18 Aralık 2024 itibariyle Covid-19 ile mücadelede aşılanan sayısı kişiye ulaştı.
13 Aralık 2024 Cuma
Gümrükten Eşya İthalatında TSE Sonucunu Etkileyecek İşlemler
Ortadoğu'da bahar yaşanacak mı?
Rusya'nın saldırısı meşru mu?
Merkez Bankası'nın Faiz Kararı Ne Olacak?
Gıda atıklarından gübre nasıl üretiliyor?
Enflasyon %20’li Düzeylere İner mi?
Sevgili dostlar, bugün, vefatının 84. yıldönümünde millet olarak kendisine çok şey borçlu olduğumuz yüce Türk milletinin seçkin evladı, milli kahraman, büyük asker ve devlet adamı ve cumhuriyetimizin kurucusu Büyük Atatürk’ü bir kez daha saygıyla, şükranla, özlemle ve rahmetle anıyorum. Ruhu şad, Mekânı Cennet olsun.
Değerli dostlar, Dünya’da, ülkelerin tarihine çeşitli alanlarda değerler katmış ve her zaman minnet, şükran ve saygı ile anılan birçok insan vardır. Kurtuluş Savaşını başarıyla sona erdirdikten sonra modern Türkiye’nin temellerini atan Atatürk de bizim milletimizin saygı ile andığı ulusal liderimizdir. İşte, aradan onca yıl geçmiş olmasına rağmen her 10 Kasım’da, ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ü, ebediyete intikali dolayısıyla anmamız, unutmamamız milletimizin kendisine gösterdiği sevgi ve saygının bir işaretidir. Ve bunun en güzel göstergesi de değerli konuklar anma günleridir. Diğer bir ifadeyle milletin hafızasını tazelediği günlerdir.
Toplumların, inançları ve gelenekleri doğrultusunda anma ve benzeri etkinlikleri eski çağlardan beri yaptıkları bilinmektedir. Anma en basit tanımıyla, bir toplumun önem verdiği bir olayı, bir değeri, bir kişiyi her yıldönümünde çeşitli etkinliklerle hatırlamasıdır. Bir başka ifadeyle toplumun kendi değerlerini, onu temsil eden sözcük ve sembollerle anmasıdır, yaşatmasıdır.
Şüphesiz tüm uluslar milli kahramanlarını saygıyla anar. Ancak bazıları hariçtir. Bazı uluslar adeta geçmişlerinden ve liderlerinden utanır, anmak ve hatırlamak istemezler. Bugün Ortadoğu bir sultanlar, krallar, diktatörler coğrafyasıdır. Bugün kim hatırlıyor Saddam’ı, Kaddafi’yi, yarın kim hatırlayacak Esad’ı, Sisi’yi. Ama zaman durdukça Türk Milleti Ata’sını yani Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü hatırlayacak ve hiç unutmayacaktır. Nasıl ki tarihe damga vurmuş diğer Türk büyüklerini (Mete Hanı, Alparslan’ı, Fatih’i ve daha nicelerini) unutmadığı gibi.
Peki, Atatürk’ü yeterince tanıyor muyuz?
Hayır. 14 kitabı var, kim biliyor? Yazdıklarını kim okuyor? Nasıl bir ortamda büyüdü? Neleri başardı ve nasıl yaptı onca şeyi? Niçin yaşam öyküsünü tam olarak bilmiyoruz? Düşüncelerini ve yaptıklarını bilmediğimiz birini nasıl tanıyabilir, sevebiliriz? Atatürk’ü anlamanın yolu O’nu tanımakla ve yaptıklarını tam olarak bilmekle, yazdıklarını okumakla mümkündür.
Peki, Atatürk kimdir? Unesco’nun ifadesiyle Atatürk,
Uluslararası anlayış, işbirliği ve barış yolunda çaba göstermiş, üstün bir kişi; olağanüstü devrimler gerçekleştirmiş devrimci; sömürgecilik ve yayılmacılığa karşı savaşan ilk önder; insan haklarına saygılı; dünya barışının öncüsü; bütün yaşamı boyunca insanlar arasında renk, din, ırk ayrımı gözetmeyen eşsiz bir devlet adamı ve Türkiye Cumhuriyetinin kurucusudur. İşte kısaca Atatürk budur.
Bir de konuya Atatürk’ün kendi sözleri ile bakacak olursak, Atatürk bir sözünde şöyle diyor; “Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kâfidir”. (1929).
Evet, bu sözde ifade edildiği gibi bugün belki Atatürk cismen, bedenen aramızda olmayabilir, fakat fikir ve düşünceleriyle aramızdadır ve yaşamaktadır.
Yine Atatürk bir sözünde şöyle diyor;
“İki Mustafa Kemal vardır: Biri ben, et ve kemik geçici Mustafa Kemal… İkinci Mustafa Kemal, onu “ben” kelimesiyle ifade edemem; O, ben değil, bizdir! O, memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni hayat ve büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben, onların rüyasını temsil ediyorum. Benim teşebbüslerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir. O Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan, yaşaması ve başarılı olması gereken Mustafa Kemal odur!” (1933).
Ne kadar güzel bir söz değil mi? İşte Atatürk ve Atatürkçülüğü böyle anlamalıyız. Yani O’nun duygu ve düşüncelerini, ilke ve devrimlerini doğru anlayıp, sahip çıkmalıyız.
Başka bir sözünde Atatürk;
“Bir zamanlar gelir, beni unutmak veya unutturmak isteyen gayretler belirebilir. Fikirlerimi inkâr edenler ve beni yerenler çıkabilir. Hatta bunlar, benim en yakın bildiğim ve inandıklarım arasından bile olabilir. Fakat ektiğimiz tohumlar o kadar özlü ve kuvvetlidir ki bu fikirler Hint’ten, Mısır’dan döner dolaşır gene gelir, verimli neticeleri kalpleri doldurur”. (1937).
Atatürk’ün bu sözündeki bazı hususlar bugün belki söz konusu olabilir. Fakat Hint’e, Mısır’a gitmeye gerek yoktur. Zira Atatürk’ün fikir ve düşüncelerinin ve yaptığı devrimlerin verimli neticeleri kalplerimizi doldurmuş vaziyettedir.
Bugüne kadar Atatürk hakkında pek çok şey söylendi, yazıldı. Ancak bütün bunlara rağmen, bir gerçektir ki, O’nu yeterince anlayamadık. Eğer anlamış olsaydık zaten bugün yaşadığımız birçok sorunu yaşamazdık. O’nun fikirlerini başta genç kuşaklar olmak üzere Türk milletine gereği kadar ve doğru olarak anlatamadık. Bu nedenle de millet olarak büyük sıkıntılar çektik ve çekmekteyiz. Bugün, ülkemizde yaşanan sıkıntıların temelinde yatan gerçek, halkımıza Atatürk’ü ve O’nun fikir ve düşüncelerini yeterince ve doğru olarak anlatamamış olmamız gerçeğidir. Eğer aynı sıkıntıları yeniden yaşamak istemiyorsak, toplum olarak O’nun fikir ve düşünceleri ile ilke ve inkılaplarını çok iyi anlamak ve anlatmak zorundayız.
Atatürk, bugüne kadar, her büyük devlet adamı gibi, her büyük fikir adamı gibi istismar edilmiş ve edilmek istenmektedir. Tek çare istismarın önüne fikirle çıkmaktır. Biz buna bizzat Atatürk’ün kendi sözleriyle çok rahat cevap verebilecek güçteyiz. Bu durumda Atatürk’ü yorumlamaya değil, O’nu her yönüyle tanımaya ve anlamaya ihtiyacımız vardır.
Tüm bu yazılan ve söylenenlere rağmen, O’nun ortaya koyduğu ilke ve inkılapların tam olarak anlaşıldığını ve anlatıldığını söylemek zordur. Ne yazık ki kendilerine bağımsız bir vatan sunduğu yurttaşlarının bir kısmı tarafından Atatürk’ün düşünce ve fikirleri sıkça çarpıtılmakta, değişik anlamlar verilerek farklı şekilde yorumlanmaktadır.
Atatürk’ün Türk Milleti nezdinde haiz olduğu sevgi, saygı ve itibar bugüne kadar çeşitli zümreler tarafından istismar edilmiştir. En sağından en sola kadar her türlü siyasi grup, kişi ve kuruluş Atatürkçü olduğunu iddia etti ve Atatürk ilke ve inkılaplarını kendi siyasi eğilimine göre yorumladı.
Bugüne kadar Atatürk ve Atatürkçü düşünce sistemi ile ilgili olarak çalışma yapanlar amaçları bakımından tasnife tabi tutulursa karşımıza ilginç bir manzara çıkmaktadır. Bu tasnife bakıldığında
Atatürkçü olmak şüphesiz ki, Atatürk’ü insan olarak tanımak ve O’nun ilke ve inkılaplarını anlamakla mümkündür. Bugün bizim Atatürk’ü her yönüyle iyi anlamaya ve anlatmaya ihtiyacımız vardır. Zira Atatürk ve arkadaşlarının Türkiye Cumhuriyetini kurarken dayandıkları temel ilkeler ve esaslar bugün de önemini korumaktadır. Bu temel esaslara sahip çıkmak Türkiye Cumhuriyetinin yaşatılması ve yüceltilmesi ile eş anlamlıdır. Devletimizin kuruluş felsefesini anlamak ve bu felsefeyi yaşatmak için milletimizin tarihten süzülüp gelen milli değerlerini, iç dinamiklerini ve Atatürk’ün bunları yorumlayış tarzını ortaya koymak gereklidir.
Fransız İhtilali ile başlayan Yakınçağın en önemli özelliği ihtilal ve inkılaplarla yoğrulmuş olmasıdır. Rus İhtilali ile başlayan XX. yüzyılın ikinci büyük olayı ise Atatürkçülük olarak ifade ettiğimiz büyük Türk İnkılabıdır.
Amacı milli çağdaşlaşmayı sağlamak, Türk toplumuna yeni bir şekil ve anlayış kazandırmak olan Türk İnkılabı, bağımsızlığı, özgür düşünceyi ve insan onurunu temel alan bir Türk Rönesans’ıdır. Bu ideallerin ileriye dönük bir şekilde gelişmesi ve korunması ise Atatürk İlke ve İnkılaplarının gerçek anlamda uygulanması ile mümkündür.
Tarihi ve sosyolojik gelişmelerin bir sonucu olarak ortaya çıkan Türk İnkılabı, bir fikir ve idealin başarıya ulaşmış halidir. Türk İnkılabı, bu yönü ile “Kemalizm” veya “Atatürkçülük” olarak ifade edilir.
Atatürkçülük, Türk Milleti’nin bugün ve gelecekte tam bağımsızlığa ve refaha sahip olması, devletin, millet egemenliği esasına dayandırılması, aklın ve bilimin rehberliğinde Türk kültürünün çağdaş uygarlık düzeyi üzerine çıkarılması amacı ile temel esasları yine Atatürk tarafından belirtilen devlet hayatına, fikir hayatına ve ekonomik hayata, toplumun temel müesseselerine ilişkin gerçekçi fikirler ve ilkeler bütünüdür.
Türkiye Cumhuriyeti’nin çağdaş medeniyet seviyesine ulaşmasını Atatürk ilke ve inkılaplarının bir bütün olarak uygulanmasında gören Atatürkçülük, Türk inkılabının sistemleştirilmiş fikir gücü ve geleceğe bakan yönüyle de ülküsü olarak kabul edilmektedir. Ayrıca, Atatürkçülük, Atatürk’ten çıkan ve onunla gelişen fikirler ve olaylar bütünü olarak da algılanmaktadır.
Kısaca Atatürkçülük, Türk toplumunu her alanda akılcı ve bilimsel bir metotla modern bir toplum haline getirmektir. Şu halde, Atatürkçülük, çağdaşlaşma demektir. Diğer bir değişle, Milli Hâkimiyet esasına dayalı bir “Demokratik Çağdaşlaşma” modelidir.
Atatürkçülük katı bir “doktrin” değildir. Atatürk 1920 ve 1930’ların Komünist ve Faşist doktrin ve uygulamalarını görmüş ve bunları reddetmiş bir demokratik liderdir. O, hareket ve dinamizmi durdurduğu gerekçesiyle Komünizm ve Faşizm gibi dogmatik, katı ve totaliter doktrinlere karşı çıkmıştır. Dolayısıyla Atatürkçülük, Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini oluşturan Atatürk ilke ve inkılaplarının ortaya çıkardığı bir hayat tarzı olarak akılcı, ampirik (deneysel) ve pragmatiktir. Kendisine akıl ve bilimi bir yol/rehber olarak seçen Atatürkçülük, “Dogmatik ve Totaliter” ideolojiler arasında değil, “Rasyonalist” ve “Pragmatik” olan “Demokratik” rejimler arasında yer almaktadır.
Atatürkçülük tam bağımsızlığı öngörür. Emperyalist güçlere karşı kazandığı zaferle ve kurduğu bağımsız yeni Türk Devleti ile dünyadaki mazlum milletlere örnek olmuştur. Bugün Atatürk’ün öngördüğü bu gelişmenin büyük bir bölümü gerçekleşmiş, Batı Emperyalizminin yıkılmasıyla birçok ülke bağımsızlığına kavuşmuştur. Ancak daha alınması gereken çok yol olduğu da açıktır.
Atatürkçülük her şeyden önce milliyetçiliktir. Atatürkçülükte milliyetçiliğin temeli Türk Milleti’nin ve ülkesinin bütünlüğüdür. Atatürk Milliyetçiliği ırkçı ve emperyalist olmadığı gibi sınıf kavgasını da reddeder. Atatürkçülük Türk toplumunu ayrı ayrı sınıflar olarak değil, bir bütün olarak görür.
Atatürkçülüğün diğer bir vasfı akılcılıktır. Atatürkçülükte akılcılığın temeli bilim ve teknolojidir. Pozitif bilime ve özgür düşünceye önem veren Atatürkçülük, bunu laik akılcı özgür bir düşünüşle yine pozitif bilime dayanarak yapar. Dolayısıyla Atatürk’ün “Dünya’da her şey için, medeniyet için, hayat için, muvaffakiyet için en hakiki mürşit ilimdir, fendir. İlim ve fennin haricinde mürşit aramak gaflettir, cehalettir, dalalettir” sözü bilim ve teknolojinin önemini ve ülke kalkınmasındaki rolünü en açık biçimde ortaya koymaktadır.
Atatürkçülük halkçıdır, demokratiktir, sosyaldir ve barışçıdır. Atatürkçülük çağdaş uygarlık seviyesine erişmek için sadece siyasi alana değil, ekonomik ve sosyal alanlara da yönelmeyi, sınıf kavgalarına yol açmadan sosyal barışı gerçekleştirmek için toplumu kalkındırmayı ve böylece az gelişmişlikten kurtulmayı hedef sayar. Atatürkçü halkçılıkta medeni bir insan toplumu için, birbirini tamamlayan siyasi ve sosyal unsurlar ve değerler vardır.
Atatürkçülük, yasalar önünde eşitliği öngörür ve toplumun varlığını sürdürmesi için çalışmayı zorunlu sayar. Toplum hayatında her türlü ayrıcalığı reddeder. Milletin genel hakları dışında hiçbir kimseye veya zümreye ayrıcalık tanımaz.
Atatürkçülükte ekonomik hayatın temelini oluşturan devletçilik düşüncesi, dönemin ekonomik şartları sonucu ortaya çıkmış fakat Atatürk tarafından zamanla şekillendirilerek Türkiye’de ekonomik politikaya yön verecek temel ilkelere dönüşmüştür.
Atatürkçülüğün temel ilkelerinden biri laikliktir. Atatürkçülükte laiklik, yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Tüm vatandaşların vicdan, ibadet ve din özgürlüğü de demektir.
Atatürkçülüğün temel niteliklerinden biri de milli birlik ve beraberlik esasıdır. Milli birlik ve beraberliğe her zamankinden daha çok ihtiyacımız olduğu şu günlerde, Atatürk’ün 1932’de söylediği şu tarihi sözleri akıldan çıkarmamak gerekir: “Diyarbakır’lı, Van’lı, Erzurum’lu, Trabzon’lu, İstanbul’lu, Trakya’lı ve Makedonya’lı, hep bir ırkın evlatları, hep aynı cevherin damarlarıdır.”
Atatürkçülüğün önemli bir vasfı da barış ilkesidir. Atatürkçülüğün barış anlayışını ise, en kısa ve öz şekliyle Atatürk’ün “Yurtta barış dünyada barış” sözünde görmekteyiz. Atatürk’e göre Türkiye Cumhuriyeti’nin en esaslı prensiplerinden biri bu ilkedir. Amacı, insanlığın ve medeniyetin refah ve ilerlemesinde esaslı bir şekilde katkı sağlamaktır. Dolayısıyla iç ve dış barışa hizmet etmek Atatürkçülüğün en önemli prensiplerindendir.
Bununla beraber, Atatürk körü körüne barışçıl da değildir. Çünkü böyle bir düşüncenin milleti acze sürükleyebileceğine, toplumun bağımsızlık ve özgürlük gibi en kutsal değerlerini zedeleyebileceğine inanır. O’na göre, insan gibi yaşayabilmek için, milletin ve devletin güçlü olması ve her şeyden önce, kendi gücüne güvenmesi zorunludur.
Kısaca Atatürkçülük bir Milli Mücadele gerçeğidir. Milli Mücadele ile başlamış, gelişmiş ve Milli Mücadeleden sonra da karşılaşılan sorunlara uygun çözüm yolları arayarak yılların oluşturduğu bir düşünce sistemidir. Türkiye’nin gerçeklerinden ortaya çıkmış, milli bir anlayışla da çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkmayı amaç edinmiştir.
Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti dün olduğu gibi bugün de emperyalist devletlerin hedefi olmaktan kurtulamamıştır. İçte ve dışta tertiplenen çirkin oyunlar Türk milletinin birlik ve beraberliğini, toprak bütünlüğünü bozmaya yöneliktir. Güçlü, müreffeh, kalkınmış bir Türkiye istenmemektedir. Güçlü bir Türk devleti, bu çirkin oyunlara son vereceği gibi stratejik ve jeopolitik konumu ile dünya barışının ve uluslararası dengenin mihenk taşını teşkil edecektir. Tarihte olduğu gibi bugün de mazlum milletlerin savunucusu olacaktır. Engin tarih tecrübesi, muazzam kültürü ile bunu başaracak güçtedir.
Yarının ülke mukadderatını her alanda eline alacak gençliği, iç ve dış tehditlere karşı uyanık tutmak, Türkiye Cumhuriyetinin hangi güçlüklerden sonra, nasıl kurulduğunu izah ile vatan toprağının mukaddesatına inanmayı temin etmek ve Türk gençliğini ülkesi, milleti ve devletiyle bölünmez bir bütünlük içinde Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda yetiştirerek milli hedefler etrafında birleştirmeliyiz.
Türkiye Cumhuriyeti, milletinden aldığı güç ve vakarla, İstiklal Savaşı’nın kazandırdığı itibarla hayatiyetini devam ettirmektedir. Ne var ki, son zamanlarda dikkati çeken bazı olaylar devletimizin bu konuda daha hassas ve dikkatli olması gerektiğini gündeme getirmiştir. Zira son senelerde “dost” ve “müttefik” olarak gördüğümüz bazı devletler, Türkiye üzerinde hala bazı mesnetsiz hak iddialarında bulunabilmektedirler. Öyle anlaşılıyor ki, bazı dostlarımızda 1923 öncesi “müstevli ruhu” tekrar her an doğabilecektir.
İşte bu noktadan hareketle gelecekte de yeni bir istila hareketiyle karşılaşmamamızın hiçbir garantisi yoktur. Anadolu coğrafyası, tarihte olduğu gibi askeri, stratejik ve ekonomik yönden dünyanın cazibe merkezi olmaya devam etmektedir. Pek çok devletin biz istesek de istemesek de ülkemize yönelik hesapları vardır. Bu hesapların tezahürü olarak devletimiz içte ve dışta bir sürü problemle karşı karşıyadır.
Bu bakımdan milletimizin geçmişte yaşadığı hayati zorlukların halkımıza bilhassa gençlerimize doğru bir şekilde aktarılması gerekmektedir. Bilhassa 20. Yüzyılda yaşadığı acımasız istilaları, yaşadığı mihnetleri, kan ve gözyaşı arasında kazandığı zaferleri adeta yaşarcasına gençlerin hafızasına nakşedilmesi gerekmektedir.
Bilinmesi gereken nokta şudur ki, “Türk İnkılabı”, yere serildi ve öldü zannedilen “hasta adamın” yani bir milletin ayağa kalkarak rakiplerini devirmesi ve adeta şahlanması hareketidir. Şu halde Milli Mücadele ile Atatürk ilke ve inkılaplarının her Türk vatandaşı tarafından detayıyla bilinmesi bir zorunluluktur.
Şu halde bilelim ki, millet olarak varlığımızın ve geleceğimizin yegâne temeli olan Türkiye Cumhuriyeti’ni iç ve dış tehditler karşısında daima muhafaza ve müdafaa idraki içinde olarak, genç nesilleri Atatürk ilke ve devrimlerinin öngördüğü ideallerle yetiştirmemiz zorunludur. Her Türk aydınına düşen görev, bu ilke ve inkılapları genç nesillere doğru olarak anlatmaktır. Gençlerimizin de Atatürk ilke ve inkılâplarından kopmadan ülkemize ve insanlığa yararlı hizmetlerde bulunacaklarına yürekten inanıyorum.
Buraya kadar anlattıklarımız ışığında genel bir toparlama yapacak olursak; Atatürk’ün açık ve çelişkisiz bir dünya görüşü vardı. O, sahip olduğu meziyetlerle bağımsız bir dünya idi. Alçakgönüllüydü. O’nun kişiliğinde erişilmez bir irade, doğruyu ve güzeli izah eden mantık, sarsılmaz bir kararlılık, mutlak egemenlik bir araya gelmişti.
O, çelişen çıkarları uzlaştırabilen bir insandı. Bölen değil birleştirendi. Bilime karşı büyük bir ilgi duyar, teori ve tatbikatı, arzu ile eseri bir ahenk içinde sıralardı. Hoşgörülü, kişilerin kanaat ve salahiyetlerine saygılı, her fikir ve görüşe kıymet verirdi. O’nun bakışlarında kudret, sözlerinde doğruluk ve sağlamlık, enerji ve bilgi zenginliği vardı.
O, millet adamıydı. Bütün imkânlarını kendi menfaatleri doğrultusunda değil, milletinin hayrı ve menfaatinde kullanırdı. Derin zekâsı ile çevresine verdiği örnekler sayesinde bir ulus yarattı. O, ulusunun Ata’sı, Türkiye’nin kalbiydi. Cezp eder, ikna eder, itimat telkin eder ve bütün ulus onun peşinden giderdi.
Evet, bugün sizlere kısaca anlatmaya çalıştığım olaylar, düşünceler ve anlatılar, ulu önderin hayatından alınmış ve onun yaşamı içinde sadece okyanusta bir damladır. Burada ne anlatırsak anlatalım yaptıklarının hepsini anlatmaya zamanımızın ve sayfalarımızın yetmeyeceği de bir gerçektir.
Kısaca, Atatürk gibi bir lider/önder yetiştiren ulusumuz ne denli gurur duysa yeridir, hakkıdır. Aradan geçen onca yıla rağmen, bugün Atatürk’ü derin sevgi, saygı, şükran ve bağlılıkla anmamızın temel sebebi de budur.
O, milletinin kalbinde canlı, diri ve taptaze yaşamaktadır. O, yüreklerimizi sevgi ile fethetmesini bilmişti. O’ndan uzaklaştıkça zayıfız, ona yaklaştıkça kuvvetimiz artıyor.
Türk Milletinin hayatından parlak bir yıldız gibi kayıp giden Atatürk’ün fani varlığından uzak kalmanın tesellisini O’nun şu sözlerinde buluyoruz:
“Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kâfidir.” ve
“Benim naçiz vücudum, bir gün elbet toprak olacaktır, fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet yaşayacaktır. Ve Türk milleti emniyet ve saadetinin kefili olan ilkelerle medeniyet yolunda, tereddütsüz yürümeye devam edecektir.”
İşte, bugün, biz millet olarak ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün gösterdiği bu yolda (yani medeniyet yolunda) yılmadan yürümeye devam ediyoruz ve edeceğiz. Sonuç olarak, bugün, “yaşaması ve yaşatılması gereken Mustafa Kemal”, “Ne mutlu Türk’üm Diyene!” sözleri ile övündüğü yüce Türk milletinin varlığında yaşamaktadır. O’nun yön verici ilke ve devrimleri ile özlemini duyduğu çağdaş uygarlık yolunda önderliğini sürdürmektedir.
Sözlerimi değerli devlet adamı İsmet İnönü’nün ulu önderin vefatı münasebetiyle yayımladığı mesajından alınan bir bölümle tamamlamak istiyorum:
“Devletimizin banisi ve ulusumuzun fedakâr, sadık hadimi, insanlık idealinin âşık ve mümtaz siması, eşsiz kahraman Atatürk; vatan sana minnettardır.”
Ya da daha güncel bir ifadeyle, değerli konuklar,
Cumhuriyet’le kalın, Atatürk’le kalın, Atatürk ilke ve devrimlerinin aydınlattığı yolda kalın. Sevgi, saygı ve selamlarımla…