26 Temmuz 2025 itibariyle Covid-19 ile mücadelede aşılanan sayısı kişiye ulaştı.
26 Mayıs 2025 Pazartesi
Gümrükten Eşya İthalatında TSE Sonucunu Etkileyecek İşlemler
Lozan Barış Antlaşması'nın 102. Yılı Kutlu Olsun
Rusya'nın saldırısı meşru mu?
Merkez Bankası'nın Faiz Kararı Ne Olacak?
Proses Besin Nedir?
Enflasyon %20’li Düzeylere İner mi?
Son günlerin çok tartışılan konusu işlenmiş besinler. Dünyanın bir ucu açlık ve yoksullukla sınanırken diğer bir ucu besinlerden gördüğü zararı tartışıyor. Bizim ülkemizde her ikisi de var ne yazık ki. Hafızalarımızı yenileyelim diye yazıyorum. Nedir Proses besin veya işlenmiş besin?
Ultraproses besin -aşırı işlenmiş gıda- endüstriyel işlemlerden geçmiş, doğada bulunmayan maddeler içeren ve genellikle besin değerinden çok lezzet, raf ömrü ve kullanım kolaylığı ön planda tutulan gıdalardır. Bu tür gıdalar genellikle çok sayıda katkı maddesi, şeker, tuz, yağ, renklendirici, tatlandırıcı ve koruyucu madde içerir. Hedefleri genellikle tat cazibesi yaratmak, dayanıklılığı artırmak ve hızlı tüketimi kolaylaştırmak üzerinedir.
Ultraproses Gıdaların Özellikleri:
Ultraproses Gıdalara Örnekler:
Ultraproses Olmayan (Doğal veya Az İşlenmiş) Besinler:
Sağlıklı beslenmek için bilgi sahibi olmak ve var olan koşullarda en iyiyi yapabilmek kişisel emeğinize bağlı. Unutmayın bizim kültürümüzde evde yemek pişirilir, birlikte tüketilir ve hatta paylaşılır. Ne zaman bunlardan koptuk bilmiyorum.
Son günlerde gıda zehirlenmeleri yine gündemin önemli bir konusu haline geldi. Türk halkının başına gelmeyen kalmadı dediğimiz sırada, gıda zehirlenmesi de geldi.
Genellikle gıdalara bulaşan ve hastalık yapıcı etkisi olan mikroorganizmalar; iklim, hijyen koşullarındaki yetersizlik ve eksiklikler ve uygun olmayan saklama/işleme yöntemlerinden kaynaklanır. Gıda kirlenmesinde, mikroorganizmaların besinlere bulaşması bozulmaya neden olur. Bu besinlerin tüketilmesiyle insanlar hastalanır yani gıda zehirlenmesi olur.
En Sık Gıda Zehirlenmesine Neden Olan Besinler:
Korunmak için neler yapılmalıdır?
Alışveriş Aşamasında:
Hazırlık ve Pişirme Aşamasında:
Saklama Aşamasında:
Dışarıda Yemek Yerken:
Yaz aylarında gıda zehirlenmesi olguları daha da artar, hijyen kurallarına uymak kaçınılmaz bir gerekliliktir. Satın alma, hazırlama, pişirme ve saklama kurallarına riayet etmek ise şart olarak tanımlanabilir.
Kahve, dünyanın çeşitli kültürlerinde yüzyıllardır tüketilen popüler bir içecektir. Bu içecek, özellikle içeriğindeki kafein nedeniyle uyarıcı etkisiyle bilinir. Kafein, merkezi sinir sistemini etkileyerek enerjiyi arttırır ve zihinsel odaklanmayı destekler. Ancak, kahve ve kafein alımının insan sağlığı üzerindeki etkileri konusunda farklı görüşler vardır. Bu yazımda, kahve ve kafeinin potansiyel faydaları ve risklerini irdelemeye çalışacağım.
Kahvenin Faydaları
Kafein, adenozin adı verilen bir nörotransmitterin etkisini engelleyerek beyin aktivitesini arttırır. Bu sayede bireyler daha uyanık hisseder ve konsantrasyon yetenekleri gelişir. Bu durum, özellikle sabah saatlerinde veya uzun çalışma seanslarında belirgin hale gelir.
Kahve, polifenoller gibi antioksidanlar içerir. Bu bileşikler, vücuttaki serbest radikallerle savaşarak hücre hasarını önler ve yaşlanma ile ilgili hastalıklara karşı koruma sağlar.
Yapılan çalışmalar, düzenli kahve tüketiminin Tip 2 diyabet, Parkinson hastalığı ve Alzheimer gibi hastalıklara yakalanma riskini azaltabileceğini göstermiştir. Bu etkiler, kahvenin anti-enflamatuvar ve sinir sistemini koruyucu özelliklerine bağlanır.
Kafein, adrenalin seviyelerini arttırarak fiziksel performansı destekler. Bu nedenle sporcular arasında da popüler bir takviye olarak kullanılır.
Kahvenin ve Kafeinin Potansiyel Riskleri
Kafein, uyku düzenini olumsuz etkileyebilir. Geç saatlerde tüketildiğinde uykuya dalmayı zorlaştırabilir ve uykunun kalitesini düşürebilir. Bu durum, bireylerde kronik yorgunluğa yol açabilir.
Kafein, sinir sistemi üzerindeki uyarıcı etkisi nedeniyle bazı bireylerde anksiyete, huzursuzluk ve sinirlilik gibi durumlara neden olabilir. Çok yüksek dozlarda tüketildiğinde bu etkiler daha belirgin hale gelir.
Düzenli kafein kullanımı bağımlılığa yol açabilir. Kafein bağımlıları, kafein alımını aniden kestiklerinde baş ağrısı, halsizlik ve huzursuzluk gibi yoksunluk belirtileri yaşayabilir.
Kahve, midedeki asit üretimini arttırabilir ve bazı bireylerde mide yanması veya reflüye yol açabilir. Hassas mideye sahip bireyler için kahve tüketimi sınırlandırılmalıdır.
Kahve ve Kafein Alımında Denge
Kahve ve kafein hem fayda hem de risk taşıyan bileşenlerdir. Bu nedenle, bireylerin kafein alımını kötü etkilerinden kaçınmak için düzenlemeleri önemlidir. Çoğu uzman, günlük 200-400 mg kafein tüketiminin (şekersiz kahve ile 2-4 fincan) genellikle güvenli olduğunu belirtmektedir. Ancak bu miktar, bireyin yaşı, kilosu, metabolizması ve kafeine duyarlılığı gibi faktörlere bağlı olarak değişebilir.
Türkiye’de Kahve Tüketim Sıklığı
Dünya Genelinde Kahve Tüketim Sıklığı
Sonuç
Kahve ve kafein, doğru şekilde tüketildiğinde birçok fayda sağlayabilir. Ancak, aşırı tüketimi durumunda sağlık sorunlarına yol açabileceği unutulmamalıdır. Bireyler, kahve tüketimlerini kâr ve zarar dengesi göz önünde bulundurularak düzenlemelidir. Daha dengeli bir yaşam için kahve keyfinizin dozunu dikkatlice ayarlamaya özen gösterebilirsiniz.
Kaliforniya’nın Başkenti Sakramento’ya yakın bir üniversite şehrinde yaşıyorum. Çöplerin, ev atıklarının nasıl toplandığını, değerlendirildiğini sizinle paylaşmak için bu yazıyı hazırladım.
Burada her evde, dört büyük çöp kutusu var. Bu çöp kutuları yerel yönetim tarafından evlere veriliyor ve standart ebatlarda yapılmış. Çöp arabaları da bu kutuları otomatik olarak kaldırıp toplayacak teknik donanıma sahip. Çöpü boşalttığı haznesi, aldığı çöpü sıkıştırma ve sızıntıya meydan vermeyecek şekilde yapılmış. Çöp kutularının ebat standardı bu nedenle önemli. Kutuların üzerinde evinizin kapı numarası yazılı ve kutuların temizliğinden ev sahipleri sorumlu. Dört değişik çöp kamyonu toplama işlemini yapıyor. Haftada bir gün, sıra ile bu çöp kamyonları geliyor ve ayrıştırdığımız çöpleri alıp götürüyor.
Görüldüğü gibi bir kıymık ev artığı ziyan edilmeden değerlendirilmektedir.
Yaz aylarında Türkiye’ye geldiğimde bu çöp ayrıştırmasının yapılmadığını görürüm ve içim acır, biz ne kadar zengin bir ülkeyiz ki bu atıkları tekrar kullanmaya tenezzül etmiyoruz ironisini yaparım.
Oysa yaptığım araştırmalarda çok çarpıcı rakamlara rastladım. Bunları paylaşmak istiyorum. Ev atıklarında sonuçlar çok ilginç. Her gün 1 öğünde, 1 milyardan fazla gıda atık olarak kayba uğruyor. Dünyada 735 milyon insanın açlıkla savaştığını düşünürsek olayın büyüklüğü ortada. Pek çok insanın temiz suya- içme suyuna erişemiyor olmasını düşünebiliyor musunuz? Dünyanın kaynakları sınırlı ve Dünya nüfusu durmadan artıyor. Çevre yok ediliyor ve Dünya tüketiliyor.
BM Çevre Programı’nın (UNEP) son verisinde hane başına yaklaşık 74 kg olmak üzere, yılda 931 milyon ton gıdanın çöpe gittiği tahmin ediliyor. Bu küresel kayıpta evlerde 569 milyon, gıda hizmet sektöründe 244 milyon, gıda perakendecileri 118 milyon tondan sorumlu görülüyor.
Bu yıl 16-24 Kasım 2024 tarihleri arası 16. Avrupa Atık Azaltma Haftası olarak ilan edildi. Amacı, atık önleme farkındalığını artırma hedefli ve yüksek paydaş katılımı sağlamak olduğu belirtiliyor.
Gıda atıkları ile açlık, bütçe ve iklim değişikliği etkileşimine dikkat çekilerek, “Atmayalım, soframızın bütçesini ve karbon ayak izini düşürelim.” söylemi ön plana çıkarılıyor.
Soframıza ulaşana kadar tarımda, hasat sonrasında, gıda işlenirken ve tüketiciye ulaşırken gıda kaybı olduğunu biliyoruz. Öte yandan sofralarımızda yani son tüketimde atık gıda çıkışı önemli bir gıda ziyanı olduğunu görüyoruz
Gıdalar tarladan, çiftlikten soframıza gelene kadar maliyeti artar. Bu süreçte doğrudan ve dolaylı çevresel etkilerle Dünya’ya verdiği zarar da büyüktür. Bu etkilerin en önemlisi, sera gazı emisyonlarıyla, iklim değişikliğine etkinin göstergesi olan karbon ayak izidir. Tarım ve iklim değişikliği birbirini etkileyerek bir kısır döngü yaratır. Bu karşılıklı etkileşim gıda arzını, gıdaya erişimi, sözün özü gıda güvenliğini zora sokup gıda fiyatları artışına neden olur. Bu etki soframızın bütçesi ve karbon ayak izi artar.
Üretilen fakat tüketilmeyen, çöpe atılan gıdanın, küresel sera gazlarının %8-10’u ile ilişkili olduğu tahmin edilmektedir. Evimizdeki gıda atımını azaltmak sadece bütçemize etkilemiyor, Dünya’nın varoluşunu da etkiliyor. Toprağın, suyun, havanın, enerjinin kullanımı üretimi etkileyecektir. Bu tedbirler doğa bütçesine iyi geleceği gibi karbon ayak izi olmak üzere tüm çevresel etkileri de azalır.
Sürdürülebilir gıda zincirini sağlayarak iklim dirençli tarıma destek vermek önemlidir.
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) tarafından yayınlanan yeni yönergeye göre, Sağlıklı Beslenme: Yeterli, Dengeli, Çeşitli, Akıl ve Mantığa uygun olmalıdır deniliyor.
Sağlıklı beslenmeyi değerlendirirken çevreyi korumayı da göz ardı etmemek gerektiği görüşü ağırlık kazanıyor.
Bu bakış açısı ile, sağlıklı beslenme nasıl tanımlanmalı?
WHO ve FAO, gıda üreticilerinin ve tüketicilerin sağlıklı beslenmenin ne anlama geldiğini anlamalarına yardımcı olmaya yönelik ayrıntılı bir yönerge yayınladı.
Yönergeye göre, diyetlerin sağlıklı olarak nitelendirilebilmesi için aşağıdaki özelliklere sahip olması gerekiyor:
Bir diyetin “yeterli” olabilmesi için kişinin yaşına, cinsiyetine, vücut büyüklüğüne ve bileşimine, aktivite düzeylerine ve genel sağlığına göre yeterli besinlerin sağlanması anlamını taşır. Bu özellikle 0-23 ay arası bebekler için çok önemlidir. WHO (Dünya Sağlık Örgütü) emzirmenin yanı sıra, yumurta, balık veya işlem görmemiş kırmızı et gibi hayvansal kaynaklı gıdaların bebek beslenmesine eklenmesini öneriyor.
Sağlıklı bir diyet, enerji kaynağı olarak yağ, karbonhidrat ve proteinler arasında da bir denge olması gerektiğini vurguluyor.
Yetişkinlerin günlük enerjisinin %10-15’nin proteinlerden, %15-30’nun yağlardan ve %45-75’nin basit şekerler de dahil olmak üzere karbonhidratlardan alınmasını öneriliyor.
Beslenmede fazla protein bulunması önerilmiyor. Fazla protein alımı, böbrek fonksiyonlarını etkileyebilir. Ayrıca proteinlerin vücutta yapım onarım işlevi için kullanılması daha önemlidir.
Vitamin ve mineral eksikliği ise metabolik işlevlerde olumsuzluklara neden oluyor.
Yayınlanan yönergeye göre, sağlıklı diyetler, basit şekerler (glikoz, früktoz vb), sodyum, aşırı işlenmiş-paketlenmiş gıdalar (UPF) ve işlenmiş kırmızı et ürünlerinin sınırlandırmasını önermektedir.
Aşırı işlenmiş gıdaların etkilerine ilişkin tartışmalar sürerken, WHO’e göre bilimsel kanıtlar bu gıda grubunun sağlık üzerindeki olumsuz etkilerinin yağ, sodyum ve şeker içeriklerinin ötesinde olduğuna işaret ediyor ve şu bilgiyi de ekliyor: “Kabul edilebilir bir UPF tüketim düzeyi henüz tanımlanmış değil. UPF alımları ile hastalıkla arasındaki ilişkiyi anlamak için daha fazla araştırmaya ihtiyaç var.”
WHO ve FAO, bilimsel araştırmalara atıfta bulunarak bazı bağlamlarda hayvansal bazlı gıda kaynaklarının bitkisel bazlı gıda kaynaklarıyla değiştirilebileceğini söylüyor. Örneğin, işlenmiş kırmızı et yerine fındık, badem, ceviz, fıstık gibi besinler ile kuru baklagillerin kullanılmasının faydalı olabileceğini belirtiyor.
Proteinin ne kadarı fazla?
Yüksek proteinli diyetler günümüzde moda haline geldi. Amerika Birleşik Devletlerindeki süper marketlerde satılan protein tozları, proteinli içecekler, atıştırmalıklar anlatılır gibi değil. Bu çılgınlık Türkiye’ye de sirayet etmiş ne yazık ki. Peki ne kadar protein alınması gereklidir ve ne kadarı “çok fazla” anlamına geliyor?
WHO, vücut ağırlığına bağlı olarak önerilen günlük protein alım seviyesini yetişkinler için vücut ağırlığının kg’ı başına günlük 0,83 gram olarak kabul ediliyor. Örneğin, 60 kilogram ağırlığındaki bir kişi, günde 50 gram proteini, 80 kg ağırlığındaki bir kişi 66 gram proteini aşmamalı.
Ergenler, küçük çocuklar ve bebekler için güvenli protein tüketim seviyelerini tanımlayan farklı oranlar söz konusu.
15-18 yaş arası erkekler için bu oran günde 0,87 g/kg. Aynı yaştaki kızlar için ise bu oran günlük 0,84 g/kg.
Örnek olarak:
Bu, 66-67 kg ağırlığındaki genç erkeklerin günde 58 g protein tüketmesi, 56-58 kg ağırlığındaki kızların ise günde yaklaşık 47-48 g protein tüketmesi gerektiği anlamına geliyor.
Aşırı protein tüketiminin ne zaman bir sorun haline gelir?
Önerilen günlük alım miktarının 2 katını tüketmenin herhangi bir sağlık riskiyle oluşturmayacağı, ancak 3-4 kat daha fazla tüketmenin risk yaratacağı belirtiliyor.
Süt ürünlerinin yeri ne?
22 sayfalık yönergede WHO ve FAO süt ürünlerine çeşitli atıflarda bulunuyor. Örneğin, endüstriyel olarak üretilen trans yağlar sağlıklı olarak kabul edilmediğinden, trans yağların yalnızca geviş getiren hayvanların et ve süt ürünlerinden elde edilmesi gerektiği belirtiliyor. İnsan organizması için çok değerli olan alfa- linoleik asit bu besinlerden sağlanabiliyor.
Yönergedeki diğer önemli madde diyet çeşitliliğine örnek olarak Kadınlar için Minimum Diyet Çeşitliliğini oluşturan 10 besin grubuna atıfta bulunuyor. Süt ürünleri de bu besin gruplarından biri. Yani yıllardır önemini anlatmaya çalıştığımız süt ve süt ürünleri bir bakıma gerektiği yere getirilmiş oluyor. Besin çeşitliliğinde fındık, badem, fıstık, yeşil yapraklı sebzeler, bakliyat ve tahıllarında bulunması da çok değerli.
Öte yandan, yoğurt gibi tam yağlı süt ürünleri, tokluk hissi ile ilişkilendiriliyor, bu kilo kontrolünü desteklediği gibi, uygun yağ asitlerinin (alfa linoleik asit gibi) alınması da ayrı bir önem taşıyor. Kefir veya zenginleştirilmiş yoğurt içecekleri gibi fonksiyonel süt ürünleri, temel vitamin ve mineralleri sağlarken bağırsak sağlığını da destekleyebiliyor.
WHO, “yüksek kaliteli protein ve biyolojik olarak kullanılabilir temel vitamin ve minerallerin iyi bir kaynağı” olması nedeniyle hayvansal kaynaklı gıdaların çok küçük çocukların diyetlerine dahil edilmesini tavsiye etmeye devam ediyor.
Sağlıklı beslenme ve çevre ilişkisi
WHO/FAO’ya göre sağlıklı beslenme, sağlık ve refahı desteklemenin yanı sıra tarımsal gıda sisteminin sürdürülebilir dönüşümünde de önemli bir rol oynuyor.
Yönergede:
“Beslenme alışkanlıkları, doğal kaynakların aşırı kullanımı nedeniyle herkese yeterli besleyici gıda sağlama konusunda kısıtlamalar getirebiliyor. Bu nedenle sağlıklı beslenme anlayışı, tarımsal gıda sistemlerinin dönüşümünün önemli bir ayağı olmalı. Aynı zamanda sağlıklı beslenmeye erişimdeki mevcut eşitsizliklerin aşılmasına katkıda bulunabilmelidir.
Tüm ülkeleri, herkes için sürdürülebilir tarımsal gıda sistemlerinden sağlıklı beslenme modellerini teşvik eden ve mümkün kılan politikaları ve programları bilgilendirmek için tarımsal gıda sistemleri merceğiyle geliştirilen beslenme kılavuzlarını geliştirmeye, güncellemeye ve kullanmaya çağırıyoruz.”