21 Aralık 2024 itibariyle Covid-19 ile mücadelede aşılanan sayısı kişiye ulaştı.
13 Aralık 2024 Cuma
Gümrükten Eşya İthalatında TSE Sonucunu Etkileyecek İşlemler
Ortadoğu'da bahar yaşanacak mı?
Rusya'nın saldırısı meşru mu?
Merkez Bankası'nın Faiz Kararı Ne Olacak?
Gıda atıklarından gübre nasıl üretiliyor?
Enflasyon %20’li Düzeylere İner mi?
Atatürk Milli Mücadele sonrasında ülkesini ve milletini çağdaşlaştırmak için siyasal, sosyal, hukuk, ekonomi, eğitim ve kültür alanında birçok inkılap yapmak zorunda kaldı. Sık sık yurt gezilerine çıkarak halkın arasına karıştı ve halkın sorunlarını dinledi. İlgililere devlet mekanizmasının aksayan yönleriyle ilgili talimatlar verdi. Türkiye’yi ziyaret eden yabancı ülke devlet başkanlarını, başbakanlarını ve diğer devlet görevlilerini ağırladı. Çok çalıştı, çok yoruldu. Dolayısıyla 11 Kasım ve 13 Kasım 1923’te biri ağır ve diğeri hafif olmak üzere iki kalp krizi atlattı. Bunun üzerine İstanbul’da bulunan Dr. Neşet Ömer (İrdelp) Ankara’ya çağrıldı ve Atatürk’ü muayeneden sonra bu krizlerin ağır çalışma ve yorgunluktan kaynaklandığını söyleyerek dinlenmesini tavsiye etti. Bu tavsiyelere uyan Atatürk iki ay sonra sağlığına kavuştu.
Fakat Atatürk, bir süre sonra yine eski ağır çalışma temposuna döndü. Nitekim daha sonraki yıllarda Büyük Nutku’nu hazırlarken 22-23 Mayıs 1927’de yeni bir kalp krizi geçirdi. Bunun üzerine Sağlık Bakanı Refik Saydam, Dr. Asım Arar ve Dr. Neşet Ömer Beyler Almanya’dan iki uzman doktorun getirilmesini teklif etti ve Atatürk de buna razı oldu. Berlin’deki Türk Büyükelçiliğinin girişimiyle Berlin Tıp Fakültesi’nden Profesör Kraus ile Münih Tıp Fakültesi’nden Profesör Von Romberg Ankara’ya davet edildi. Adı geçen doktorlar da yoğun çalışmamasını tavsiye etmişlerse de Atatürk bu tavsiyeleri ciddiye almayıp aynı şekilde çalışmaya devam etti. Bu tarihten sonra 1936 yılına kadar Atatürk’ün sağlığı konusunda ciddi bir sorun görülmedi. 1936 yılının Kasım ayında yeniden rahatsızlandı ve doktorların durumun zatürreye dönüşmesi ihtimalinin olabileceği uyarısı üzerine Atatürk önerilen tedaviye uymak zorunda kaldı ve sonuçta sağlığı düzeldi.
Ancak Ekim 1937’den itibaren Atatürk karın ve bacaklarındaki kaşıntılar ve burun kanamaları yüzünden sağlık sorunları yaşamaya başladı. Bu sağlık şikâyetleri ölümüne kadar sürecek yeni bir dönemi başlatacaktı. Doktorların tavsiyesi üzerine ilk çare olarak kaşıntılara karşı Yalova kaplıcalarından faydalanmaya karar verildi. 21Ocak 1938’de Yalova’ya gelen Atatürk, yeni yapılan Termal Otelin ilk misafiri oldu. Yalova Termal Kaplıcaları Müdürü Dr. Nihat Reşat Belger, Atatürk’ün rahatsızlığına ilk doğru teşhisi koydu. Dr. Belger, Atatürk’ün karaciğerinden kuşkulandı ve karaciğerdeki büyümeyi fark etti. Karaciğer kaburga altını üç parmak kadar aşmış ve sertleşmişti. Atatürk, Dr. Belger’e ne yapılması gerektiğini sorduğunda sıkı bir perhiz yapılması gerektiği cevabını aldı. Atatürk, 1 Şubat 1938’e kadar 10 gün Yalova’da tedavi gördü ve sağlığı bir miktar düzeldi. Dr. Belger’in üç hafta daha tedavi görmesini tavsiye etmesine rağmen Yalova’dan ayrıldı ve Bursa’ya geçti. Daha sonraki günlerde Türk doktorlar Atatürk’ün sağlığı konusunda yurt dışından bir doktor getirilmesini tavsiye ettiler. Atatürk bu teklifi istemeyerek de olsa kabul etmek zorunda kaldı. Bunun için Paris Tıp Fakültesi’nden Prof. Dr. Noel Fissenger Ankara’ya davet edildi. Fissenger 28 Mart 1938’de Çankaya Köşkü’nde Atatürk’ü muayene etti. Yaptığı muayenede Atatürk’ün karaciğerinin normalden büyük olduğunu tespit etti. Ayrıca karın boşluğunda bir miktar su (yani asit) toplandığını fark etti ve karaciğer iltihabı teşhisini koydu. Fissenger, Atatürk’e iyileşmesi için üç ay boyunca günde 23 saat yatak istirahati, yorulmaması ve beslenmesine dikkat etmesi tavsiyesinde bulundu. Bu tavsiyelere uyması halinde 7-8 yıl daha yaşayabileceğini de ekledi.
Atatürk, Fissinger’in tavsiyelerine uymak zorunda kaldı ve bir süre sonra sağlığı düzelmeye başladı. 19 Mayıs Gençlik Bayramı törenlerine katıldı. Bu sırada ülkenin gündemini Hatay sorunu meşgul etmekteydi. Daha önce özerk bir yapıya kavuşan Hatay’da seçimler yapılması süreci devam ediyordu. Atatürk, Türkiye’nin bu konuda bir gövde gösterisi yapması gerektiğine inanarak, 19 Mayıs törenlerinden sonra aynı gün Mersin’e doğru yola çıktı. Oysa doktorların tavsiyesine uyarak dinlenmesi gerekiyordu. Ancak Atatürk doktorların uyarılarını dinlemedi. 20 Mayıs 1938’de Mersin’e gelen Atatürk kırk dakika süren askeri geçit törenini izledi. Bu tören doğal olarak yorulmasına sebep oldu. Atatürk Mersin’den 24 Mayıs’ta Adana’ya geçti ve burada süresi bir saati aşan bir geçit töreni izledi. Bu yorucu seyahatten sonra Atatürk 27 Mayıs’ta İstanbul’a döndü. 29 Mayıs’ta yapılan muayenesinde karın bölgesinin su toplamaya devam ettiği tespit edildi. Bu gelişme üzerine Prof. Dr. Fissenger’in İstanbul’a davet edilmesine karar verildi. Bu arada devlet tarafından satın alınan Savarona yatı 1 Haziran 1938’de İstanbul’a geldi ve Atatürk aynı gün adı geçen yata yerleşti.
8 Haziran’da İstanbul’a gelen Fissenger, Atatürk’ü muayene etti ve Atatürk’ün sağlığının önceki muayeneye göre biraz daha kötüleştiğini tespit etti. Buna rağmen önereceği tedaviye uyulması halinde Atatürk’ün iki yıl daha yaşayabileceğini belirtti. Fissenger’in tavsiyelerine rağmen Atatürk dinleneceği yerde Hatay meselesi ile ilgilenmeye, toplantılara başkanlık etmeye ve resmikabullere devam etti. 10 Temmuz 1938’de Savarona yatıyla yaptığı bir gezinti sırasında rahatsızlandı ve 13 Temmuzda ateşi 39.1 dereceye çıktı. 25 Temmuz gecesi Savarona’dan ayrılarak Dolmabahçe Sarayı’na geçti. Burada Türk ve yabancı doktorlar tarafından muayene edildi ve bazı tespitler yapıldı. 3 Ağustosta yine Türk ve yabancı doktorlar heyeti tarafından yapılan başka bir muayene sonunda sağlık durumu ile ilgili detaylı bir rapor hazırlandı.
Ancak bu muayeneden sonra da Atatürk yine resmi toplantı ve kabul günlerini aksatmadan sürdürdü. Oysa sağlığı açısından mutlaka dinlenmesi gerekiyordu. 5 Eylül 1938’de vasiyetini hazırladı. 26/27 Eylül gecesi hafif bir koma atlattı. 17 Ekimde ilk kez ağır bir komaya girdi. Bu koma hali 19 Ekime kadar belirli aralıklarla devam etti. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği de Atatürk’ün rahatsızlığı hakkında 22 Ekime kadar sabah ve akşam olmak üzere tebliğler yayımladı.
Atatürk’ün ilk ağır komaya girdiği günün ertesi günü Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak tarafından ordu komutanlıklarına iki maddelik bir şifre telgraf gönderilmiştir. Atatürk’ün sağlık durumunun ağırlaşmasından dolayı teyakkuzda bulunulması ve muhtemel yaşanabilecek asayiş sorunlarına karşı hükümet güçlerine yardımcı olunması gerektiği bildirilmiştir.
Cumhuriyet Bayramının yaklaşması üzerine İçişleri Bakanlığının Valiliklere gönderdiği emirde ise bayram hazırlıklarına devam edileceği, bir değişiklik olursa bildirileceği, her sene Cumhuriyet Bayramında düzenlenen ziyafet, balo, müsamere ve bu geceye ait diğer eğlencelerin Atatürk’ün rahatsızlığı dolayısıyla ve O’na karşı sonsuz bağlılık ve minnetin ifadesi olarak bu sene verilmeyeceği belirtiliyordu.
Atatürk’ün katılamadığı son ve tek Cumhuriyet Bayramı törenleri yaklaşırken Sabiha Gökçen ile yaptığı konuşma oldukça anlamlıdır ve adeta çok yakın zamanda öleceğini hissettiğini göstermesi bakımından önemlidir. Aralarında geçen konuşma şu şekildedir:
-Yarın bayram, değil mi? Gökçen dedi.
-Evet, Paşam, bizim bayramımız… En büyük bayramımız…
-Dolmabahçe Sarayı epey kalabalık oldu bu yıl…
-Öyle Paşam… Hükümet üyelerinin çoğu da buradalar… Cumhuriyet bayramını sizinle birlikte kutlayacaklar…
-Ama bu günü halkımla, halkımın içinde kutlamak isterdi! Gökçen…
Beni Cumhuriyet Bayramında halkımdan uzak tutan bu hastalığa lanet ediyorum!…
-Gelecek bayram…
Eliyle susmamı işaret etti:
-Bana, gelecek bayramdan bahsetme!… Hatta gelecek aydan da!… Ekim ayını çıkarabilirsem bile Kasım ayını çıkarabileceğimi hiç sanmıyorum!..
8 Kasımda ikinci defa ağır bir komaya girdi. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği’nden konu hakkında şu açıklama yapıldı: “…Bugün saat 18.30’da hastalık birden bire normal seyrinden çıkarak şiddetlenmiş ve sıhhi vaziyetleri yeniden ciddiyet kazanmıştır.” 9 Kasım saat 24.00’de yapılan açıklamada “umumi durumun vahamete doğru seyrettiği” bildirildi. Dolmabahçe Sarayı’nda bulunan Başbakan Celal Bayar aynı tarih ve saatte İçişleri Bakanlığı aracılığı ile Kabine arkadaşlarına son durum hakkında şu bilgileri veriyordu: “…Maalesef vahamet artmaktadır. Şefimizin içinde bulunduğu tam koma hali birkaç gün devam edebileceği gibi feci akıbetin her an zuhuru da ihtimal dâhilinde olduğu doktorlar tarafından ifade edilmektedir…” Başbakan Celal Bayar’ın ifade ettiği istenilmeyen durum 10 Kasım 1938 sabahı saat 09.05’te gerçekleşti ve 1881’de Selanik’te başlayan 57 yıllık hayat İstanbul’da son buldu. Ruh şad olsun.
Atatürk’ün vefatı üzerine İçişleri Bakanlığı Valiliklere gönderdiği tebliğde, cenaze töreninin 21 Kasım Pazartesi günü Ankara’da yapılacağı ve törene ait programın daha sonra yayınlanacağı belirtildi. Atatürk’ün cenaze töreninin yapılacağı 21 Kasım 1938 Pazartesi günü Milli Yas ilan edilmiştir.
Milli Savunma Bakanlığı 17 Kasım 1938 günü Atatürk’ün cenazesi başında tutulacak saygı nöbetine dair bir tamim yayınladı. Bu tamime göre, saygı nöbeti 20 Kasım Pazar günü saat 10.30’da başlayacak ve 21 Kasım Pazartesi günü saat 09.00’da bitecekti. Saat 09.00’dan sonra nöbet, cenazeye refakat eden generallere devredilecekti. Bir nöbet postası altı subaydan oluşacaktı ve nöbet süresi yarım saat olacaktı.
Atatürk’ün cenazesinin İstanbul’dan Ankara’ya nakil işlemi daha önce kararlaştırıldığı biçimde uygulandı. Program gereği 19 Kasım günü sabah saatlerinde Dolmabahçe Sarayı’ndan alınıp Yavuz zırhlısına konan cenaze aynı gün saat 18.50’de İzmit’e ulaştı ve Yavuz zırhlısından alınan Atatürk’ün naaşı generallerin omuzlarında tren istasyonuna götürüldü. Tren saat 20.30’da İzmit’ten Ankara’ya hareket etti ve 20 Kasım günü sabah saat 10.00’da Ankara istasyonuna ulaştı. Atatürk’ün cenazesi istasyonda Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı, Bakanlar Kurulu, Genelkurmay Başkanı ve Milletvekilleri tarafından karşılandı. Atatürk’ün tabutu, tören komutanı Fahrettin Altay’ın nezaretinde on iki general tarafından vagondan indirildi ve top arabasına taşındı. Top arabası, 10.50’de gardan hareket etti v e saat 11.30’da TBMM’nin önüne geldi. Burada Atatürk’ün tabutu on iki milletvekili tarafından top arabasından indirildi, katafalka konuldu. Saat 12.00’den itibaren halkın saygı geçidi başladı. On binlerce insanın katıldığı bu saygı geçidi gece yarısına kadar devam etti. Ertesi gün tüm Türkiye ile aynı anda Ankara’da Atatürk’ün cenaze töreni yapıldı. Tören Hükümetin istediği şekilde ve hazırlanan resmi program çerçevesinde hiçbir sorun yaşanmadan tamamlandı. Devlet, Atatürk’ün vefatının ardından kendisine uygun bir cenaze töreni yapılması için oldukça yoğun mesai harcamış, en ince ayrıntısını düşünmüş ve bunun da layıkıyla yerine getirilmesi için elinden geleni yapmıştır.
21 Kasım 1938 Pazartesi günü tüm yurtta aynı anda yapılan Atatürk’ün cenaze töreni acı ve kederle dolu yoğun bir duygu seli içinde geçmiştir. Cenaze töreninde yapılan konuşmalar halkın duygu ve düşüncelerine, acı ve kederlerine tercüman olmuştur. Türkiye’nin her yerinde yapılan cenaze töreniyle Türk milleti Atasına veda etmiştir.
Törenlerde konuşmacılar genel olarak Atatürk’ün eserleri, memlekete ve millete yaptığı büyük hizmetler, hayatı ve vefatından duyulan acı ve keder ifade edilmiştir. Konuşmalarından, sözlerinden ve nutuklarından örneklere yer verilmiştir. En çok da Gençliğe Hitabesi okunmuştur. Türkiye’yi bağımsızlığa kavuşturan, onurlu ve şerefli bir millet yapan Cumhuriyetin babası Atatürk’ün ölümünden doğan ıstırabın, acının derecesini, Türk milleti ile beraber bütün insanlığın döktüğü gözyaşların anlatmaktan aciz olduğu ifade edilmiştir. Atatürk’ün ölümünden duyulan ölçüsüz ve derin üzüntü içinde yurdun her tarafında tek bir duygu ve tek bir düşünce ile Atatürk’ün manevi huzurunda milli birliği anlam ve önemi anlatılmıştır.
Atatürk’ün fani olduğu için öldüğü ama büyük eserleri ile beraber her zaman yaşayacağı ve her zaman sonsuza kadar Türk milletinin yanında olacağı, kendisinden sonra da Cumhuriyet esaslarında en küçük bir değişiklik olmadan aynen korunacağı ve hatta daha ileriye götürüleceği, dolayısıyla Atatürk’ün toprağa değil Türk milletinin kalbine gömüldüğü, böylece sonsuza kadar yaşayacağı vurgulanmıştır.
Atatürk’ün yıllarca önce söylediği “İki Mustafa Kemal vardır. Biri ben, fani Mustafa Kemal; diğeri milletin içinde yaşattığı Mustafa Kemaller idealidir. Ben onu temsil ediyorum. Herhangi bir tehlike anında ben ortaya çıktımsa, beni bir Türk anası doğurmadı mı, Türk anaları daha nice Mustafa Kemaller doğurmayacaklar mı? Feyz milletindir, benim değildir.” Sözü sıkça vurgulanmıştır.
Atatürk kahramanlığın, aklın, bilimin, dehanın, inkılapçılığın ve devlet adamlığının tarihteki en büyük örneği olduğu anlatılmıştır. Atatürk’ün sadece Türk milletini ölümden kurtaran bir kahraman değil, aynı zamanda dünya milletlerine barış yollarını gösteren, ortak çalışmayı öğreten ve dünya çatısı altında bütün bir insanlığa yol veren bir medeniyet ışı olduğu, bu yönüyle de sadece Türk milletine değil dünyaya örnek olacak bir lider olduğu anlatılmıştır.
Atatürk’ün cenaze töreni Türk milletini tek kalp, tek irade ve tek yürek yapmıştır. Atatürk, Türk milletini birleştiren, on yedi milyonu ana, baba, evlat ve kardeş haline getiren, bir milleti bir damla gözyaşı içinde toplayan bir kişi olmuştur. Hayatı gibi ölümü de milletine bir birlik ve beraberlik ve güç kaynağı olmuştur. Hiçbir millet liderine, Türklerin Atatürk’e inandığı kadar inanmamıştır. Atatürk millet birliğinin simgesi olmuştur. Ruhu şad olsun.
Ölümünün 86. Yılında manevi huzurunda saygı ile eğiliyorum; saygı ve özlemle anıyorum.
“Beni görmek demek mutlaka yüzümü görmek demek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kâfidir.” Mustafa Kemal Atatürk.
Not: Geniş bilgi için bkz. İsmet Üzen-Yüksel Özgen, Bir Milletin Atasına Vedası, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara 2013.