20 Mayıs 2024 itibariyle Covid-19 ile mücadelede aşılanan sayısı kişiye ulaştı.

1xbetbetpasmariobet
a
en iyi rulet siteleri

“Dürziler”

Tarihleri boyunca Dürziler, kısmen kasıtlı olarak, kısmen de ikiyüzlülük uygulamaları nedeniyle kendilerini dış meselelere karışmaktan uzak tutmuşlardır. Bunun mümkün olmadığı durumlarda, her iki tarafta da ayakları varmış gibi görünüyor, böylece sonuç ne olursa olsun fark edilmeden kazanan tarafta yer almalarını sağlıyorlar.

Dürziler, Suriye ve Lübnan’da yaşayan ve kendilerine özgü bir mezhepleri olan, Arap kökenli bir Müslüman topluluğudur.

OrtadoÄŸu’daki Dürzi topluluÄŸu Lübnan, Suriye ve Ä°srail’de bulunan üç ana gruba ayrılmıştır. Dürzilerin, ilk olarak MS 7. yüzyılda Teym Vadisine yerleÅŸen ve 11. yüzyılda Mısır’dan gelen misyonerler tarafından bugünkü inançlarına dönüştürülen Fars-Arap kökenli bir halk olduklarına inanılıyor. Gizlilikle çevrelenmiÅŸ dini inançları hakkında çok az ÅŸey biliniyor. Asıl yurtları olan Lübnan’dan, ÅŸu anda Suriye’de bulunan yerlerine on dokuzuncu yüzyılda göç etmeye baÅŸlamışlar ve 1860’taki Dürzi-Hıristiyan çatışmaları ile bu göç hızlanmıştır. Bugün, Orta DoÄŸu’daki Dürzi topluluÄŸunun sayısı yaklaşık 770.000 olup, esas olarak Lübnan (300.000), Suriye (400.000) ve Ä°srail (70.000) arasında bölünmüştür. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra yeni ulusal sınırların kurulması, topluluÄŸu üçe böldü; bunlardan ikisi Lübnan ve Suriye’de Fransız mandası altındaydı ve üçüncüsü, Filistin’deki Ä°ngiliz mandası altında.

Lübnan’daki toplum, Temsilciler Meclisi’nde temsil edilmelerine raÄŸmen esas olarak kendi iç politikalarıyla ilgilenmektedirler. Cebel Dürzi’de yoÄŸunlaÅŸtıkları ve Fransız Mandası altında özel bir statüye sahip oldukları Suriye’de, özellikle Ordu’da daha geniÅŸ bir nüfuza sahiptirler ve hâlâ büyük ölçüde asimile edilmemiÅŸ durumdadırlar. Ä°srail’de ise topluluk yavaÅŸ yavaÅŸ yarı özerk bir azınlık olarak özel bir statü kazanmıştır. 1948’den bu yana Ä°srail’de bir azınlık grubu oluÅŸturdukları Carmel Dağı’nda ve Celile’de yaÅŸamaktadırlar.

Ağırlıklı olarak Şii olmalarına rağmen, 950 yıllık varlığı boyunca Lübnan dağlarında büyük ölçüde izole olmuş ve kendi kendine yeten bir yaşam sürdüren gizli bir mezhep olarak kabul edilirler.

Kökenleri

Her ne kadar kendilerini Arap olarak görseler de Dürzilerin kökenlerine iliÅŸkin teoriler çoktur. Zamanla onların Hititler, Ä°srail’in kayıp bir kabilesi, Fransız haçlıların torunları, Medyanlar ve hatta Druidler olabileceÄŸi ihtimali ciddi olarak deÄŸerlendirildi, ancak kesin araÅŸtırmalar onların Ä°ran, Irak ve FarslaÅŸmış-Arap kökenli karışık bir halk olduklarını ortaya çıkardı.

Dürzi toplumuna kendi egemenliÄŸini dayatan büyük feodal ailelerin kökenleri daha da çeÅŸitlidir. Bunlardan ilki olan Beni Tanukh, bir Irak kabilesiydi ve bir zamanlar Hristiyan’dı. Onların yerini alan Ma’nlar, tıpkı Lübnan’daki Janbolatlar gibi muhtemelen Kürt’tü. Rakipleri Arslanlar Arap olduklarını iddia ediyorlar ama muhtemelen Ä°ranlılar ve Cebel Dürzi’deki AtraÅŸ boyu, Beni Tanukh’tan gelmelerine raÄŸmen büyük olasılıkla Orta Asya’dan gelen Türkmenlerdir. Bu nedenle Dürziler, hayatta kalmalarını ve homojenliklerini herhangi bir etnik baÄŸdan ziyade dinlerinin özelliklerine ve ayrıcalıklığına borçlu olan, karışık geçmiÅŸlere sahip bir halktır.

Tarihleri

Varlıklarının ilk bin yılı boyunca Dürziler büyük ölçüde Lübnan’ın güney daÄŸlarında, Hermon Dağı’nın yamaçlarında yaÅŸadılar. Bu sürenin büyük bir bölümünde bağımsızlıklarını ve özgürlüklerini savunmak için Mısırlılar, Haçlılar, Memlükler, Osmanlı Türkleri ve son olarak Fransızlar ve Suriyeliler ile savaÅŸ halindeydiler. Sık sık yenilgiye ve baskıya maruz kalmalarına raÄŸmen, kendilerini özerk ve ayrıcalıklı bir topluluk olarak korumayı baÅŸardılar.

On altıncı ve on yedinci yüzyılın baÅŸlarında güçlerinin zirvesindeydiler ve bundan sonra düşüşe geçmiÅŸ olsalar da, on dokuzuncu yüzyılın baÅŸlarında Mısır’ın Suriye’yi iÅŸgali sırasında Ä°brahim PaÅŸa’nın onları silahsızlandırma giriÅŸimlerine baÅŸarıyla direnecek kadar güçlüydüler. 19. yüzyılın ortalarında, Lübnan Dağı’ndan, ÅŸu anda Havran’daki Jebal Dürzilerin bulunduÄŸu yere doÄŸru düzenli bir göç baÅŸladı ve bu göç, 1860’ta Dürziler ve Marunîler arasında patlak veren toplumlar arası ciddi ÅŸiddet nedeniyle hızlandı. Bu kısmen dini bir mücadeleydi, ancak çoÄŸunlukla Hıristiyan topluluÄŸunun Dürzi efendilerine karşı bir isyanıydı. Her iki taraf da büyük kayıplar yaÅŸadı ve bunun sonucunda orijinal anavatanlarındaki Dürzi nüfusu azaldı ve siyasi yaÅŸamları, Havran ovasının üzerinde aniden yükselen ve daha önce seyrek yerleÅŸime sahip olan Jebal Dürzi’de odaklanmaya baÅŸladı. Bu bölge volkanik kökenli olduÄŸu için geniÅŸ lav kuÅŸaklarıyla çevrelenmiÅŸlerdir, bu da eriÅŸimi zorlaÅŸtırır ve dolayısıyla Dürziler için çok uygun bir coÄŸrafyadır.

Fransızların Marunîler lehine müdahalesi, Birinci ve Ä°kinci Dünya SavaÅŸları sırasında Suriye toplumunun hafızasında yer eden bir Ä°ngiliz-Dürzi iliÅŸkisinin doÄŸmasına neden oldu. Bu iliÅŸki ilk olarak Mısır’ın 1841’de Suriye’den çekilmesinden sonra, Åžam’daki Ä°ngiliz Konsolosunun bazı Dürzi liderlerini Türklere karşı korumak için müdahale etmesiyle kuruldu. Benzer olaylar, Konsolosun selefinin Dürzi çıkarlarının ÅŸefaatçisi ve koruyucusu rolünü sürdürdüğü 1860’taki toplumsal sorunlardan sonra da devam etti. 1954’te Suriye Devlet BaÅŸkanı Çiçekli’nin Dürzilerle başı dertteyken, Suriye basını huzursuzluÄŸun kaynağının Ä°ngilizler olduÄŸunu yazıyordu.

Lübnan Dağı’ndaki ve Cebel Dürzi’deki Türk yönetimi, sonunda Lübnan ve Suriye’den çekildikleri 1918 yılına kadar büyük ölçüde ismen varlığını sürdürdü ve sonrasında Dürziler kendilerini üç ayrı ulusal devlet haline gelen Suriye, Lübnan ve Lübnan arasında bölünmüş halde buldular.

Dürzi topluluğu, bir yaşlılar konseyinin yardım ettiği Zaim (Muhtar) tarafından yönetilen ve periyodik olarak yeniden tahsise tabi olan toprakların genellikle ellerinde bulunduğu köylerde örgütlenmiştir. Ortaçağ ataerkil feodal sistemi hâlâ varlığını sürdürüyor ve topluluk, bağlılığını aristokrat aile grupları arasında paylaştırıyor. Dürzi toplumunda ayrıcalık ve kalıtsal etki önemlidir. Çok katı bir ahlaki kuralları vardır, ancak suçlunun yeterince güçlü olması ve davranışı için uygun mazeretler sunabilmesi koşuluyla bu ihlal edilebilir.

Tarihleri boyunca Dürziler, kısmen kasıtlı olarak, kısmen de ikiyüzlülük uygulamaları nedeniyle kendilerini dış meselelere karışmaktan uzak tutmuÅŸlardır. Bunun mümkün olmadığı durumlarda, her iki tarafta da ayakları varmış gibi görünüyor, böylece sonuç ne olursa olsun fark edilmeden kazanan tarafta yer almalarını saÄŸlıyorlar. Birkaç örnek vermek gerekirse, Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda bir grup Dürzi, Fransızlara karşı Emir Faysal adına savaÅŸtı, ancak diÄŸerleri tamamen Fransız yanlısıydı ve Fransızlar Åžam’ı iÅŸgal ettiÄŸinde Dürziler, Fransızlarla ilk anlaÅŸmaya varanlar arasındaydı. Benzer ÅŸekilde, Filistin’deki Arap isyanı sırasında (1936-39) isyancı güçler arasında çok sayıda Dürzi vardı. Öte yandan Ä°ngiliz birliklerine yardım etmek üzere düzensiz bir Dürzi birliÄŸi teklif edildi. Benzer ÅŸekilde, 1941’de Dürzi Lejyonu, Vichy Fransızlarını Suriye ve Lübnan’dan uzaklaÅŸtıran Müttefik iÅŸgal gücünün bir parçasını oluÅŸturuyordu, ancak benzer bir güç olan grup Dürzi onlara karşı savaşıyordu. 1948 Arap-Ä°srail savaşında Dürziler her iki tarafta da savaÅŸtı ve Celile ile Karmel Dağı Dürzileri yeni Ä°srail devletine sessizce yerleÅŸtiler. Son olarak, Ä°srailliler Haziran 1967’de Suriye ordusunu sürdüğünde, Celile’ye bakan Golan Tepeleri’ndeki Dürziler kaçmayan tek bölge sakinleriydi.

Dini İnançları

Çevrelerindeki gizlilik nedeniyle Dürzi inançları hakkında çok az ÅŸey biliniyor. Bunlar, yaklaşık 1017 yılında Kahire’den kaçan ve Teym Vadisine sığınan iki Ä°ranlı misyoner tarafından, altıncı Fatımi Halifesi Al Hâkim Ä°bn Mansur’un (997-1021) tanrısallığına dair sapkın bir inanca dönüştürülen Ä°smaillilerdir. Ä°simleri bunlardan ilki olan Muhammed Ä°smail el Darazi’den gelmektedir, ancak hareketin gerçek kurucusu olan ve Batıniye’nin ezoterik Ä°smailli mezhebine mensup olan onun öğretmeni ve nihai düşmanı Hamza Ali Ahmed’dir. Al Darazi, onların inançlarında özel bir yere sahiptir.

Mezhep bir kez kurulduktan sonra yeni taraftarları kabul etmeyi reddederek kendisini neredeyse anında izole etti. Hamza’nın baÅŸ müridi Bahaeddin el Mugtana’nın 1031’de ölümü üzerine, “merhamet zinciri kopmuÅŸ” ve daha fazla kabule izin verilmemiÅŸtir ve bu nedenle mevcut cemaat, Teym Vadisine yerleÅŸen orijinal on birinci yüzyıl mezhebinin doÄŸal bir uzantısıdır.

Gizli bilgelik kitaplarında yer alan Dürzi doktrini ezoterik ve belirsizdir, ancak genel olarak onların, sonuncusu Halife El Hakim’inki olan ve arkasında bir perde olan Tanrı’nın periyodik tezahürlerine inandıkları söylenebilir. Tanrı’nın ilahi doÄŸası gizli kalır. DiÄŸer açılardan dinleri, Ä°smailli felsefesi çerçevesinde yer alan pagan, Yahudi, Hıristiyan ve Müslüman inançlarının seçmeli bir karışımı gibi görünmektedir.

Onlar, kadere ve ruhların göçüne inanırlar ve Ortodoks Ä°slam’ın beÅŸ ÅŸartını reddederler ve onların yerine Hamza’nın yedi emrini koyarlar:

  1. Gerçeğe saygı (ancak yalnızca Dürziler arasında, zulmün sonucu olarak ortaya çıkan bir yolsuzluk);
  2. Dürzi topluluğunun güvenliği ve korunmasına saygı;
  3. diğer tüm inançlardan vazgeçilmesi;
  4. Şeytanı inkâr etmek ve yanılmak;
  5. El Hâkim’de açıklanan ilahi birliğin kabulü;
  6. kararlarının sorgusuz sualsiz kabulü;
  7. O’nun ilahi iradesine mutlak itaat.

Yapı itibariyle toplumun büyük bir kısmı, yani cahiller, dinlerinden etkilenmezler. Yedi ilkeyi anlıyorlar, ancak bunun dışında uzun ve zorlu bir deneme süresinden sonra toplumun geri kalanından kendi nitelikleriyle ayrılan küçük ve ayrıcalıklı bir sınıf tarafından yönlendirilmekten memnunlar. Bunların arasında daha da nadir bir grup olan mükemmeller vardır.

Taklit etme uygulaması aşırı boyutlara taşınıyor ve bu da onların, aralarında yaşadıkları kişilerin dinine dıştan bağlı olduklarını iddia etmelerine olanak tanıyor. Bu nedenle ve ayinlerinin gizliliği nedeniyle sık sık dinsiz bir toplum olmakla ve ahlak dışı uygulamalarla suçlanmışlardır.

Dürziler, geçtiÄŸimiz bin yıl boyunca inançlarını, geleneklerini ve sosyal yapılarını aÅŸağı yukarı korumaları nedeniyle fosilleÅŸmiÅŸ bir topluluk olarak tanımlanıyor. Dahası, dağılma ve baskıya raÄŸmen, tarihleri boyunca onlara dikkate deÄŸer bir homojenlik kazandıran güçlü bir klan ruhunu korumuÅŸlardır. Åžu anda üç ayrı topluluÄŸa bölünmüş durumdalar ve bu topluluÄŸa özgülükleri, altında yaÅŸadıkları Hükümetler için garip sorunlar teÅŸkil edebilmektedir. Ancak birleÅŸik liderlik veya birleÅŸik bir politika olarak tanımlanabilecek herhangi bir ÅŸeyin eksikliÄŸi, bunu ihtimal dışı kılmaktadır. Bu eksiklik hiç kuÅŸkusuz, kısmen yaÅŸamak zorunda oldukları koÅŸulları kabullenmiÅŸ gibi görünmek konusundaki ikiyüzlülük alışkanlıklarından, kısmen de kendi iç bölünmelerinden ve Suriye, Lübnan ve Ä°srail’deki konumlarını ve özerkliklerini birleÅŸtirmek yerine sürdürmelerinden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle, bir araya gelmeleri pek mümkün görünmüyor ve toplulukları kendi geleneksel yaÅŸam tarzlarını takip etmelerine izin verildiÄŸi ve hakları ihlal edilmediÄŸi sürece, kendi baÅŸlarına yaÅŸamaya devam edecekler ve çevrelerine çok az sorun yaratacaklar gibi görünüyor. Yalnızca Suriye’de, Ordudaki nüfuzları nedeniyle, mesafeli titizlik tutumlarını bir kenara bırakıp ulusal siyasete dâhil olmaları muhtemeldir, ancak burada bile, kendilerini bir ülke olarak ittifaka sokarak siyasi dengeyi deÄŸiÅŸtirmekten daha fazlasını yapabilecekleri görülmemektedir. Ancak genel olarak tarihleri, onların dayanıklı bir halk olduÄŸunu ve eÄŸer merkezi kontrol çok ağır bir ÅŸekilde empoze edilirse, özgürlükleri olarak düşündükleri ÅŸeyi savunmak için ÅŸiddetle ve inatla tepki göstereceklerini göstermiÅŸtir.

YORUMLAR

s

En az 10 karakter gerekli

Sıradaki haber:

Son 53 yılın en sıcak ocak ayı

HIZLI YORUM YAP