda var olan yanlışların üzerine gidilerek, Türk kadınının hem toplumsal hem de ekonomik bağımsızlığını elde etmesi yönünde adımlar atılmıştır. Ancak Atatürk’ün kadının özgür bir birey olması yönünde gerçekleştirdiği devrimler, toplum tarafından tam olarak içselleştirilmediği, kadına yönelik şiddetin ve ihmalin son yıllarda oransal olarak arttığı gözlemlenmektedir. Son yıllarda kadına yönelik her türlü şiddettin giderek arttığı görülmektedir.

Toplumun bazı kesimlerinde kadın bir obje olarak görülmekte ve evden başka bir yaşam alanının olmadığı düşünülmektedir. Nitekim toplumsal kontrol ve baskı, geleneksel sistemin içinde kadınların varlığını görünmez bir hale getirmektedir. Dolayısıyla kadına biçilen roller; kocasına eş, evine hizmetçi, doğurgan olması (özellikle de erkek çocuk doğurmak), çocuğuna iyi bir anne olmak, eşinin ailesine, sülalesine vs. sınırsız hizmet etmek toplumun zihniyetine uygun düşmektedir.

Cumhuriyetin ilanından önce, sosyal ve siyasi kadın teşkilatı olarak Anadolu ve Rumeli Kadınları Müdafaa-i Hukuk Vatan Cemiyeti kurulmuştur. Daha sonra Müdafaa-i Vatan Cemiyetinde rol oynayan kadınlar, 16 Haziran 1923 yılında kadının sosyal, ekonomik, siyasi haklarının sağlanması amacı ile Nezihe Muhiddin başkanlığında Kadınlar Halk Fırkasını kurulmuştur. Fırka, yeni siyasal düzende kadınların toplumsal ve siyasi haklarını kazanabileceğini öngörmüştü. Kadınlar Halk Fırkası, Darülfünun’da toplanan “Kadınlar Şurasında” şekillenmiştir. Her ne kadar adı fırka olsa da amaç siyaset değil öncelikle toplumsallaşma ve eğitim fırsatları yaratmaktır.[2] 1923 yılında kurulan Kadınlar Halk Fırkası, o sıralarda tüm ulusu temsil edecek bir Halk Fırkası’nın kuruluş hazırlığında olan Ankara Hükümeti tarafından pek olumlu karşılanmamıştı. Mustafa Kemal Paşa tarafından kadınlara parti yerine bir cemiyet kurmaları önerilmişti. Bu öneri doğrultusunda Türk kadınları 7 Şubat 1924’de Nezihe Muhittin’in öncülüğünde, üyesi olmaktan onur duyduğum, Türk Kadınlar Birliği’ni kurdular. Türk Kadın Birliği kurulmasıyla yayın organı olan “Türk Kadın Yolu” dergisi de yayın hayatına başlamıştır. Birçok konuda çalışma yapan Türk Kadınlar Birliği’nin ana çalışma alanlarından biri kadınların siyasal haklarıydı.

Bu bağlamda kadın hakları açısından önemli adımlardan biri 17 Şubat 1926 tarihinde İsviçre Medeni Kanunu’nu temel alan Türk Medeni Kanunu’nun kabul edilmesi olmuş ve kadınla erkeğin yasa önünde eşitliği ön plana çıkarılmıştır. Yine yasa ile çok eşlilik ve vekâletle evlenmek yasaklanırken, evlenme yaşı olarak kızların 18 yaşını bitirmesi şartı konulmuştur. Öte yandan kadınlara ilk siyasi hak, belediye seçimlerine seçmen olarak katılma hakkı olarak 3 Nisan 1930’da Belediye Kanunu ile tanınmıştır. 1934 yılında ise kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanınmıştır. Nitekim 1 Mart 1935’de, 18 kadın vekil meclise girmiş oldu. Türkiye’de kadınların seçme ve seçilme hakkı elde etmelerinin ardından, Uluslararası Kadınlar Birliği 12. Kongresi’ni İstanbul’da düzenlemiştir. Bu durum Türk Kadınlar Birliği’nin uluslararası alandaki etkinliğinin bir göstergesi ve Türkiye kadın hareketi için çok önemli bir gelişme olmuştur.

Kuşkusuz ki ilk önce kadın ve erkeğin hukuk açısından eşit olması gerekir. Bir toplumun yarısını oluşturan kadınlar, erkeklerle eşit tutulmazlarsa o toplum kendini istediği kadar demokratik olarak nitelendirsin, kendisini istediği kadar çağdaş ve ileri görsün, demokrasiden bahsetmek söz konusu olamaz. Dolayısıyla demokrasiyi gerçekleştirebilmek için eşitlik ilkesi tam anlamıyla dikkate alınmalı ve kadın erkek arasında eşitsizlik yaratan her türlü etken ortadan kaldırılmalıdır.

Kadının kalitesi artarsa toplumun da kalitesi artar. Toplumun tüm iyi ve kötü gelenekleri kadın eli ile yürür. Kültürü oluşturan ve yaşatan da kadınlardır. Toplumların kaderini ve mayasını kadınlar şekillendirir. Eğitilmiş bir kadının zarafet imbiğinden geçen çocuklar toplumun sağlıklı yapılanması için temel olacaktır. Kadınların cahil bırakılması ise toplumların intiharıdır. Dantel işleyen, mutfakta yemek yapan, tarlada çalışan her gün her yerde karşılaştığımız tüm kadınlar ne Kleopatra’dan daha az akıllılar ne de Hürrem Sultan’dan daha beceriksizdirler.

Sonuç olarak modernleşme ile birlikte Türk kadınının işgücüne, politikaya, eğitime ve sanata katılımı kadını erkeğe bağımlı olmaktan kurtaracağı gibi ülke düzeyinde işgücüne katılımını da kolaylaştıracaktır. Bu hem birey düzeyinde kadını mutlu edecek ve hem de rekabete yönelik dünya platformunda ülkenin gelişmesine katkı sağlayacaktır.

Atatürk’ün kadın hakları konusunda söylediği bazı sözler:

“Dünyada her şey kadının eseridir.”

“Ey kahraman Türk kadını! Sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın.”

“Milletimiz güçlü bir millet olmaya azmetmiştir. Bunun gereklerinden biri de kadınlarımızın her konuda yükselmelerini sağlamaktır. Bundan dolayı kadınlarımız ilim ve fen sahibi olacaklar ve erkeklerin geçtikleri bütün öğretim basamaklarından geçeceklerdir.”

“Bir toplum, cinslerden yalnız birinin yüzyılımızın gerektirdiklerini elde etmesiyle yetinirse, o toplum yarı yarıya zayıflamış olur. Bizim toplumumuzun uğradığı başarısızlıkların sebebi, kadınlarımıza karşı ihmal ve kusurdur.”

“İnsan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan mürekkeptir. Kabil midir ki; bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünlüğü ilerleyebilsin? Mümkün müdür ki; bir cismin yarısı toprağa zincirlerle bağlı kaldıkça öteki kısmı göklere yükselebilsin?”

Bir kadın değişir, dünya değişir. Şimdiden 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününüz Kutlu olsun…

size kadınlıkla lanetlenmiş bir varoluş hezeyanı anlatacağım.

sizi saçlarının ve ayaklarının ucu arasında olup biten şeylerden ibaret,

doğurmaya mahkûm,

çocuklarını kaybetmeye mühürlü,

yalnız, yapayalnız bir kalabalıkta dolaştıracağım.

içlerine açılan kapıların arkasına saklanmış kadınların

delirerek bedenlerinden dışarı açtıkları pencereden bakacağım.

o pencereden tekrar ve tekrar ve tekrar kendimi aşağı atacağım.[3]

[1] Hele de son 20 yirmi yılda. Sadece kadın olmak mı? Çocuk, hayvan ve ağaç (doğa ve çevre) olmakta da zor. Çünkü hepsi şiddetin her türlüsüne maruz kalıyor günümüz “Yeni” Türkiye’sinde.

[2] Parti başkanı Nezihe Muhittin başkan yardımcısı Nimet Remide, Latife Bekir, Şukufe Nihal’dir. Ayrıca Matlube Ömer, Safiye Hanım, üye olarak Nesime İbrahim, Zaliha, Tuğrul ve Faize Hanım’lar görev almışlardı.

[3] Mine Söğüt, Deli Kadın Hikayeleri (İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2011).

YORUMLAR

s

En az 10 karakter gerekli

Sıradaki haber:

BBP Genel Başkanı Destici trafik kazasında yaralandı

HIZLI YORUM YAP