18 Aralık 2024 itibariyle Covid-19 ile mücadelede aşılanan sayısı kişiye ulaştı.

1xbetbetpasmariobet
escort konya
a
en iyi rulet siteleri
Prof Dr. Behçet Kemal Yeşilbursa

Prof Dr. Behçet Kemal Yeşilbursa

13 Aralık 2024 Cuma

Ortadoğu’da bahar yaşanacak mı?

Ortadoğu’da bahar yaşanacak mı?
2

BEĞENDİM

ABONE OL

Ya da resmi adıyla Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi (GOP)

BOP ya da GOP ne fark eder, sonuç olarak her ikisinin de amacı aynıdır. Bu projeyi hazırlayanlar Ortadoğu ile yetinmemiş olacaklar ki genişletmişler ve yanına da Kuzey Afrika’yı eklemişler.

Ortadoğu neresidir?

“Ortadoğu” (Middle East) kelimesi ilk olarak 1902’de Londra’da yayınlanan bir dergide (National Review) kullanılmıştır. Kelimesinin “mucidi” Amerikalı bir deniz subayı ve öğretim üyesi olan Alfred Thayer Mahan’dır. Mahan, denizlere hâkim olan gücün dünyaya da hâkim olacağı kuramının sahibidir.

Mahan’a göre Hindistan ve Uzak Doğu’nun güvenliğini koruması gereken İngiltere’nin bu bölgelere giden yolu da koruması gerekirdi. Bu da Basra Körfezinin korunması anlamına gelmekteydi. Zira Basra Körfezi, Süveyş Kanalından sonra Hindistan’a giden yolda en önemli “atlama taşı” idi. Yani Mahan’a göre “Ortadoğu” Basra Körfezi ve çevresiydi.

Ancak Mahan’ın bu kavramı yoğun ilgi görmüş ve zaman içinde sınırları da genişlemiştir. Zamanla Ortadoğu kavramından Mısır ile Hindistan arasındaki bölge anlaşılır olmuştur.

Anadolu, Balkanlar, Mezopotamya veya Kafkasya gibi isimlerle kıyaslandığında “Ortadoğu’nun” yapay, üretilmiş ve hatta icat edilmiş bir kavram olduğu söylenebilir. Ve her icat gibi, bu icattan da beklentiler vardır. Bu açıdan bakıldığında “Ortadoğu” denen bölge aslında önce İngiliz, ardından da Amerikan “çıkar bölgesi” anlamına gelir.

Bunun dışında coğrafi veya siyasi kendisinden kaynaklanan ayırıcı bir özelliği yoktur. “Bölge” dışı bir gücün, kendi çıkarları için önemsediği bir toprak parçasına ad ve görev vermesidir.

Dolayısıyla, gerçekte “Ortadoğu” diye bir bölge yoktur. Ortadoğu ne Doğu’nun ortasıdır, ne de homojen özellikleri olan bir bölgenin adıdır. Ortadoğu bir “çıkar bölgesine” verilen bir addır ve doymak bilmeyen bir iştahı anlatmaktadır. İştahlar arttıkça bölgenin sınırları da genişlemektedir. Kısaca “Ortadoğu” bir İngiliz-Amerikan icadı ve çıkar bölgesidir.

Ortadoğu, Güneybatı Asya’da tarihsel ve kültürel yakınlığı olan ülkelerin oluşturduğu bölgedir. Yani Arap yarımadasındaki ülkeler ile Arap olmayan üç ülkenin (İran, Türkiye ve İsrail) oluşturduğu alandır. Bir de buna Mısır’ı eklemek gerekir.

Ancak tüm bunlara rağmen “Ortadoğu” kavramı artık tüm dünyada hatta bölge ülkeleri tarafından da tercih edilen bir kavram olmuştur. Ancak yine sınırları konusunda bir belirsizliğin olduğu da açıktır. Bu da bu kavramı kullananların kapsamı istedikleri gibi dar veya geniş tutmalarına imkân vermektedir.

Bir de “Yakın Doğu-Near East” kavramı vardır. Fransızların icat ettiği bu kavram Osmanlı’nın başladığı yerde yani Viyana’nın doğusunda başlar, fakat nerede bittiği tam olarak belirlenmemişti. Balkanlar Osmanlı’nın elinden yani doğunun kapsamından çıkınca “Yakındoğu” kavramı anlam ve önemini kaybetmiştir.

Çin ve Japonya gibi bölgelerin “Uzak Doğu-Far East” olduğu konusunda ise uluslararası bir mutabakat vardı. Doğu Akdeniz kıyılarını tarif etmek için güneşin doğduğu yer anlamında bir de “Levant” kavramı kullanılmıştır.

Tüm bu kavramlar genelde Avrupa özelde de Londra merkez kabul edilerek oluşturulmuştu. Bu bakış Avrupa’yı dünyanın merkezi kabul eden ve dünyanın diğer bölgelerini bu merkeze olan uzaklıklarına göre “yakın”, “orta” ve “uzak” şeklinde kategorize eden bakıştır. Ayrıca bu kavramlaştırma sadece coğrafi tanımlama değil aynı zamanda kültürel ve dini motiflerle beslenen ve farklı olan “ötekini” ifade eden bir kavramlaştırma idi.

Aslında insanların kendi bulundukları yeri merkez kabul ederek diğer yerleri bu merkez kabul ettikleri yere göre adlandırmaları sadece Avrupa’ya özgü değildi. Mesela Osmanlılar Batı dünyası için coğrafi adlandırmadan çok etnik vurguyu öne alan “Frengistan” kavramını kullanmışlardır.

Peki, Büyük veya Genişletilmiş Ortadoğu neresidir?

BOP’un eylem alanı olarak resmen ilan edilen net sınırlar söz konusu değildir. Her an yeni ülkelerin kapsam içine alınabilmesi için ”açık kapı” bırakılmaktadır. Bununla birlikte, özellikle ABD kaynakları 27 ülkenin ilk planda BOP çerçevesinde değerlendirildiğini vurgulamaktadırlar.

Bu ülkeler şunlardır: ”Afganistan, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Cezayir, Cibuti, Fas, Filistin Özerk Yönetimi, Irak, İran, İsrail, Katar, Kuveyt, Komor Adaları, Lübnan, Libya, Mısır, Moritanya, Pakistan, Somali, Suudi Arabistan, Sudan, Suriye, Tunus, Türkiye, Umman, Ürdün ve Yemen.” Genişleme halinde, bu alana Kafkasya ve Orta Asya cumhuriyetleri ile Endonezya ve Malezya’nın da dâhil edilebileceği belirtilmektedir.

Batıda Atlas Okyanusu kıyılarından (Fas, Moritanya) doğuda Pakistan’a, (hatta Bangladeş, Endonezya ve Malezya’ya) kuzeyde Çeçenistan’a, güneyde ise Yemen ve Somali’ye kadar uzanan bir coğrafyadır. Genelde 22 İslam ülkesini kapsamaktadır.

Kesin sınırları tartışmalı olan bölgede 700 milyondan fazla insan yaşamakta, 12 milyon km2’lik bir alanı kapsamaktadır. Projeye dâhil olan ülkeler başlıca beş gruptan oluşmaktadır.

  1. Kuzey Afrika Grubu: Fas, Cezayir, Tunus, Mısır, Libya
  2. Akdeniz Ülkeleri: Türkiye, Suriye, Lübnan, Ürdün, İsrail, Filistin
  3. Kafkas Ülkeleri: Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan
  4. Körfez Ülkeleri: Suudi Arabistan, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Kuveyt, Umman, Yemen
  5. Asya Ülkeleri: İran, Irak, Afganistan, Pakistan, Bangladeş

Bölgenin sergilediği genel tablo; yoksulluk, geri kalmışlık, olmayan bir büyüme hızı, hızlı nüfus artışı, göç, anti-demokratik yönetimler, terör, anlaşmazlık ve çatışmalardır.

Büyük Ortadoğu Projesi ise, Amerika’nın bu coğrafyada yer alan ülkelere yönelik geliştirdiği siyasi, iktisadi, askeri ve sosyo-kültürel boyutlar içeren uzun vadeli ve kapsamlı bir dönüşüm projesidir. Kısaca bu proje “İslam Coğrafyası” dönüşüm projesidir.

Her değişim, dönüşüm, yenilik maalesef iyi ve güzel de olmuyor. Her şeyin başına “yeni” veya “büyük” kelimesi koymakla maalesef ne “yeni” ne de “büyük” olunuyor. Ortaya eskisinden daha kötü, adına “ucube” diyebileceğimiz siyasi yapılar ortaya çıkabiliyor.

BOP, ABD’nin 1997’de oluşturduğu “Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi’nin” bir alt unsurudur. ABD Kongresinin 1957’de kabul ettiği “Ortadoğu’da Barış ve İstikrarı Koruma” başlığını taşıyan ve Eisenhower Doktrini olarak anılan kararın adeta bugünkü versiyonudur.

Sovyetler Birliği’nin çöküşünün ardından ABD’nin 1990’ların başında oluşturmaya başladığı BOP’un varlığından bölge ülkeleri ancak yıllar sonra haberdar olmuşlardır. Soğuk Savaş sonrası dönemde bu geniş coğrafyada ABD’nin yürüttüğü askeri operasyonlar, dayattığı siyasi ve sosyo-ekonomik çözümler hep bu projenin birer parçaları durumunda olmuştur.

“Genişletilmiş Ortadoğu” olarak sunulan bölge birbirinden oldukça farklı bölgelerden oluşmaktadır. Ve bölge ülkeleri ve halkları arasındaki ortak yönler sanılanın aksine oldukça azdır.

Bu sözde bölge iki ayrı Okyanus (Hint ve Atlas Okyanusu), altı ayrı deniz (Akdeniz, Kızıldeniz, Basra Körfezi, Karadeniz, Ege Denizi, Hazar Denizi) kıyılarında bulunmaktadır.

Üç ayrı kıtaya (Afrika, Asya ve Avrupa) yayılmıştır. 10 ayrı alt bölgeden (Güney ve Kuzey Kafkasya, Kuzey Afrika, Arabistan, Büyük Filistin ve Suriye, Mezopotamya, Hazar Havzası, Orta Asya (Türkistan), Hint Yarımadası) oluşmaktadır.

Üç tek tanrılı din (Müslümanlık, Hristiyanlık ve Yahudilik) ve neredeyse sayısız mezhebi ve yorumuyla bu bölgede yaşamaktadır.

Batı’da hepsi Arap sansa da bölge başta Türkler, Araplar ve Farsiler (ve de Kürtler) olmak üzere onlarca farklı etnik-dilsel gruptan oluşmaktadır.

Dolayısıyla bu bölge (yani genişletilmiş Ortadoğu denen bölge) yeryüzünde homojenlik açısından bölge olabilecek belki de en son bölgedir. Nitekim Sudan’ın Afrika-Arap kültürü ile Tunus’un Fransız-Afrika-Arap kültürü aynı değildir. Dolayısıyla karşılaştırıldığında bölgedeki ülkelerin aslında ne kadar farklı olduğu kolayca görülecektir. Yani tüm bu ülkeler aynı bölge içinde olamayacak kadar farklıdır. Ama Batı’nın gözünde hepsi aynıdır, yani İslam ülkesidir.

Peki, nedir bu ısrar? Neden herkes bir Büyük Ortadoğu tutturmuş gidiyor? Nereden çıktı bu bölge olmayan bölge?

Büyük Ortadoğu Projesi ile İlgili Düşünceler

Olumlu düşünceler

Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) Türkiye’nin dış politika ilkelerine uygundur. ABD ile hareket ediyoruz. Amacımız İslam ülkelerine özgürlük ve demokrasi getirmek.

Olumsuz düşünceler

BOP gibi Türkiye ve bölge hakkında dışarıda hazırlanan projelerin, uygun zaman dilimlerinde bölümler halinde uygulamaya konulduğu ve bölge ülkelerinin adım adım bölünmeye doğru gittiği iddia edilmektedir. Ki biz de bunlardan biriyiz…

BOP’un Amacı

Dünyada ispatlanmış petrol rezervlerinin yüzde 64’ünü içeren Ortadoğu, ABD ve tüm Batı için olağanüstü stratejik bir öneme sahiptir. İddia şu,

Proje, büyük Ortadoğu alanında yer alan halkların son derece kötü koşullarda yaşadığı ve bu durumun mevcut sorunların ortaya çıkışındaki en önemli etken olduğu ve terör ürettiği varsayımına dayanmaktadır.

Bölgede var olan, köktendinci akımlar, terör örgütleri, kitle imha silahları, uyuşturucu, silah ve insan kaçakçılığı yapan örgütler ve suç şebekeleri, ABD ve Batı çıkarlarına tehditler oluşturmaktadır.

ABD’ye göre, bu unsurların ortaya çıkmasının ve taraftar toplamasının asıl nedeni, bölge ülkelerinin içinde bulundukları olumsuz ekonomik ve sosyal koşullar ile bölgede varlığını sürdüren anti-demokratik rejimlerdir.

Peki, çözüm nedir?

Eğer, ekonomik ve sosyal koşullar düzeltilir ve demokrasiye geçiş sağlanırsa, yönetime katılım olanağı bulan ve refah düzeyi yükselen Ortadoğu halkları, Batı’yı tehdit eden eylemlere destek vermeyecek, köktendinci akımlar zayıflayacak, terör örgütleri çökecek ve ucuz petrolün Batı pazarlarına istikrarlı biçimde aktarılması güvence altına alınacaktır.

İlk kez Ekim 2003’te ABD Dışişleri Bakanı Yardımcısı Marc Grosman tarafından, daha sonra 2004 başlangıcında Davos’ta, ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney tarafından dile getirilen Büyük Ortadoğu Projesi’nin amaçları kaba hatlarıyla şöyledir:

  • Bölgede istikrarı sağlamak,
  • Filistin-İsrail anlaşmazlığına iki devletli çözüm getirmek,
  • Teröre destek veren ülkelerle savaşmak,
  • Ortadoğu ülkelerine siyasi ve ekonomik destek sağlamak

2005-2009 yılları arasında ABD Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Condoleezza Rice, Washington Post gazetesinin 7.8.2003 tarihli sayısında yayınlanan “Transforming The Middle East–Ortadoğu’yu Dönüştürmek” başlıklı yazısında aralarında Türkiye’nin de bulunduğu Fas’tan Basra körfezine kadar uzanan coğrafyada 22 devletin rejiminin, sınır ve haritalarının değiştirileceğini vurgulamıştır.

Büyük Ortadoğu Projesi hakkında bazı siyasi ve askeri çevreler projenin temel amaçlarını genelde şu şekilde ifade etmektedirler:

  • İsrail’in varlığını korumak,
  • Kesintisiz petrol akışını sürdürmek,
  • Kitle imha silahlarını yok etmek,
  • ABD’ye muhalif yönetimleri ve unsurları etkisizleştirmek,
  • Terörün zemin bulduğu ortamı yok etmek,
  • Irak’ı denetim altına almak,
  • Filistin’de istikrarı sağlamak

ABD yetkililerinin bu projeyi tanımlaması ise, belirtilen amaçlarla örtüşmekle beraber, daha farklıdır:

  • Enerji kaynaklarına sahip olan bölgelerin kontrolü,
  • Enerji ulaşım yollarının kontrol ve denetimi,
  • Asimetrik tehdidi oluşturan terörist eylemlerin önlenmesi,
  • Kökten dinci İslam zeminine ılımlı İslam’ın oturtulması,
  • ABD ulusal çıkarlarının Ortadoğu’da korunması,
  • Bölgede bölgesel güç konumuna erişmiş devletlerin bu etkinliğinin azaltılması, askeri güçlerinin küçültülmesi ve bu güçlerden ABD çıkarlarına uygun şekilde istifade edilmesi,
  • Terörist eylemlerde kullanılabilecek olan kitle imha silahlarının yok edilmesi,
  • Mali ve ekonomik yardım suretiyle bölgede ABD nüfuzunun yaygınlaştırılması,
  • Batı karşıtlığına yol açan anlaşmazlıkların ortadan kaldırılması.

Peki, bu iddialar (yani BOP) hangi somut verilere dayandırılmaktadır.

Bu bağlamda, 2002 tarihli BM Arap İnsani Gelişme Raporu’nda sunulan veriler, BOP’a dayanak teşkil etmektedir.

  1. Buna göre, tüm yetişkin Arapların yüzde 40’ı okuma-yazma bilmemektedir;
  2. Arap ülkelerinin 2010’da 50 milyon, 2020’de de 100 milyon yeni istihdam alanı yaratmaları gerekmektedir;
  3. Ortadoğu halklarının üçte ikisinin günlük kazancı 2 dolardan azdır;
  4. Bölgede yapılan yıllık yayın sayısı, tüm dünyada yapılanın sadece yüzde 1,1’ini oluşturmaktadır;
  5. Kadınlara ayrımcılık yapılmaktadır;
  6. Demokratik kurumlar ya hiç yoktur ya da zayıftır;
  7. Bölge halklarının sadece yüzde 1,6’sının internet erişimi vardır;
  8. 22 Arap ülkesinin toplam GSMH’si, tek başına İspanya’nın gelirinden daha düşüktür.

ABD eksenli kapitalist bloğu Büyük Orta Doğu Projesi (BOP) türünden yeni senaryolara iten 4 temel tehdidin söz konusu olduğu düşünülmektedir.

  1. Çağdaş tatminsiz bireyin arayışı sürecinde “İslami yönelişin/yükselişin adresini saptırmak”.
  2. Dünyanın ekserisini ilgilendiren fakirlerin isyanı.
  3. Diğeri ise sayısal olarak dünya nüfusunun azınlığını teşkil etse de, harekete geçirebileceği değişim dalgalarının çapı ve derinliği itibariyle aslında kapitalizmi “içerden” değişime uğratma dinamiğini de barındıran, kapitalizmin içinde bulunduğu tatminsizlik.
  4. Petrol, doğalgaz ve su kaynaklarının güvenliğini garanti altına almak.

Bu 4 ana sorun ile BOP arsında iki aşamalı bir ilişki olduğu düşünülmektedir.

Nihai mal ve hizmet satışı, bir yandan da üretim girdisi temini anlamında yeni pazar yaratmak ve de yeni kapitalist dinamik ve varsayımların Çin eksenli coğrafyadan gelişimini önlemek.

Kısaca ana amaç Asya eksenli bir medeniyet başkaldırısının önünü kapatmak.

Projenin iddia edilen asıl amacı ise bölgedeki enerji kaynaklarına el koymaktır. Yani başta petrol olmak üzere doğalgaz ve su gibi temel kaynakların denetim altına alınması, nakil (sevk) yollarının denetlenmesi ve aynı zamanda olası rakip devlet veya devlet gruplarının önünün kesilmesidir. Yani enerji kaynaklarına ulaşımlarını engellemek ve böylece gelişimlerini yavaşlatmaktır.

Başka bir amacı ise küresel sömürü aracı olarak nitelendirilen doların mevcut hegemonyasının devamını sağlamaktır.

Batının ucuz hammadde ihtiyacını karşılama ve ürünlerine pazar oluşturmaktır. ABD ekonomisindeki sıkıntılara çare arayışıdır.

Ve de kendilerince geri kabul ettikleri ulusları “medenileştirmek ve Hristiyanlaştırmak” tır. Yani bir nevi “Sosyal Darwinizm” yapmaktır.

Bu proje ABD’nin küreselleşme sürecinde yeni imparatorluk tasarımıdır. Bu tasarımın içinde barındırdığı ”insan hakları, özgürleşme, demokratikleşme” gibi hedefler sadece bölge halklarını etkilemek için tasarlanmıştır.

BOP, başta ABD olmak üzere, gelişmiş ülkelerin ve çokuluslu şirketlerin ekonomik sıkıntıları aşmak için ”insan hakları, özgürleşme, demokratikleşme” gibi kavramlarla süslenen bir örtüdür.

BOP, silah üreticileri, petrol şirketleri ve finans şirketlerin ortak eseridir

ABD’nin ulusal çıkarı silah üreticisi büyük şirketler, petrol şirketleri ile finansal şirketler arasında yapılan bir işbirliğine dayanmıştır. Yani silah satıcıları-petrol satıcıları koalisyonu yapılmış, finansal şirketler de bu koalisyonda yer bulmuşlardır.

BOP, ABD’nin rakiplerinin petrol kaynaklarını kontrol etmeye yöneliktir

Dünya hâkimiyeti için Avrasya’yı, Avrasya hâkimiyeti için de Büyük Ortadoğu’yu kontrol etmenin zorunluluğunu hisseden ABD, bu yolda stratejik bir madde olan petrol ve ona ulaşım yolları üzerinde egemenlik tesis ederek, rakipleri karşısında stratejik üstünlük sağlamayı amaçlamaktadır.

BOP, Ulus devletlerin tasfiyesini öngörmektedir

Ulus-devletlerin federal devletler haline dönüştürülmesi ve bunların bir federasyon çatısı altında birleştirilmesi, Büyük Ortadoğu Projesinin amaçlarından biridir. ABD bu yapıyla bölgeye barış getireceğini iddia etmektedir.

Küresel Enerji Kaynakları

Ortadoğu küresel enerji kaynaklarının en önemli merkezi ve ihracatçısıdır. Zira 2003 verilerine göre,

  1. Dünyada ispatlanmış petrol rezervlerinin yüzde 64’ü Ortadoğu’dadır. Bu rezerv yaklaşık 1.047 milyar varildir. Mısır, Cezayir, Libya ve Tunus rezervleri de eklenince toplam, rezerv dünya rezervlerinin yüzde 69,6 sına ulaşmaktadır. Ortadoğu’nun potansiyel rezervleri ise 252 milyar varildir.
  2. Dünyanın kanıtlanmış doğalgaz rezervlerinin yüzde 34’ü de Ortadoğu’dadır,
  3. Petrol tüketimi 2003’te günde 66 milyon varilken, 2020’de 119 milyon varil olacaktır,
  4. Ortadoğu petrolünün kalitesi bir hayli yüksek ve maliyeti de ucuzdur,
  5. 2002 Yılında Ortadoğu küresel petrol ihtiyacının yüzde 41,4 ünü karşılamıştır,
  6. Geleceğin küresel petrol ihtiyacını karşılayabilecek ve bu maksatla üretimi artırabilecek yegâne bölge Ortadoğu’dur,
  7. Kuzey Amerika’nın 2025’e dek Ortadoğu’dan alacağı petrol yüzde 85 artacak, bunun büyük bir kısmı ABD’de tüketilecektir,
  8. 2025’e kadar Avrupa’nın Ortadoğu’dan petrol alımı yüzde 57, Japonya’nın yüzde 50, Pasifik’teki gelişmekte olan ülkelerin yüzde 100 ve Çin’in ise yüzde 500 artacaktır.

Petrol Nakil (Sevk) Yolları

Her gün tüm dünyada tüketilen petrolün % 55’i, yani 43 milyon varil, ithalat ihracat yoluyla el değiştirmektedir. Küresel petrol akımlarının güvenliği, ABD’nin stratejik bir önceliğidir. Günde 35 milyon varil petrol, Süveyş Kanalı, Hürmüz (13 milyon), Malakka (10 milyon), Bab el Mandeb, İstanbul ve Çanakkale boğazlarından geçmektedir.

Bunlara, Kızıldeniz ve Akdeniz’e akan 4 adet petrol boru hattı da eklenmelidir. Suudi Arabistan’ı batıdan doğuya geçip Yambu limanına varan hat, günlük 5 milyon varillik kapasitesiyle en önemli olanıdır. Daha düşük kapasiteli bir diğer hat ise, Irak’tan Ceyhan’a ulaşmaktadır.

2025 yılına gelindiğinde, ABD’de tüketilen petrolün %71’i, Batı Avrupa’dakinin %68’i, Çin’dekinin %73’ü kendi ülkeleri dışından sağlanacaktır.

Enerji gibi yaşamsal bir sektörde oluşan ve gitgide artan bu dışa bağımlılık, Orta Doğu, Afrika, Orta Asya’da, büyük güçler ve petrol şirketlerinin kendi aralarında başlatmış oldukları petrol savaşını ve bölgedeki diğer savaşları da (Irak, Suriye, Libya, Yemen, Afganistan vd.) izah etmektedir.

ABD ekonomistlerinin yaptıkları hesaplamalara göre, küresel petrol ihtiyacı 2030 yılına kadar her yıl (%1,6 oranında) artarak günde 75 milyon varilden 120 milyon varile yükselecektir. ABD 2030 yılında ithal edilecek petrol için yılda 150 milyar dolar ödemek zorunda kalacaktır.

2030 tarihte Çin’in petrol ihtiyacı %500 artacak, AB ülkeleri tükettikleri petrolün %92’sini ithal edecektir.

Dünya nüfusunun %5’ni oluşturmasına rağmen, dünya gelirinin %40’nı kontrol eden ABD için enerji akışının sürekliliğini ve enerji kaynaklarının bulunduğu bölgede istikrar ve güvenliği sağlamayı bir zorunluluk olarak algılanmaktadır.

BOP ve Türkiye

Akademik ve siyasi çevreler Türkiye’nin BOP içerisindeki rolünün Büyük Ortadoğu Projesinin Jandarması şeklinde düşünüldüğünü kaydetmektedirler. Ilımlı İslam modeli ile bölge ülkelerine öncülük etmesi istenmiştir.

Emperyalist güçlerin Ortadoğu’ya ilişkin planları yeni olmadığı, 20. yüzyılın ilk çeyreğinden sonlarına kadar Türkiye’nin emperyalist sistemin uç kalesi olarak tasarlandığı ve Sovyetler Birliğine karşı kullanıldığı belirtilmektedir.

Türkiye’nin sorunlu bir coğrafyada yer alması, çevresindeki gelişmelerden etkilenmesini kaçınılmaz kılmaktadır. Ne var ki, Türkiye’nin konumu ve durumu; baş başa kaldığı diğer bölgesel sorunlar bir yana, sadece Ortadoğu kaynaklı sorunlar dahi yeterli hareket alanı üretmesini sınırlandırmaktadır.

Türkiye bugün, uluslararası zeminlerde hakkında alınmakta olan olumsuz kararlara karşı koyabilecek imkânlardan giderek yoksun hale getirilmektedir.

Bugün Türkiye’nin AB’ye dâhil olma girişimlerinin ne şekilde sonuç vereceği, üye ülkelerin tutumlarına bağlı kalmıştır. Bir kısım AB ülkeleri, Türkiye’yi aralarına almaya istekli görünmemektedirler. Birlik içinde yavaş yavaş yükselen sesler böyle bir niyeti açıkça ortaya koymaktadır. Ne var ki bunda, Türkiye’nin geçmişte izlediği politikaların da büyük payı olmuştur. Türkiye’nin Birliğe dâhil olma yolunda gösterdiği aşırı arzu, Türkiye açısından ödün anlamına gelen düzenlemelerin kabul edilmesine ve gerçekleştirilmesine yol açmaktadır.

Reform görüntüsündeki ödünlerin belli bir sınırda tutulamaması Türkiye için bir noktadan geriye dönüşü giderek güçleştirmektedir. Türkiye yaşamsal değerdeki bu kırılma noktasını çok iyi tespit etmek zorundadır.

Türkiye yakın zamana kadar AB ile ABD arasındaki bir çizgide denge aramıştır. Ancak bu çizgi şimdi giderek yok olmaktadır. Çünkü AB ile ABD’nin Ortadoğu’da giderek örtüşen menfaatleri Türkiye için bölgede üstlenilebilecek yeni bir rol yaratmıştır. Bu rol; Türkiye’nin Büyük Ortadoğu Birliği içerisinde model oluşturmasıdır.

Türkiye’nin AB içinde yer alması yerine, Büyük Ortadoğu Birliği içinde yer alması istenmektedir. Bu ABD ve AB’nin çıkarlarına daha uygundur. ABD ve AB’nin Türkiye’yi Büyük Ortadoğu Projesi için bir model olarak görmelerinin altında yatan gerçek şudur:

Türkiye’nin AB’ye üye olmasında büyük zorluklar vardır. Türkiye’nin AB’ye girebilme arzusuyla yapmış olduğu ve yapacağı reformlar, bu ülkede Büyük Ortadoğu Projesi’nin gerçekleştirilmesi için giderek uygun bir alt yapı oluşturmaktadır. Bu süreç içerisinde Türkiye’de, projenin doğasında var olan diğer temel değişiklikler de gerçekleştirilebilecektir.

Büyük Ortadoğu Birliği içinde yer alacak bir Türkiye’nin karşı karşıya kalacağı en büyük tehlike; ulusal birliğinin ve ülke bütünlüğünün korunamamasıdır. Projenin özünde var olan ve özelliğinden kaynaklanan bu tehlike, Türkiye Cumhuriyeti’nin şimdiki yapısını gelecekte devam ettiremeyeceği anlamını da taşımaktadır.

ABD ve Yönetimler

ABD’nin kendi ulusal çıkarları açısından geçmişte uygun davranış sergileyen ve gelecekte de uygun davranış sergileyeceğinden emin olduğu yöneticileri ülkelerinde iş başına getirdiği, desteklediği sıklıkla uyguladığı bir yöntemdir.

ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi içerisinde aynı yöntemi kullanmakta olduğu yönünde işaretler mevcuttur. ABD Ortadoğu ülkelerinde bazı siyasi liderlere Büyük Ortadoğu Projesi’ni benimsetmiş görünüyor. Türkiye’de de bazı siyasiler bu projenin Türkiye’ye katkı sağlayacağı yolunda ikna edilmişlerdir. Bir kısmı da değerlendirme yetersizliği nedeniyle yanılgı içerisine girmişlerdir. Bu sayede Kıbrıs sorununun çözüleceğine ve Güneydoğu Anadolu’nun sorun olmaktan çıkacağına inandırılmışlardır.

Büyük Ortadoğu Projesi’ni siyasal ideoloji düzleminde uygun gören bazı yerli yöneticiler; ABD’nin dünyayı yeniden şekillendirmesini bir müdahale biçimi olmaktan çok, ABD’nin küresel sorumluluklarını yerine getirme görevi olarak algılamaktadırlar. Bu ve benzeri yaklaşımlar toplumda direnç noksanlığı oluşturacak düşünceler üretilmesine zemin hazırlamıştır.

Gelinen Nokta ve Türkiye

Büyük Ortadoğu Projesi’nin mimarlarına göre “Türkiye’yi ve Türkiye gibi İslam ülkelerini, ılımlı bir İslami rejimle yönetmek en doğru hareket tarzıdır.”

Şüphesiz ki, Türk halkının bir Müslüman Kimliği vardır. Ancak bu kimlik hiçbir zaman Türk kimliği önüne geçmemelidir. Türkiye hiçbir platformda Müslüman ülke ya da ılımlı İslam ülkesi modeli yakıştırmasını kabul etmemelidir. Türkiye Cumhuriyeti laik bir devlettir. Resmi olmayan zeminlerde dahi adının önüne bir dini sıfatın getirilmesi, onun laik yapısının değiştirilmesi gerektiği yolunda bir anlam taşır.

Müslüman ülke ifadesi Türkiye’yi tanımlamaktan çok uzaktır. Türk Milletinin bireysel temeldeki kimliği Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı ve Türk kimliğidir. Bu kimlik tarihsel süreç içerisinde Orta Asya’dan Anadolu’ya göç ederek yerleşen Türk kavimlerinin sosyolojik etkenler sonucunda değişimiyle ortaya çıkmıştır. Milletimizin Türk kimliği, Müslümanlığın ortaya çıktığı 7. yüzyıldan binlerce yıl öncesine dayanmaktadır.

Birinci Dünya Savaşı sırasında “Türkler gayri medeni bir millettir. Geldikleri yere – Orta Asya’ya – geri gönderilmelidirler” diyen İngiliz Başbakanının bu ifadesi, aslında tüm Hristiyan Batı Dünyasında var olan Türkler hakkındaki yaygın ortak düşünceyi yansıtmaktadır. Bu düşüncenin temel kaynağı bin yıldır yaşatılan “Haçlı Zihniyetidir”.

Bu zihniyet Anadolu’yu, Hristiyan değerlerinin içinde yer alan bir bölge olarak görür. Latin kültürü, Roma kültürü ve Grek kültürü üzerine inşa edildiği öne sürülen Batı uygarlığı; Anadolu’yu kendi kültür değerleri içerisinde sayar. Büyük Ortadoğu Projesi bir yönüyle bu değerlendirmeye de katkı sağlayacaktır. Büyük Ortadoğu Projesi’yle Hristiyan dünyası için özel bir konumu ve önemi olan Anadolu’nun Hristiyan değerleri kapsamında yeniden şekillendirilmesi istenmektedir.

Sadece 200 yıllık bir tarih içinde, farklı uluslardan bir araya gelmiş halkları aynı potada eriterek, onlara ulusal bir kimlik kazandırmayı amaçlayan, ulusal birlik ve beraberliğini sürdürmek ve ulusal kimliğini muhafaza etmek için özel önem ve çaba gösteren ABD; Ortadoğu ülkelerinin ulusal kimliklerden arındırılmasını hedeflemektedir.

Büyük Ortadoğu’daki ulus-devletler Yerel Devletler Federasyonu çatısı altında bir araya getirilebilirler ise, nüfuz altına alınmaları kolaylaşacaktır. Burada temel nokta ulusal direncin yok edilmesidir. Türkiye’de ulusal direncin yok edilmesi için atılacak birinci adım ulusal direnci oluşturan Kemalizm ideolojisinin yok edilmesi, ikinci adım siyasal İslam için uygun zeminin oluşturulması, üçüncü adım ise, toplumsal yapıda ortaya çıkacak çözülme sonrası ümmet niteliğinde bir toplumun yaratılmasıdır.

Bölgede güçlü ulus-devlet niteliğine sahip olan Türkiye’nin bu özelliğini yitirmesini sağlamak için;

  • Kemalizm ideolojisini geçersiz kılmak,
  • Kamu ve yerel yönetimleri, merkezi yönetimin kontrol ve denetim alanı dışına çıkarmak,
  • Silahlı Kuvvetler de dâhil olmak üzere Cumhuriyet’in temel niteliklerini koruyabilecek güçte olan kurum ve kuruluşları etkisiz hale getirmek şarttır.

Ne var ki, Türkiye’de Kemalizm (Atatürk İlke ve Devrimleri), Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Cumhuriyet rejimin korunması için çok güçlü bir ortak payda oluşturmaktadır.

Türkiye’nin bugün karşı karşıya kaldığı temel güçlük, AB’ye üye olabilmek amacıyla gerçekleştirdiği reformların günü geldiğinde Türkiye’nin ulus birliğini ve ülke bütünlüğünü muhafaza etmede sorun yaratması ve belirtilen ulusal değerlerin zamanla hızlı bir aşınmaya maruz kalmasıdır.

AB’ye üye olma yolunda, ulusal değerlerinden aşındırılmış bir Türkiye; Büyük Ortadoğu Projesi içerisinde yer almaya uygun hale gelmiş olacaktır. Buradan çıkarılan sonuç şudur: AB’ye girebilme uğruna temel kazanımlarını feda eden Türkiye Cumhuriyeti, bu noktadan sonra geri dönüş yapmayı gerçekleştirebilme gücünden yoksun kalmış olacaktır. Türkiye’nin bu konuda sağlam bir duruş gösterebilmesi, bekası açısından büyük önem taşımaktadır.

ABD ve AB’nin Türkiye’ye bakış açısı, Türkiye’nin Avrasya’da, ABD ve AB çıkarları doğrultusunda merkezde yer alacağı Büyük Ortadoğu’dur. Türkiye’nin AB’ye girebilmesi için ileri sürülen koşullar çerçevesinde gerçekleştirdiği ya da gerçekleştirmeye kararlı olduğu siyasal ve ekonomik reformların ortaya çıkardığı sonuçlar şimdiden tehlike işaretleri vermeye başlamıştır.

Ulus-devlet olma özelliği ve toprak bütünlüğü aşınmaya uğramış bir Türkiye’nin AB’de yer alması Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesine aykırıdır. AB dışında tutulacak bir Türkiye’nin Büyük Ortadoğu Birliği içinde elde edeceği konum, Türkiye’nin ulusal hak ve menfaatlerini korumada yeterli olamayacaktır. Çünkü projenin temelinde bölge ülkelerinin hak ve menfaatleri yerine, ABD ve Batı’nın hak ve menfaatleri ön plana çıkmaktadır.

ABD’nin ulusal çıkarlarını gerçekleştirme doğrultusunda, toprak bütünlüğü de dâhil olmak üzere, gelecekte birçok konuda Türkiye’yi karşısına alacak hareket tarzları izleyebileceği hiçbir zaman dikkatlerden uzak tutulmamalıdır. ABD’nin Karadeniz’de Romanya ve Bulgaristan’da deniz üslerine sahip olma girişimi, Türk Boğazlarının bugünkü statüsünü belirleyen Montrö Anlaşmasında tadilat yapılmasını gündeme getirebilecektir. Rusya Federasyonumun bu girişime katkıda bulunarak, ABD ile ortak hareket etmesi muhtemel görülmektedir. Türkiye bu konuda da ivedilikle tedbir geliştirmek zorundadır.

ABD bölgedeki bazı ülkelerde “Stratejik Ortak” yaklaşımıyla etkinlik göstermektedir. Stratejik ortak olabilmenin iki temel koşulu vardır: Ulusal hedeflerde beraberlik! Ulusal çıkarlarda beraberlik! Çok sık gündeme gelen Türkiye-ABD stratejik ortaklığı terimi; Türkiye ve ABD’nin Kuzey Irakla ilgili değerlendirmeleri, bölgede faaliyet gösteren yasa dışı terör örgütlerine bakışı, Ortadoğu yaklaşımlarında beraberlik sergilemekten uzaktır.

ABD, Irak Harekâtı nedeniyle Türkiye’de asker konuşlandırabilme imkânına sahip olsaydı, belki de Büyük Ortadoğu Projesi’nin gerçekleşmesi için kısmi bir alt yapı oluşturmuş olacaktı. Ne var ki, bunu sağlayamamıştır. ABD bu sonuçtan çıkardığı dersle bölgeyi yeniden şekillendirme projesinin ne kadar isabetli olduğunu düşünmektedir.

Büyük Ortadoğu Birliği içinde, ulus-devlet olma özelliğini yitirmiş ve toprak bütünlüğü parçalanmış devletlerin kimliksiz-kişiliksiz hale getirilmiş toplumları, yaşamlarını sürdürmede egemen devletlerin iradesine bağlı olacaktır. Türkiye’nin çağdaş uygarlık seviyesini aşma hedefi; Büyük Ortadoğu Birliği içerisine dâhil olmasıyla birlikte, hiçbir zaman gerçekleşmeyecek bir beklenti olarak kalacaktır. Türkiye uzağı görmek zorundadır!

Bazı siyasi ve akademik çevreler bölgede yeni bir Osmanlı İmparatorluğu kurulacağını ama bunun Türklerin kuracağı bir Osmanlı İmparatorluğu değil, Amerikalıların kuracağı bir Osmanlı İmparatorluğu olacağını; bu yeni Osmanlı yapılanmasının federasyon ya da konfederasyon şeklinde ortaya çıkabileceğini ve ABD’nin planında yer alan Yakın Doğu Konfederasyonunun İstanbul merkezli olacağını dile getirmektedirler.

Adına BOP ya da GOP ne derseniz deyin. Bunun iki tarafı var, birisi haç, birisi hilal. Biliyorsunuz ABD Başkanı Bush seçilmesinin hemen arkasından “Biz haçlı savaşı veriyoruz” diye telaffuz etti, sonra nahoş bir manzara ortaya çıkınca dünyanın önünde, kalktı bunu (güya) tamir etti, “yanlış anlaşıldım” dedi. Bu “yanlış anlaşıldım” veya “aldatıldım” tabiri siyasetçi tarafından kullanıldığında, “ben sizi aldattım” demektir.

Mesele, Büyük Ortadoğu Projesi adı altında yürütülen ikiyüzlü emperyalist politikalar ve politikacılardır. ABD’nin peşine takılan ülke ve siyasetçiler “demokratik”, takılmayan ülkeler ve liderler ise diktatörlük/diktatör ilan edilmektedir. Ya da şer ülkeler olarak ilan ediliyor. Mesele bundan ibaret görünüyor.

Yine Başkan Bush 2002’de İran, Irak ve Kuzey Kore’yi “şer üçlüsü” ilan etmiştir. Bu söyleminin pratik uygulaması Irak’ın top yekûn imha edilmesiydi. Anlaşılan o ki Afganistan ve Irak’tan sonra Büyük Ortadoğu projesin de öncelikle Suriye ve İran gibi ABD yörüngesinde olmayan ülkelerin hedeflendiği aynı oyunun ikinci perdesi sahne alıyor.

2000 yılında yazılmış bir belgede, Amerika’nın insanlığın ve dünya kaynaklarının çoğunluğuna egemen olmak için ihtiyacı olanın, “yeni bir Pearl Harbor gibi yıkıcı ve hızlandırıcı bir olay” olduğu söylenmiştir. İşte 11 Eylül Saldırıları, “çağların fırsatı” olarak nitelenen “yeni Pearl Harbor” olarak söylenmektedir.

BOP’un uluslararası meşruiyet kazanma aracı olarak görüldüğü, 1950’li ve 1980’li yıllarda Ortadoğu’ya, 1990’lı yıllarda Orta Asya ve Kafkaslara model olarak sunulan Türkiye’nin, söz konusu modelliğin çok ötesinde “Büyük Ortadoğu Projesinde” doğrudan Amerikan projelerinin hayata geçirilmesinde rol üstlendiği artık kamuoyunda ve siyasi arenada hâkim görüş halini almıştır.

Hedef-amaç büyük Kürdistan’dır ya da daha doğrusu Büyük İsrail’dir. Nihai hedef ülke aslında Türkiye’dir. Sevr’den Büyük Ortadoğu Projesine Türkiye’ye yönelik dayatmalar ya da tavsiyeler tam 100. Yıldır sürmektedir. Batı’nın Türkiye için planlarında bir değişiklik yoktur.

Birinci dünya savaşı emperyalist devletler arasında bir paylaşım savaşıydı. Kavga kara altın yani petrol içindi. Nasıl birinci dünya savaşında gizli anlaşmalar yapıldıysa, ikinci dünya savaşında balkanlar nasıl yüzdelere bölünerek paylaşıldı ise bugünde benzerleri yaşanmaktadır. Umarız Rusya ve Batı arasında bugün Ortadoğu’ya yönelik bir gizli anlaşma ya da yüzdeler anlaşması olmamıştır. Temennimiz budur.

Sonuç

Ortadoğu bölgesinin tıpkı soğuk savaş döneminde olduğu gibi Batı dünyası, özelde de ABD, için bir kaynak ve pazar olarak görüldüğü, fakat bunun dışında bir takım sözde demokratikleşme hareketlerini de kapsamış olduğunu görüyoruz. Yani BOP çerçevesinde bölge ülkelerinin sınırlarına ve siyasi yapılarına da müdahale edileceği anlaşılmaktadır. Zaten hemen hemen “mahremiyetine” dokunulmayan ülke kalmadı.

Bölge ülkeleri, Soğuk Savaş döneminde Sovyet tehdidi bahane edilerek, bugün ise (kendi yarattıkları ve besledikleri) terör bahane edilerek her anlamda Batı tarafından sömürülmektedir. Bu sömürünün bilinen adı ise “Büyük Ortadoğu Projesi”dir. Fakat acı olan bu projeye başta Türkiye olmak üzere bazı bölge ülkelerinin destek vermesidir.

Bu projenin bölge ülkeleri tarafından özellikle de Türkiye tarafından algılanış biçimine göre, Irak ve Suriye ile birlikte diğer bölge ülkelerinin de durumu yakın gelecekte yeniden şekilleneceğe benziyor. Irak ve Suriye’de istikrarın-düzenin sağlanamayacağı, bölgede ortaya çıkacak yeni dengelere göre, bu ülkelerin tamamen bölünebileceği ve ortaya yeni siyasi oluşumların çıkabileceği ihtimali her zaman var olacaktır.

Bütün bu gelişmelerden bölgedeki diğer ülkeler de paylarına düşeni alacaktır. Fakat burada önemli olan Türkiye’nin bölgedeki çıkarlarıdır. Hatta bunun da ötesinde, Türkiye’nin kendi sınırları içerisinde çıkabilecek yeni durumların bölgedeki çıkarlarından daha da önemli hale gelip gelmeyeceği meselesidir.

Tarihi sürece baktığımızda Ortadoğu’nun özel olarak da Türkiye’nin bugün de tıpkı geçmişte olduğu gibi İngiltere ve Amerika için önem taşıdığını görüyoruz. Bu iki ülkenin bölgeye yönelik geliştirdikleri projeler (özellikle Büyük Ortadoğu Projesi-BOP) çerçevesinde Ortadoğu’nun yakın, orta ve uzun vadede alacağı şekil daha net olarak ortaya çıkacaktır.

Aslında bu süreçte Ortadoğu’daki devletlerin alacağı yeni şekillerden ziyade bizim için önemli olan Türkiye’nin alacağı şekil olacaktır. Türkiye’nin 1945-65 yılları arasında bölgeye yönelik politikalarında tamamen İngiltere ve ABD ile birlikte hareket etmiş olduğunu görüyoruz. Fakat bu politikalarında pek başarılı olduğu söylenemez.

Bugün yine ABD ve İngiltere ile birlikte (özellikle BOP çerçevesinde) hareket etmesinin kendisine neler sağlayacağını veya neler kaybettireceğini çok iyi hesaplaması gerekmektedir. Bu bağlamda bugün Türkiye bir yol ayrımındadır, ya BOP çerçevesinde ABD ile birlikte hareket edecek ve bir bilinmeyene doğru yelken açacak ya da Atatürk’ün milli dış siyasetine geri dönecektir.

Bu orta ve uzun vadede ne Irak, ne Suriye, ne Arap Baharı ne de Büyük Ortadoğu Projesi meselesidir, bu orta ve uzun vadede Türkiye meselesidir. Türkiye’nin “Büyük Türkiye mi” yoksa “Küçük Türkiye mi” olup olmayacağı meselesidir. Ya da başka bir deyişle, bu proje çerçevesinde Türkiye’nin “büyürken küçülmesi” olarak da ifade edilebilir. Mesele Türkiye’nin (her anlamda) mevcut yapısını koruyup koruyamayacağı meselesidir.

Evet, öyle anlaşılıyor ki, BOP çerçevesinde öngörülen “Büyük Ortadoğu”, fakat “Küçük Türkiye” ve diğer küçük parçalardan oluşan bir “Büyük Ortadoğu”.

Eğer Atatürk’ün milli dış siyasetine acilen dönülmediği takdir de Ortadoğu’da yaşanacak olan ne Arap ne Türk ne Fars ne de Kürt baharı olacaktır, yaşanan sadece Amerikan Baharı olacaktır. Ya da İsrail, Rus, AB kısaca emperyalistlerin baharı olacaktır. Bölge ülkeleri ve halkları için maalesef hazan mevsimi olacaktır.

Zira Ortadoğu’da yaşayan tüm halklar için yakın ve orta vadede bir bahar havasının (siyasi, iktisadi, sosyal, kültürel, eğitim, bilim, sanat, çevre, hukuk, adalet, eşitlik, özgürlük, demokrasi, insan hakları, düşünce ve ifade özgürlüğü ile din ve vicdan özgürlüğü gibi alanlarda) yani bir “aydınlanmanın” yaşanma olasılığı oldukça zayıf görülmektedir.

Sonuç olarak halkımız, milletimiz şunu iyi bilmelidir. Büyük Ortadoğu Projesi diye bilinen ve halen zaman zaman bir matahmış gibi övülen bu proje tam bir yıkım projesidir. Bu proje bölge ülkelerinin ve de Türkiye’nin asla ve asla hayrına ve yararına değildir.

Bu saatten sonra müneccim olmaya, âlim olmaya ya da uzman olmaya gerek yok, şöyle bir çevremize, bölgemize baktığımızda bu projenin sinsi bir yıkım projesi olduğu kendiliğinden anlaşılacaktır. Bu bölge ülkelerini ve Türkiye’yi bölme ve işgal etme projesidir.

Yapılacak tek şey vardır, o da acilen milli bir dış politika ve milli bir iç politika uygulamaktır. Yani “yurtta barış dünyada barıştır”. Çözüm milli ve manevi değerlere, Atatürk ilke ve inkılaplarına sıkı sıkı sarılmaktır.