23 Kasım 2024 itibariyle Covid-19 ile mücadelede aşılanan sayısı kişiye ulaştı.

1xbetbetpasmariobet
a
en iyi rulet siteleri

Demokrasi Üzerine Düşünceler

Demokrasi eşitlik ilkesinin kaybolması ile bozulur. Demokrasi yönetiminin bozulmasının bir nedeni de yönetim kadrosunun daralmasıdır. Yönetici kadrosunun daralması ise demokrasiden aristokrasiye, aristokrasiden monarşiye ve nihayet monarşiden diktatörlüğe geçiş demektir

“Demokrasi bizim için bir amaç değil, araçtır. Amacımıza ulaşana kadar demokrasiye bağlıyız…”. “Demokrasi bizim için bir tramvaydır. İstediğimiz durağa gelince ineriz.” sözleri ne kadar yanlışsa, Aysun Kayacı’nın “Dağdaki çobanla benim oyum bir mi?” sözü de o kadar yanlıştır.

Çünkü demokrasi eşitlik ve özgürlük rejimidir. Çünkü demokrasi halk demektir, halkın kendi kendisini yönetmesi demektir. Demokrasi, başında bir sultanın, padişahın, despotun, diktatörün olmadığı rejimdir. Demokrasinin temel direklerinden biri eşitliktir. İkincisi ise özgürlüktür. Demokrasi sadece bir yönetim şekli değildir. Haklar, demokratik siyasi kurumlarda zorunlu unsurlar oldukları için demokrasi aynı zamanda bir haklar sistemi içerir. Haklar demokratik bir yönetim sürecinin yapı taşlarıdır. Monarşi-Krallık-Sultanlık-Padişahlık ise ayrıcalıklar rejimidir. Bu rejimlerde eşitlik ve özgürlük yoktur.

Monarşi-Krallık-Sultanlık-Padişahlık-Tiranlık-Diktatörlük gibi rejimler tek kişinin kendi çıkarları için devleti yönetmesidir. Aristokrasi-Oligarşi varlıklı, zengin bir azınlığın, sınıfın kendi çıkarları için toplumu yönetmesidir. Demokrasi ise halkın çıkarı için toplumun yine halk tarafından yönetilmesidir. Yani demokrasi çoğunluğun, halkın yönetimidir. Halk, devleti seçtiği temsilciler vasıtasıyla yönetir.

Demokrasi, halkın bütününün egemen güce yani devlete sahip olmasıdır. Yani devlet monarşilerde-krallıklarda-sultanlıklarda-padişahlıklarda olduğu gibi kişiye ait özel mülk değildir, milletin tamamına aittir. Demokrasi, halkın hem yöneten hem de yönetilen durumda olduğu bir yönetim biçimidir. Yani oyu ile iradesini açıklayan halk yönetendir. Dolayısıyla demokrasinin en önemli kurumu seçimlerdir. Seçimler olmadan siyasal iktidarın halka dayandırılması, halkın iktidar süreçlerine katılması, kendi kendini yönetmesi, halkın hem yöneten hem de yönetilen olması pratikte imkânsızdır. Ancak seçimlerin özgür olması yeterli değildir, bunun yanında adil ve eşit olması da gerekir.

Demokrasinin ilkesi de siyasal erdemdir. Yani yurt sevgisidir, ülke çıkarlarını kişisel çıkarların üstünde tutmadır, bencillikten, açgözlülükten, kişisel tutkulardan, hırs ve isteklerden fedakârlıktır. Velhasıl siyasal erdem, yasalara saygıdır.

Kısaca demokrasilerde hiç kimse yasaların-hukukun üstünde değildir. Yasalara saygının bittiği yerde demokrasi bozulur. Devlet tükenir. Demokrasiyi ayakta tutan tek güç siyasal erdemdir, siyasal ahlaktır, hukukun üstünlüğüdür. Demokrasilerde emir veren de emir alan da eşittir. Demokrasilerde yasaları yapan da uygulayan da egemen gücün yani toplumun kendisidir. Hükümet ise egemen gücün sadece bir aracıdır.

Demokrasi eşitlik ilkesinin kaybolması ile bozulur. Demokrasi yönetiminin bozulmasının bir nedeni de yönetim kadrosunun daralmasıdır. Yönetici kadrosunun daralması ise demokrasiden aristokrasiye, aristokrasiden monarşiye ve nihayet monarşiden diktatörlüğe geçiş demektir. Demokrasinin temel ilkesi olan eşitlikten kolaylıkla bireyciliğe yani kişi egemenliğine kayılabilmektedir. İşte demokrasinin karşılaştığı sorunlardan biri buradan kaynaklanır. Diğer tehlikeler ise anarşi ve despotizmdir. Yasa tanımaz aşırı özgürlük anarşiyi, özgürlüklerin aşırı kısıtlanması da despotizmi doğurur.

Demokrasi toplumların kaçınılmaz geleceğidir. Demokraside insanlar gerçekten mutlu olmasalar bile mutsuz da olmayacaklardır. Ancak basın özgürlüğü olmadan da demokrasi olmaz. Basın özgürlüğü demokrasi için son derece önemlidir. Yani haber alma özgürlüğü ama doğru haber alma.

Devletin hayat damarı egemen otoritedir, yani yasama organıdır, yani meclistir. Yasama devletin kalbidir. Yürütme de devletin tüm diğer organlarını hareket ettiren beynidir. Beyin felç olduğu zaman insan yine de yaşayabilir ama kalp durduğu zaman hiçbir canlı yaşayamaz. Bu nedenle devlet yasama gücüyle yaşar. Atatürk’ün ilk iş olarak 23 Nisan 1920’de niye meclisi açmış olduğunu şimdi daha iyi anlayabiliyoruz.

Bir siyasal toplumda en önemli tartışma konularından biri de siyasal iktidarın kim veya kimler tarafından kullanılacağı, yine buna bağlı olarak siyasal kullanacak kişi veya kişilerin iktidarı nasıl kullanacakları sorunudur.

Demokrasi neredeyse 2500 yıldır şu ya da bu şekilde tartışılmaktadır. Bu süre aslında herkesin üzerinde anlaşabileceği düzenli fikirler oluşması için yeterli bir süre. Fakat gerçekte öyle değil. Demokrasiyle ilgili en önemli sorun üzerinde bir anlaşma sağlanamamış olmasıdır. Çünkü farklı zamanlarda ve yerlerde “demokrasi” insanlar için farklı şeyler ifade etmiştir.

Dolayısıyla demokrasi sözcüğü, herkesin zihninde farklı bir anlam çağrışım yapmaktadır. Örneğin demokrasi, kimisi için halk iktidarı iken kimisi için çoğunluk iktidarıdır. Demokrasinin herkesçe kabul edilebilir bir tanımını yapmak için, demokrasinin çekirdeğini oluşturan temel düşünceler ile demokrasinin uygulanabilirlik koşulları arasında bağ kurmak gerekir. Oysa insan ve toplum bilimleri bakımından, demokrasi kişiden kişiye değişmeyen, nesnel ve tanımlanabilir bir kavramdır. ABD başkanlarından Abraham Lincoln “demokrasi, halkın halk tarafından halk için yönetimidir” diye tarif etmiştir.

Demokrasi tarihi söz konusu olduğunda, yaygın akademik eğilim demokrasiyi antik Yunan dönemi ile başlatmaktır. Temel gereksinim bir milat noktası bulmak ise, Atina elbette iyi bir başlangıç sayılabilir. Ancak iki temel nokta unutulmamalıdır: 1) Atina’dan günümüze kadar gelen doğrusal ve istikrarlı bir ivme söz konusu değildir, tarihsel süreçte önemli kesinti ve kopukluklar yaşanmıştır; 2) Demokrasi yalnızca Atina’da değil farklı yer ve zamanlarda, birbirinden bağımsız deneyimler şeklinde de belirmiş ve farklı uygulama örnekleri ortaya konulmuştur.

Roma Cumhuriyeti antik demokrasilerin son örneği oldu ve Romanın yıkılışının ardından, dünya, 1776 ABD Anayasasına kadar başka hiçbir demokrasi örneği ile karşılaşmadı. Ancak Roma, Floransa ve Venedik Cumhuriyeti örneklerinin son deneyim olmaları, en azından Rönesans’ın İtalya’da başlamasında etken oldular. Tarihsel kayıtlara göre, tüm bu ilk deneyimlerin ortak paydası “halkçı yönetim” olgusuydu. Bu bağlamda Atinalılar demokrasiyi, Romalılar Cumhuriyeti “halkçı yönetim” anlamında kullanmışlar ve aralarına kuramsal ya da kurumsal bir fark koymamışlardı.

Demokrasi hem bir idealdir hem de gerçekliktir. Ancak dünya genelinde, kendisini demokrasi olarak tanımlayan siyasal gerçeklikler ile demokrasinin temelini oluşturan idealler arasında derin uçurumlar söz konusudur. Dolayısıyla hem idealde hem de uygulamada tek bir demokrasi modelinden söz etmek mümkün değildir.

Gerçek bir demokratik siyasal sistem kendi içinden demokrasiyi tasfiye edecek bir siyasal iktidar çıkarmaz. Demokrasi karşıtlığı ile özdeşleşen siyasal iktidarlar, ancak demokratik olmayan rejimler tarafından üretilebilirler. Demokrasi karşıtlarının yaygın bilinen diğer görüşleri ise genellikle demokrasinin Batı kültürüne mahsus bir çözüm yolu olduğu ve hakların aşırı bireyciliğe yol açacağı ekseninde toplanmaktadır. Bu söylemler, yeterli eğitime sahip olmayan kitlelere bazen kasten bazen de söylem sahiplerinin bile cehaleti nedeniyle istem dışı empoze edilmektedir. Birincisi; siyasal eşitlik ve halk denetimi her türlü kültürel farklılığa rağmen haklı, meşru ve evrensel taleplerdir. İkincisi; demokratik haklar bireysel değil, zaten doğası gereği toplumsal ve siyasal haklardır. Yani haksız propagandanın aksine, demokrasi, bireyciliği değil, bireysel farklılık ve çeşitlilik haklarına saygı göstererek bireyleri toplumsallaştırmayı amaç edinmiştir.

Yirminci yüzyılın ikinci yarısında dünyada olağanüstü ve benzeri görülmemiş siyasal bir değişim yaşandı. Demokrasinin bütün ana alternatifleri ya yok oldular ya marjinal kalıntılara dönüştüler ya da sahneden çekildiler. Yirminci yüzyılın en önemli antidemokratik rejimleri (Komünizm, Faşizm, Nazizm) İkinci Dünya Savaşı’nın yıkıntıları arasında yok oldu ya da Sovyetler Birliği’nde olduğu gibi içten çöktü.

Dolayısıyla demokrasinin bugün sahip olduğu itibarlı konumu oldukça yeni bir durumdur. Daha önce mesafeli ve eleştirel bir anlayışın egemen olduğu Batılı ülkelerde yirminci yüzyılda pozitif bir bakış gelişmeye başlamıştır. Daha önce demokrasi çoğunlukla kötü bir devlet şekli ve istikrarsız bir avam egemenliği olarak görülüyordu. Bugün ise bu anlayış tamamen değişmiş ve demokrasi modern toplumun en önemli sosyo-politik bir ideali haline gelmiştir.

Atatürk ve Demokrasi

Bugünkü sorunlarımız, halkın kendi içine kapanık, demokrasiyi ve kendi haklarını savunma açısından duyarsız olmasından mı, yoksa başka koşullardan mı kaynaklanıyor? Tanzimat’tan (1839) bu yana demokratikleşme serüvenimiz sürüp gidiyor. 19. Yüzyılın ikinci yarısında hürriyet (özgürlük), Türk aydınının meşalesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Ve hürriyet sözcüğünü Türkiye’de olduğu kadar, dünyada da en iyi kullananlardan biri Namık Kemal olmuştur. Türkiye’de hürriyet 1908 kuşağının özlemiydi. Hürriyet (özgürlük) Namık Kemal’den bu yana zaman zaman ülke semalarında parlayan bir güneş gibidir. Ancak ne Meşrutiyet döneminde ne de Cumhuriyet döneminde bütün boyutlarıyla özgürlüğün geldiğini söyleyebilmemiz pek mümkün görünmüyor.

Türkiye’de özgün yazarlardan biri olan Ahmet Hamdi Tanpınar, “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” kitabında “politikadaki hürriyet, bir yığın hürriyetsizliğin anahtarı veya ardına kadar açık kapısıdır” diyor. Ve şöyle devam ediyor: “Ben bu kadar kendi zıddı ile beraber gelen ve zıtların altında kaybolan nesne görmedim… Neyin? Hürriyetin…” Bu çok önemli ve aynı zamanda çok da acı bir saptamadır.

İlginç olan şu ki halkımızın, hatta aydınlarımızın önemli bir bölümünün demokrasiyi ve onun uzantısı olan özgürlükleri sevdiği de pek söylenemez. Yüzyılın oluşturduğu bazı kalıpları yinelemekte yetiniyoruz. Korkarım ki, demokrasiyi istemedik.

Oysa Atatürkçü düşünce sistemi, temel amaç olarak, Türkiye’de milli, laik, çağdaş ve demokratik bir devlet kurmaya yönelmiştir. Demokrasi ilkesi, Atatürkçü düşünce sisteminin, cumhuriyetçilik, milli egemenlik ve halkçılık gibi diğer temel ilkeleriyle de yakın ilişki içindedir. Ve Türkiye’de demokrasi kendi evrim kanunları uyarınca bir çoğulcu demokrasiye dönüştüğü pek az örnekten biridir. Bunun temel sebebi de, Atatürkçü dünya görüşünün demokratik karakteridir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk, iyi bir asker, iyi bir devlet adamı olduğu kadar aynı zamanda iyi bir fikir adamıdır. Atatürk bir eylem adamıdır, bir devrimcidir. Devrimlerinin hedefi de Türk toplumunu çağdaş, uygar bir toplum ve devlet yapısına kavuşturmaktır. Peki, bu çağdaş modern devletin siyasi, sosyal ve ekonomik yapısı nasıl olacaktır? Atatürk’ün devlet anlayışı bireyci, özgürlükçü, eşitlikçi, demokratik ve laik bir devlet anlayışıdır. Bu devlet anlayışının sosyal yapısı bireye dayanacaktır. Birey devletin, toplumun kaynağı ve aynı zamanda da amacı olacaktır. Yani her türlü hakkın kaynağı birey olacaktır. Çünkü özgür olan ve sorumluluk duygusuna sahip olan tek varlık yalnızca insandır. Dolayısıyla devletin temeli ve amacı da bireydir ve haklarının korunmasıdır.

Atatürk özgürlüklerin demokrasi ilkesine dayalı cumhuriyet yönetiminde gerçekleşebileceğini söyler. Çünkü demokrasi yönetimi özgürlükleri tanır, onlara saygı gösterir ve onları korur. Atatürk’ün öngördüğü devlet sistemi her yönü ile laik bir devlettir. Bu devlette bireyleri birbirine bağlayan bağ, aynı millete mensup olma bağıdır. Bir topluluğu ulus yapan ise birlikte yaşama istek ve iradesidir. Atatürk’ün öngördüğü devlet sistemi ulusal devlettir. Bu devlette siyasal güç ulusta olacaktır. Yani siyasal gücün kaynağı ve sahibi ne Tanrı ne de tek bir kişidir. İktidarın kaynağı da, sahibi de millettir. Egemenlik kayıtsız ve şartsız millete ait olacaktır. İktidarı kullanan kişiler yetkilerini doğrudan doğruya milletten alacaktır. Hiçbir şahıs, sınıf ya da zümre iktidarda hak iddia edemez ve hiç kimse milletten kaynaklanmayan bir gücü kullanamaz. Milli egemenlik ilkesi demokrasi yönetimini, halk yönetimini getirir. Milli egemenlik ilkesi demokrasi düşüncesinin uygulanış ve gerçekleşme biçimidir.

Cumhuriyet yönetiminin üstünlüğü diğer yönetimlerle karşılaştırıldığında ortaya çıkar. Gücünü ve yetkisini Tanrı’dan aldığını ve yalnız Tanrı’ya karşı öbür dünyada hesap vereceğini varsayan, düşünen; devleti ve ülkeyi özel mülkü kabul eden bir hükümdar-padişah-sultan-kral adı her neyse hiçbir kayıt kabul etmez. Böyle bir yönetimde milletin özgürlüğü, varlığı söz konusu dahi olamaz. Böyle olunca monarşi yönetimi demokrasi ve milli egemenlik ilkesi ile bağdaşmaz. Yönetimin belli kişilerin ve sınıfların elinde bulunması da kabul edilemez. Bu yönetim tarzı millete ait egemenliği kendi çıkarları için zorla ele geçirmesinden başka bir şey değildir.

O zaman demokrasi ile sultanlık-padişahlık arasındaki fark nedir? Milli egemenlik ilkesinin uygulaması olan demokrasi ile sultanlık-padişahlık arasındaki fark ise demokrasinin erdeme ve halka dayanan bir yönetim olmasına karşılık, sultanlık-padişahlık korku ve tehdide dayanan bir yönetimdir. Demokrasi, ahlaki erdeme dayanan bir yönetimdir.[1] Sultanlık, korku ve tehdide dayanan bir yönetimdir. Demokrasi yönetimi, erdemli ve namuslu insanlar yetiştirir. Sultanlık korkuya, tehdide dayandığı için korkak, alçak, sefil, rezil insanlar yetiştirir.

Bir yönetimin iyi ya da kötü olduğunu anlamak için bu yönetimin amaçlarını gerçekleştirip gerçekleştirmediğine bakmak gerekir. Ve yönetimlerin başlıca iki amacı vardır, biri milletin korunmasıdır, diğeri ise milletin refahının sağlanmasıdır. Bu iki amacı gerçekleştiren yönetimler iyi, gerçekleştirmeyenler ise kötüdür. Yüz yıllık cumhuriyet yönetimine baktığımızda da bu iki hususun layıkıyla yerine getirilmiş olduğunu görüyoruz.

Demokrasi, çelişkiler yerine dengeyi, uzlaşmazlıklar yerine barışı, ayrılık ve farklılıklar yerine birliği, parçalanmak yerine bütünleşmeyi hedef almış ve Türk toplumunun tarihsel niteliklerini kaynak kabul ederek bu topluma her şeyden önce iç ve dış barışı getirmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin özünde Atatürk’ün ve Türk milletinin mücadelesi, alın teri, emeği, çalışması, fikir ve düşünceleri vardır. Cumhuriyetin özünde akıl ve bilim vardır, millet vardır. Cumhuriyet Atatürk ve millet gerçeğidir. Şimdi bunu Atatürk’ün “benim en büyük eserim Cumhuriyettir” sözü bağlamında düşünürsek durumu daha iyi anlamış oluruz. Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin temel yapı taşı, temel ilkesi “Cumhuriyet’tir” ama demokratik bir cumhuriyettir. Demokratik bir Cumhuriyet rejiminin ne kadar büyük bir nimet olduğunu anlamak için Ortadoğu ülkelerine bakmanız yeterli olacaktır.

Son olarak, peki, gelecek ne getirecek? Pek çok bilim insanı demokrasi açısından, karanlık ve trajik bir döneme girileceğini iddia ediyor. Dünya’daki pek çok ülkenin, örneğin Türkiye gibi, demokratik olmayan sistemlere dönüşeceğini söylemekteler. Gelecek, bana kalırsa, kesin cevaplar verebilmek için çok belirsiz. Evet, dünya da, özellikle de Türkiye’de, demokrasinin krizde olduğu söylenebilir. Tramvaydan inilmiş hızlı trene binilmiş olabilir. Ancak buna rağmen demokrasi yok olmaya mahkûm değil. Deneyimler gösteriyor ki, demokratik kurumlar bir ülkede bir kere sağlam olarak kurulduktan sonra dikkate değecek kadar güçlü ve esnektirler. Demokrasiler, özellikle de Türkiye’de, karşılaştıkları sorunlarla başa çıkma konusunda beklenmedik bir yetenek göstermişlerdir. Ve Türkiye’de hala demokrasiyi arıyoruz…

Gökyüzünü karartmaz mı acaba

yetimlerin ve dulların tasası

kardeşim ne zaman dolacak söyle

insanoğlunun çilesi

ne zaman herkes alacak payını hürriyetten

ne zaman pervasız söyleyecek şarkısını

Attila İlhan

 

[1] Erdem: Ahlakın övdüğü, ahlaklı olmanın gerektirdiği doğruluk, yardımseverlik, yiğitlik, bilgelik, alçakgönüllülük, iyi yüreklilik, ölçülülük gibi niteliklerin ortak adıdır.

YORUMLAR

s

En az 10 karakter gerekli

Sıradaki haber:

Kadir İnanır yoğun bakıma alındı

HIZLI YORUM YAP