19 Nisan 2024 itibariyle Covid-19 ile mücadelede aşılanan sayısı kişiye ulaştı.

1xbetbetpasmariobet
a
en iyi rulet siteleri
Prof Dr. Behçet Kemal Yeşilbursa

Prof Dr. Behçet Kemal Yeşilbursa

21 Mart 2024 Perşembe

Benim naçiz vücudum, bir gün elbet toprak olacaktır; fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet yaşayacaktır

Benim naçiz vücudum, bir gün elbet toprak olacaktır; fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet yaşayacaktır
1

BEĞENDİM

ABONE OL

Sevgili dostlar, öncelikle 29 Ekim Cumhuriyet Bayramınızın 99. yıldönümünü gönülden kutluyorum. Cumhuriyet Bayramımız ülkemizin her yerinde, her ferdi tarafından sevinç ve coşkuyla kutlansın. Çünkü Türk milleti için Cumhuriyet Bayramı, milli birlik ve beraberliğin, toplumsal dayanışmanın bir simgesidir. Ve bize Cumhuriyeti armağan eden Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ruhu şad olsun.

Atatürk bir sözünde şöyle diyor;

Benim naçiz vücudum, bir gün elbet toprak olacaktır; fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet yaşayacaktır. Ve Türk milleti emniyet ve saadetinin kefili olan ilkelerle, medeniyet yolunda, tereddütsüz yürümeye devam edecektir.

Evet, bu sözde ifade edildiği gibi bugün belki Atatürk cismen, bedenen aramızda yok, fakat fikir ve düşünceleriyle aramızdadır ve yaşamaktadır. Daha da önemlisi en büyük eserim dediği “Cumhuriyet” yani “Türkiye Cumhuriyeti” yaşamaktadır ve Atatürk’ün dediği gibi sonsuza kadar da yaşayacaktır.

Milli Bayramların Anlam ve Önemi

Toplumların, inançları ve gelenekleri doğrultusunda ayin, festival, şenlik ve bayram gibi etkinlikleri eski çağlardan itibaren yaptıkları bilinmektedir. Milli bayram olgusu ise milliyetçiliğin doğması ile Fransız İhtilalinden sonra başlamıştır. Milli bayram, geçmişten farklı olarak toplumlarda milli duyguların ifade edildiği sembollerden biri olmuştur.

Bu bayramlar, iktidar tarafından yeni rejimin ortaya çıkardığı yeni değerlerin halka benimsetilmesinin ve milli bir bilinç oluşturulmasının aracı olarak kullanılmıştır. Ayrıca, yeni oluşturulmuş değerlerin nesilden nesile aktarılması amacını da taşımışlardır.

En basit tanımıyla, bir toplumun önem verdiği bir olayı her yıldönümünde çeşitli etkinliklerle hatırlaması kutlama veya anmadır. Bir başka ifadeyle toplumların, değerlerini onu temsil eden sözcük ve sembollerle hatırlamasıdır.

Söz konusu etkinlikler, geçmiş olayların temsili olduğu için, geçmişi insan aklında tutmaya yarar. Yapılan bu etkinliklerle geçmişte meydana gelmiş olay canlandırılır. Amaç insanların duygularını harekete geçirerek geçmişle bütünleşmesini sağlayıp olayın zihinlerde kalıcılığını sağlamaktır.

İlk kez Batı’da kutlanmaya başlayan milli bayramlar Türk toplumunda ilk olarak İkinci Meşrutiyet’ten itibaren görülmeye başlanmıştır. Mesela 1909’da itibaren Osmanlı devletinin kuruluş günü (27 Ocak 1299) “İstiklal-i Osmani Günü” olarak kutlanmaya başlanmıştır. Yine 1909’dan itibaren İkinci Meşrutiyetin ilan tarihi 23 Temmuz 1908 “Hürriyet Bayramı” olarak kutlanmaya başlanmıştır. Bunun yanı sıra 2 Mayıs 1916’da “Çocuklar Bayramı”, ve 29 Nisan 1916’da da “İdman Bayramı” kutlanmıştır. Ayrıca 1908’den itibaren “Amele Bayramı” nın da kutlanmış olduğunu görüyoruz. Ancak milli bayram olgusu gerçek anlamını milli bir kimlikle 29 Ekim 1923’te kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde bulmuştur.

Batı’da başlayan milliyetçilik akımları sonucunda kurulan milli devletler daha önceki düzenlerini değiştirmek ve yeni yapılarını oluşturabilmek için bir takım çabalara girmişlerdir. Bu bağlamda yeni değerler oluşturmaya başlamışlardır.

Milli bayramlar, milli marşlar ve milli günler tertip edilmiştir. Amaç hem meşruiyetlerini kabul ettirmek, hem de kalıcı olabilmek için gelecek nesillere miras bırakmak olmuştur. Türkiye’de de bu akım kendini hissettirmiş ve Osmanlı Devleti’nden itibaren milliyetçiliğe bağlı yeni değerler ve kutlamalar görülmeye başlamıştır.

Bayramların nasıl ve ne zamandan itibaren kutlandığını bilmek önemlidir. Ülkelerin tarihsel olarak geçirdikleri evreler ve önemli günleri o ülkelerin milli bayramları olmuştur. Bu bağlamda, Türkiye’de de özellikle Milli Mücadele dönemi olayları milli günleri oluşturmuştur. Mesela 19 Mayıs, 23 Nisan, 30 Ağustos ve 29 Ekim gibi. Bu milli bayramların ilk kutlanış tarihleri ve bugünkü isimlerini almaları ile ilgili gelişmeler en az kutlama biçimleri kadar önemli bir konudur. Ancak biz bugün konumuz gereği sadece Cumhuriyet Bayramı kutlamalarına değineceğiz.

Cumhuriyet bayramı, Cumhuriyetin ilanının ilk yıldönümünden itibaren kutlanmaya başlanmıştır. Daha sonra 19 Nisan 1925’de çıkarılan kanun çerçevesinde resmi olarak ve bir program çerçevesinde kutlanmaya başlanmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında Cumhuriyet bayramları daha coşkulu, anlamlı, tam bir bayram havası içerisinde ve titizlikle hazırlanmış programlar çerçevesinde kutlanmıştır. Atatürk’ün bizzat kutlamalara katılması bayramın coşkusunu artıran en önemli etkenlerden biri olmuştur. Atatürk döneminde en coşkulu kutlanan Cumhuriyet bayramı onuncu yılda yapılmıştır. Türkiye onuncu yıl kutlamalarını ihtişamlı bir şekilde yaparak bu yolla dünyaya Türkiye Cumhuriyeti’nin güçlü bir şekilde ayakta durduğu mesajını verme amacını da taşımıştır. İnönü döneminde İkinci Dünya Savaşına rağmen Cumhuriyet bayramı kutlamaları Atatürk döneminde olduğu gibi aksatılmadan ve titizlikle uygulanmıştır. Demokrat parti döneminde ise kısır iktidar-muhalefet çekişmesi toplumun hemen hemen tüm kesimlerinde huzursuzluğa neden olduğu gibi yaşananlar Cumhuriyet bayramı kutlamalarına da ciddi gölge düşürmüş ve her yıl geçen yıl daha da özensiz bir biçimde yapılan programlar ile eski bayram coşkusu iyice yitirilmiştir. Fakat 1960 yılı Cumhuriyet bayramı kutlamaları, yeni bir umudun başlangıcı ve daha güzel günlerin geleceği beklentisi olmuştur. Ancak ne yazık ki bu beklentimiz halen devam etmekte olup, güzel günlerin belki yarın belki yarından da yakın olacağı umudunu taşıyoruz.

Sonuç olarak, 1925 yılından itibaren resmi anlamda milli bayram olarak kutlanmaya başlayan Cumhuriyet bayramlarının yaşanan tüm iç ve dış gelişmelerden etkilendiği, özellikle Atatürk sorası dönemlerde günümüze kadar bayram kutlamalarında, zamanla eski önem ve coşkunun giderek azaldığı görülmektedir. Lakin Cumhuriyetin 100. Yılının tüm yurtta büyük bir coşkuyla ve görkemli bir şekilde kutlanacağına gönülden inanıyoruz.

Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi bildiğim kadarıyla Türkiye’de tek vakıf  (İzzet Baysal Vakfı) destekli devlet üniversitesi. Üniversite açıldığında büyük hayırsever rahmetli İzzet Baysal’a soruyorlar, “en büyük eseriniz yani üniversiteniz bugün açıldı, ne hissediyorsunuz”. Rahmetli şöyle cevap veriyor, “birincisi üniversite benim değil, devletimin ve milletimindir, ikincisi benim en büyük eserim üniversite değil İzzet Baysal Vakfı’dır. Eğer ben bu vakfı kurmamış ve tüm mal varlığımı da bağışlamamış olsaydım başta üniversite olmak üzere tüm bu eserler olmazdı”.

Şimdi bunu Atatürk, Cumhuriyet ve kazanımları bağlamında düşünürsek, Atatürk ne diyor, “benim en büyük eserim Cumhuriyettir”, dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin temel yapı taşı “Cumhuriyet’tir”, ve Cumhuriyet olmadan da ne kazanımları ne de eserleri olacaktı.

Neden Cumhuriyet?

Çünkü Cumhuriyet, devleti idare edenlerin seçimle iş başına geldiği yönetim şeklidir. Bugün dünyada birçok devlet cumhuriyet rejimiyle yönetmektedir. Cumhuriyetle yönetilen ülkelerde egemenlik milletindir ve millet, devleti yönetecek kişileri kendisi seçerek kendi kendini yönetmiş olur. Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemi ile devlet şekli demektir. Zira Demokrasi ilkesinin en çağdaş ve mantıkî uygulamasını sağlayan hükümet şekli, cumhuriyettir.

Çünkü cumhuriyet halk demektir, millet demektir, halkın/milletin kendi kendisini yönetmesi demektir. Başında bir sultanın, padişahın, despotun, diktatörün olmadığı rejimdir.

Çünkü “cumhuriyet (özellikle) kimsesizlerin kimsesidir”. Fakat bugün, Cumhuriyetin 99. yılında, maalesef ne “kimsesizler” yani halk ne de “kimsesizlerin kimsesi” cumhuriyet bazılarımızın gündeminde değil.

“Kimsesizlerin kimsesi olarak cumhuriyet” fikri aslında adı konmamış bir sosyal devlet yönelimidir. Ancak sosyal olmayan bir cumhuriyetin “kimsesizlerin kimsesi” olması da bir temenniden öteye gidemez.

“Eşitlik – özgürlük – kardeşlik” ideallerinden doğan cumhuriyet bugün sermayenin saltanatına dönüşmüş halde. Dolayısıyla bugün “kimsesizler” himmete, sadakaya muhtaç halde. Oysa cumhuriyet fikrinin temelinde insanın kaderini başka insanların insafına terk etmemek yatar.

Çünkü cumhuriyet eşitlik rejimidir. Cumhuriyet yönetimlerinin temel direklerinden biri eşitliktir. İkinci temel direği ise özgürlüktür. Monarşi / Krallık / Sultanlık / Padişahlık ise ayrıcalıklar rejimidir. Bu rejimlerde eşitlik ve özgürlük yoktur.

Kısaca Cumhuriyet;

  1. egemenliğin kaynağının millete ait olduğunu kabul eden devlet şeklidir.
  2. seçim esasına dayanan bir yönetim şeklidir. Seçme ve seçilme hakkının belli bir kişiye, belli bir gruba ya da belli bir sınıfa ait olmayıp; bütünüyle millete ait olmasıdır.
  3. her şeyden önce kamu yararını ön planda tutan, kamu yararına dayanan bir yönetim şeklidir. Gücünü, geniş halk kitlesinden ve millet iradesinden alır.
  4. egemenliğin bir kişiye, bir gruba ya da bir sınıfa değil, doğrudan millete ait olduğu bir rejimdir.
  5. bütün vatandaşları yasa önünde eşit sayar, onlar arasında hiçbir ayrıcalık tanımaz, onların devlet yönetimine eşit olarak katılımını sağlar. Vatandaşların temel hak ve özgürlüklerini devlet teminatı altına alır.
  6. akla, mantığa, bilime, toplumun gereklerine en uygun ve insana değer veren bir yönetim biçimidir. Cumhuriyet rejimi, düşünce serbestliği taraftarıdır. Dolayısıyla insanın, toplumun gelişme ortamını hazırlayan ve koruyan en iyi yönetim biçimidir.

Devleti bir kişi, bir azınlık ya da çoğunluk yönetebilir

Monarşi / Krallık / Sultanlık / Padişahlık / Tiranlık / Diktatörlük gibi rejimler tek kişinin kendi çıkarları için devleti yönetmesidir.

Aristokrasi / Oligarşi varlıklı, zengin bir azınlığın, sınıfın kendi çıkarları için toplumu yönetmesidir.

Cumhuriyet / Demokrasi ise halkın çıkarı için toplumun/devletin yine halk tarafından yönetilmesidir. Yani cumhuriyet ve demokrasi çoğunluğun, halkın yönetimidir. Halk, devleti seçtiği temsilciler vasıtasıyla yönetir.

Cumhuriyet yönetimi, halkın bütününün egemen güce yani devlete sahip olmasıdır. Yani devlet monarşilerde / krallıklarda / sultanlıklarda / padişahlıklarda olduğu gibi kişiye ait özel mülk değildir, milletin tamamına aittir.

Demokrasi, halkın hem yöneten hem de yönetilen durumda olduğu bir yönetim biçimidir. Yani oyu ile iradesini açıklayan halk yönetendir.

Her yönetim, varlığını sağlayan bir ilkeye dayanır

Cumhuriyetin / Demokrasinin ilkesi de siyasal erdemdir. Yani yurt sevgisidir, ülke çıkarlarını kişisel çıkarların üstünde tutmadır, bencillikten, açgözlülükten, kişisel tutkulardan, hırs ve isteklerden fedakârlıktır. Velhasıl siyasal erdem, yasalara saygıdır.

Kısaca cumhuriyet rejimlerinde / demokrasilerde hiç kimse yasaların / hukukun üstünde değildir. Yasalara saygının bittiği yerde demokrasi bozulur. Devlet tükenir. Cumhuriyeti / Demokrasiyi ayakta tutan tek güç siyasal erdemdir, siyasal ahlaktır.

Demokrasilerde emir veren de emir alan da eşittir. Demokrasilerde yasaları yapan da uygulayan da egemen gücün yani toplumun kendisidir. Hükümet ise egemen gücün sadece bir aracıdır.

Yönetimlerin bozulması ilkelerin bozulması ile başlar

Cumhuriyet / demokrasi eşitlik ilkesinin kaybolması ile bozulur. Cumhuriyet / demokrasi yönetiminin bozulmasının bir nedeni de yönetim kadrosunun daralmasıdır.

Yönetici kadrosunun daralması ise demokrasiden aristokrasiye, aristokrasiden monarşiye ve nihayet monarşiden diktatörlüğe geçiş demektir.

Cumhuriyetin / demokrasinin temel ilkesi olan eşitlikten kolaylıkla bireyciliğe yani kişi egemenliğine kayılabilmektedir.

İşte, cumhuriyetin / demokrasinin karşılaştığı sorunlardan biri buradan kaynaklanır. Diğer tehlikeler ise anarşi ve despotizmdir. Yasa tanımaz aşırı özgürlük anarşiyi, özgürlüklerin aşırı kısıtlanması da despotizmi doğurur.

Cumhuriyet ve Demokrasi toplumların kaçınılmaz geleceğidir. Demokraside insanlar gerçekten mutlu olmasalar bile mutsuz da olmayacaklardır.

Ancak basın özgürlüğü olmadan da demokrasi olmaz. Basın özgürlüğü demokrasi için son derece önemlidir. Yani haber alma özgürlüğü ama doğru haber alma.

Devletin hayat damarı egemen otoritedir, yani yasama organıdır, yani meclistir. Yasama devletin kalbidir. Yürütme de devletin tüm diğer organlarını hareket ettiren beynidir.

Beyin felç olduğu zaman insan yine de yaşayabilir ama kalp durduğu zaman hiçbir canlı yaşayamaz. Bu nedenle devlet yasama gücüyle yaşar.

Atatürk’ün ilk iş olarak 23 Nisan 1920’de niye meclisi açmış olduğunu şimdi daha iyi anlayabiliyoruz. Yine 15 Temmuz 2016’da niye TBMM’ye saldırıldığını şimdi daha iyi anlayabiliyoruz. Zira birincisinde milleti var etme, ikincisinde ise milleti yok etme düşüncesi vardır.

Aslolan Demokratik Cumhuriyettir

Cumhuriyeti betonarme karkas (demirli betonla yapılmış yapı) bir bina olarak düşünün. Onun değeri, sizin onun dışını ve içini nasıl döşediğinize bağlı olacaktır. Yani o binanın içini/odalarını demokrasi ve insan hakları ile mi, hukukun üstünlüğü ile mi, adalet ile mi, eşitlik ve özgürlükle mi, dışını “yurtta barış dünyada barış” felsefesiyle yani iyi bir dış politika ile mi, velhasıl ne ile ve nasıl döşediğiniz o binanın o cumhuriyetin niteliğini ortaya koyacaktır. Yani demem şu ki, eğer ortada bir eksiklik, yanlışlık varsa, o yanlışlık cumhuriyet rejiminde değil sizdedir, sizin tutum ve davranışlarınızdadır.

Ünlü sosyolog İbn-i Haldun der ki,

Devletler için tarihin bir döngüsü vardır. Hemen hemen her devlet her 100-150 yıl arasında ya kendini yeniler zamana ayak uydurur yaşamaya devam eder ya da tarihin tozlu raflarında yerini alır. Bu bağlamda Osmanlı Devleti kuruluşundan itibaren kendisini dört defa yenilemiştir, zamanın ruhuna ayak uydurmuş ve yaşamaya devam etmiştir. Ancak yirminci yüzyıl başlarında bunu başaramadığı için tarihe mal olmuştur. Fakat millet ve yöneticileri yani Mustafa Kemal Atatürk zamanın ruhunu kavramış, yeni bir devlet kurmuş ve bu devleti de cumhuriyet ile taçlandırmıştır. Mesele bundan ibarettir.

Atatürk ve Cumhuriyet

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk, iyi bir asker, iyi bir devlet adamı olduğu kadar aynı zamanda iyi bir fikir adamıdır.

Atatürk bir eylem adamıdır, bir devrimcidir. Devrimlerinin hedefi de Türk toplumunu çağdaş, uygar bir toplum ve devlet yapısına kavuşturmaktır.

Peki, bu çağdaş modern devletin siyasi, sosyal ve ekonomik yapısı nasıl olacaktır?

Atatürk’ün devlet anlayışı bireyci, özgürlükçü, eşitlikçi, demokratik ve laik bir devlet anlayışıdır.

Bu devlet anlayışının sosyal yapısı bireye dayanacaktır. Birey devletin, toplumun kaynağı ve aynı zamanda da amacı olacaktır. Yani her türlü hakkın kaynağı birey olacaktır. Çünkü özgür olan ve sorumluluk duygusuna sahip olan tek varlık yalnızca insandır. Dolayısıyla devletin temeli ve amacı da bireydir ve haklarının korunmasıdır.

Atatürk özgürlüklerin demokrasi ilkesine dayalı cumhuriyet yönetiminde gerçekleşebileceğini söyler. Çünkü demokrasi yönetimi özgürlükleri tanır, onlara saygı gösterir ve onları korur.

Atatürk’ün öngördüğü devlet sistemi her yönü ile laik bir devlettir.

Bu devlette bireyleri birbirine bağlayan bağ, aynı millete mensup olma bağıdır. Bir topluluğu ulus yapan ise birlikte yaşama istek ve iradesidir.

Atatürk’ün öngördüğü devlet sistemi ulusal devlettir.

Bu devlette siyasal güç ulusta olacaktır. Yani siyasal gücün kaynağı ve sahibi ne Tanrı ne de tek bir kişidir. İktidarın kaynağı da, sahibi de millettir. Egemenlik kayıtsız ve şartsız millete ait olacaktır. İktidarı kullanan kişiler yetkilerini doğrudan doğruya milletten alacaktır. Hiçbir şahıs, sınıf ya da zümre iktidarda hak iddia edemez ve hiç kimse milletten kaynaklanmayan bir gücü kullanamaz.

Milli egemenlik ilkesi cumhuriyet yönetimini, halk yönetimini getirir. Milli egemenlik ilkesi demokrasi düşüncesinin uygulanış ve gerçekleşme biçimidir.

Cumhuriyet yönetiminin üstünlüğü diğer yönetimlerle karşılaştırıldığında ortaya çıkar.

Gücünü ve yetkisini Tanrı’dan aldığını ve yalnız Tanrı’ya karşı öbür dünyada hesap vereceğini varsayan, düşünen; devleti ve ülkeyi özel mülkü kabul eden bir hükümdar/padişah/sultan/kral adı her neyse hiçbir kayıt kabul etmez.

Böyle bir yönetimde milletin özgürlüğü, varlığı söz konusu dahi olamaz. Böyle olunca monarşi yönetimi demokrasi ve milli egemenlik ilkesi ile bağdaşmaz.

Yönetimin belli kişilerin ve sınıfların elinde bulunması da kabul edilemez. Bu yönetim tarzı millete ait egemenliği kendi çıkarları için zorla ele geçirmesinden başka bir şey değildir.

O zaman Cumhuriyet ile sultanlık / padişahlık arasındaki fark nedir?

Milli egemenlik ilkesinin uygulaması olan cumhuriyet ile sultanlık / padişahlık arasındaki fark ise cumhuriyetin erdeme dayanan bir yönetim olmasına karşılık, sultanlık / padişahlık korku ve tehdide dayanan bir yönetimdir.

Cumhuriyet, ahlaki erdeme dayanan bir yönetimdir.[1] Sultanlık, korku ve tehdide dayanan bir yönetimdir. Cumhuriyet yönetimi, erdemli ve namuslu insanlar yetiştirir. Sultanlık korkuya, tehdide dayandığı için korkak, alçak, sefil, rezil insanlar yetiştirir.

Bir yönetimin iyi ya da kötü olduğunu anlamak için bu yönetimin amaçlarını gerçekleştirip gerçekleştirmediğine bakmak gerekir.

Ve yönetimlerin başlıca iki amacı vardır, biri milletin korunmasıdır, diğeri ise milletin refahının sağlanmasıdır. Bu iki amacı gerçekleştiren yönetimler iyi, gerçekleştirmeyenler ise kötüdür.

99 yıllık cumhuriyet yönetimine baktığımızda da bu iki hususun layıkıyla yerine getirilmiş olduğunu görüyoruz.

Cumhuriyet, çelişkiler yerine dengeyi, uzlaşmazlıklar yerine barışı, ayrılık ve farklılıklar yerine birliği, parçalanmak yerine bütünleşmeyi hedef almış ve Türk toplumunun tarihsel niteliklerini kaynak kabul ederek bu topluma her şeyden önce iç ve dış barışı getirmiştir.

Türkiye Cumhuriyetini mucize olarak da tarif edemeyiz. Özünde Atatürk’ün ve Türk milletinin mücadelesi, alın teri, emeği, çalışması, fikir ve düşünceleri vardır. Cumhuriyetin özünde akıl ve bilim vardır, millet vardır. Cumhuriyet Atatürk ve millet gerçeğidir.

Demokratik bir Cumhuriyet rejiminin ne kadar büyük bir nimet olduğunu anlamak için Ortadoğu ülkelerine bakmanız yeterli olacaktır.

Sevgili dostlar,

Ancak şunu bilmeliyiz ki, milletimiz / devletimiz / cumhuriyetimiz dün olduğu gibi bugün de bazı iç ve dış mihrakların/düşmanlarının hedefi olmaktan kurtulamamıştır. Bugün içte ve dışta yaşadığımız, milletimize / cumhuriyetimize yönelik düşmanca oyunlar Türk milletinin birlik ve beraberliğini, toprak bütünlüğünü bozmaya yöneliktir. Bu geçmişte olduğu gibi bugün ve gelecekte de olacaktır. Ancak Türk milleti geçmişte olduğu gibi gelecekte de bu tür oyunları birlik ve beraberlik içinde bozacaktır.

Sevgili dostlar,

Bugün yaşanan bütün olumsuzluklara rağmen biz inanıyoruz ki; başta Atatürk ilke ve devrimleri olmak üzere milli ve çağdaş değerlere bağlı, insanını çağın gerektirdiği bilimsel ve teknolojik gelişmelere uygun bir şekilde eğitmiş, güçlü bir Türkiye, üzerinde oynanan çirkin oyunlara son vereceği gibi jeostratejik ve jeopolitik yeri itibariyle dünya barışının ve bugünkü mevcut uluslararası dengenin mihenk taşını teşkil edecektir. Bunlar, yani tüm olumsuzluklar, sorunlar bir gün elbet bitecektir, mazi olacaktır, fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.

Sözlerimi büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün şu güzel sözüyle bitirmek istiyorum; “Benim naçiz vücudum, bir gün elbet toprak olacaktır, fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet yaşayacaktır. Ve Türk milleti emniyet ve saadetinin kefili olan ilkelerle medeniyet yolunda, tereddütsüz yürümeye devam edecektir.”

Ya da daha güncel bir ifadeyle;

Cumhuriyet’le kalın, Atatürk’le kalın, Atatürk ilke ve devrimlerinin aydınlattığı yolda kalın. 29 Ekim Cumhuriyet Bayramınız Kutlu Olsun. Sevgi, saygı ve selamlarımla…

[1] Erdem: Ahlakın övdüğü, ahlaklı olmanın gerektirdiği doğruluk, yardımseverlik, yiğitlik, bilgelik, alçakgönüllülük, iyi yüreklilik, ölçülülük gibi niteliklerin ortak adıdır.



Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.