05 Aralık 2025 itibariyle Covid-19 ile mücadelede aşılanan sayısı kişiye ulaştı.

jojobet
Marsbahis
deneme bonusu veren siteler
1xbetbetpasmariobet
escort konya
a
en iyi rulet siteleri
Prof Dr. Behçet Kemal Yeşilbursa

Prof Dr. Behçet Kemal Yeşilbursa

24 Kasım 2025 Pazartesi

ATATÜRK’Ü NASIL ANMALIYIZ?

ATATÜRK’Ü NASIL ANMALIYIZ?
2

BEĞENDİM

ABONE OL

Bilgi, insanoğlunun hayatına yön veren en önemli etkendir. Dolayısıyla bilgi sahibi olan insan hayatını iyi yönetir, hem de başarılı ve mutlu olur. Bunu yapmayan veya eksik bilgi ile hareket eden kişi ve toplumlar, bilgili kişiler ve toplumlar karşısında yenilmeye mahkûmdurlar. Tarih bunun örnekleri ile doludur.

Türklerin kurduğu ve en uzun (yedi asır) yaşattığı devlet Osmanlı Devleti’dir. Bu devleti kuran ve yönetenler uzun süre bilgiden ve adaletten ayrılmadan hareket etmişlerdir. Fakat bilgiden ve adaletten uzaklaştıkları andan itibaren bu cihan devletini adım adım kaybettiler. Kısaca kurdukları bu büyük devleti cehaletten, adaletsizlikten ve kötü yönetimden dolayı kaybetmişlerdir.

Çocukluk yıllarından itibaren okuma ve öğrenme azmi ile dolu elli yedi yıllık ömründe Atatürk’ün en çok elini sürdüğü nesne kitaplar olmuştur. Daha öğrencilik yıllarında kitaplarla iç içe olan Atatürk bu okuma sevgisini Harbiye yıllarında ortaya çıkan kısıtlamalara rağmen devam ettirmiştir. İçinde bulunduğu çeşitli ortamlara rağmen kitap okumayı sürdüren Atatürk, özellikle subaylık yıllarında görev yaptığı yerlere bavul dolusu kitapla gitmiş okumaya ve öğrenmeye hiç ara vermemiştir.

Okudukça öğrenen ve öğrendikçe ülkesinin ve milletinin dertlerini anlayan ve tespit eden bir lider olarak yetişmiştir. Ayrıca bir asker olarak vatanın müdafaası için bir cepheden diğer cepheye koşarken halkının ve ülkesinin dertlerini daha yakından görmüş, edindiği bilgiler ışığında bu dertlerden kurtuluş için çareler düşünmeye başlamıştır. Osmanlı Devleti’ni kahramanca müdafaa ederken, Millî Mücadele’yi maharetle yönetirken, askeri dehası kadar okuyup-öğrendiği bilgilerin de payı büyük olmuştur. Cumhuriyeti kurduktan sonra başlattığı Türk İnkılabı’nın temelini de edindiği bu bilgiler oluşturmuştur. Bu bilgi birikimi ile Atatürk Türk milletinin iktisadi, siyasi, sosyal ve kültürel alanlarda kalkınması için gerçekçi bir mücadele vermiştir.

Atatürk’ü çok iyi tanıyan yakın arkadaşı ve son Başbakanı Celal Bayar, Atatürk’ün okumaya olan düşkünlüğünü şöyle anlatıyor:

O’nun huzuruna çıktığımda umumiyetle ya okuyor ya da yazıyor oluyordu. Yerli-yabancı bütün yazarları okur, edindiği bilgileri kafasında yoğurur ve Türk milleti için en faydalı şekle sokar ve uygulardı. Öyle bir dahi idi ki, ben her şeyi ondan öğrendim. O benim öğretmenimdi. Bu konuda beni son derece duygulandıran bir olayı da anlatmalıyım. Hastalığının son dönemleri idi. Kendisine Hükümet çalışmaları hakkında bilgi arz ettikten sonra bir emriniz var mı efendim diye sorduğumda bana dedi ki: “Celal Bey, geçenlerde Fransa’ya kitap sipariş etmiştik, hala gelmedi, lütfen ilgilenin.” Şu büyük insandaki okuma aşkına bakınız, hasta yatağında benden kitapları soruyordu.

Bayar’ın verdiği bilgileri doğrulayan Afet İnan “Medeni Bilgiler” kitabında Atatürk’ün bilgeliği ile ilgili şu açıklamayı yapmıştır: Atatürk çok okuyan ve araştıran bir insandı. Okuduğu konularda ülkemizde bilgi sahibi hangi şahsiyetler var ise onları Çankaya’da sofrasına davet eder ve onlarla tartışırdı. Kısaca Atatürk’ün sofrası bir nevi konuların tartışıldığı bir akademi idi.

Bugün pek çok akademisyenin bile okumakta zorlandığı dört bin civarında kitap okumuştur. Okuduğu kitaplarda bazı kelimelerin altını çizmiş, yanlarına notlar almıştır. Bunun için de o meşhur nasihatini şöyle dile getirmiştir: Dünyada her şey için, medeniyet için, başarı için en gerçek yol gösterici bilimdir, fendir. Bilim ve fennin dışında yol gösterici aramak gaflettir, cahilliktir, doğru yoldan sapmaktır.

Dolayısıyla Atatürk araştırmalarında en çok ihmal edilen konuların başında Atatürk’ün kitap sevgisi ve bilgeliği gelmektedir. Türkiye’nin haritadan silinmek ve Türk milletinin esarete sürüklenmek istendiği bir dönemde, kendisi gibi milletine inanan bir avuç arkadaşıyla Millî Mücadele’yi başlatan Atatürk, bu mücadeleyi daima hukuk zemininde tutmayı başarmıştır. Millî Mücadele’yi zaferle tamamladıktan sonra Lozan’da Türk milletinin bağımsızlığını ve haklarını düşmanlarına kabul ettiren Atatürk, Cumhuriyet’in ilanından sonra Türk milletini cehaletten kurtarmak için eğitim, fakirlikten kurtarmak için de iktisadi kalkınma seferberliği ilan etmiştir. Kısaca Atatürk, Türk milletini yaptığı inkılaplarla çağdaş medeniyet seviyesine çıkarmaya çalışmıştır.

Sonuç olarak Atatürk Devrimi bir çağdaşlaşma modelidir. Atatürk’ün “En hakiki yol bilimdir” anlayışı gerek devrim modelinin gerekse bu devrimin ideolojik yapısı olan Atatürkçülük ya da Kemalizm’in oluşturulmasında egemen olan yaklaşımdır. Bilimin yol gösterici seçilmesi nedeniyle Atatürk Devrimi ve Atatürkçülük yarına da yönelmektedir ve her zaman geçerliliğini korumaktadır, koruyacaktır.

Ancak son yıllarda Türkiye Cumhuriyeti devletine içten ve dıştan saldırılar hızlanmıştır. Bizi esenliğe kavuşturan ve kavuşturacak olan Atatürk Devrim Model’inden, Atatürkçülükten uzaklaşmamız, onları dışlamamız istenmektedir. Bunu isteyen iç güçler, dinci siyasiler, ikinci cumhuriyetçiler, bölücüler ve aşırı küreselleşme yandaşlarıdır. Millet ve devlet olarak “bekamız” tehdit altındadır. Son yıllarda “kimlik” konusunda kırılma boyutuna kadar varan gelişmelerin temel nedenleri özellikle eğitimde “Türk Milleti” anlayışının yeterince vurgulanmaması, çevre ve merkez ilişkileri, cumhuriyet ve demokrasi anlayışı farklılıklarından kaynaklanmaktadır. Kimlik konusundaki bu kırılma, dış ülkeler tarafından da yoğun bir biçimde kullanılmaktadır.

Bu devlet, bu millet nasıl hak ettiği esenliğe kavuşur sorularının yanıtı başlıca iki temel ögeye dayanmaktadır: Çağdaşlaşma-kalkınma için seçilen modelin özellikleri ve bu modeli uygulamakla yükümlü siyasal yönetimin nitelikleri. Atatürk dönemi bu her iki konuda başarılıdır ve bize karşılaştığımız sorunları nasıl çözeceğimiz konusunda bilgi ve deneyim birikimi bırakmıştır. Yeter ki tüm bunları uygulayacak “siyasi irade” olsun.

Aydın “fildişi kulesinde” yaşayamaz, yaşamamalıdır. Görüşlerini açıkça belirtmelidir. Bu nedenle diyorum ki, var gücümüzle ve özverili bir dayanışma içinde Atatürk Devrim Modeli’ne, ülkemizin dirlik ve düzenine, Lozan’daki kazanımlarımıza, Cumhuriyetimize sahip çıkalım ve bu tehditlere karşı koyalım. Atatürk Devrim Modeli’ni ve Atatürk ilkelerini uygulayacak bir ortama kavuşacağımıza ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin hak ettiği esenliğe ulaşacağına inancım sonsuzdur.

İnsanlık, bugün ulaştığı mesafeyi, düşünce ve duygularını gelecek üzerine kurmuş ve yaşamlarını bu amaca adamış düşün adamlarına borçludur. Geçmişe takılıp kalanlar ise hem fikir adamlarının zorluklarını oluşturmuşlar hem de uygarlıkta alınan mesafeyi azaltmışlardır. İnsanlığın ve özellikle geri bıraktırılmış ülke halklarının çektikleri, çekmeye devam edecekleri her türlü acının nedeni bu tür anlayış sahipleridir. 21. yüzyıla girdiğimiz şu günlerde İslâm ülkelerinin geri kalmışlıkta başı çekmeleri nedendir? sorusunun yanıtı üzerinde daha fazla düşünülmelidir.

İslâm ülkelerinin kurtuluş sırrının yukarıdaki sorunun yanıtında saklı olduğuna inanan Atatürk, düşünen, sorgulayan, gelişim ve değişimin peşinde koşan insanları yaşamı boyunca desteklemiş ve onlara sonsuz bir saygı duymuştur. Çıkarlarını kaybetmek endişesiyle her türlü değişime karşı çıkan bencil ikiyüzlülerin ise daima karşısında olmuştur. Kendi çıkarları için halk tarafından yüce kabul edilen dinî ve manevî değerleri istismar edenlerin verebilecekleri zararlar hususunda milleti uyarmıştır. Hatta uyarmakla kalmamış yaptığı devrimlerle buna engel olmaya çalışmıştır.

Değişimin dışında her şeyin değiştiği bu evrende Atatürk’ün aşağıdaki sözleri belki de değişmeyen tek hakikat olarak kalacaktır. Bu anlamda bu sözler Türk milleti için hem bir uyarı hem yarını kurmak ve yaratmak hususunda da bir ölçüttür. Bu konudaki sorumluluktan Türk ulusunun hiçbir ferdinin kaçma hakkı yoktur:

“Gözlerimizi kapayıp tek başımıza yaşadığımızı düşünemeyiz. Memleketimizi bir çember içine alıp dünya ile alâkasız yaşayamayız. Aksine yükselmiş, ilerlemiş, medenî bir millet olarak medeniyet düzeyinin üzerinde yaşayacağız. Bu hayat ancak ilim ve fen ile olur. İlim ve fen nerede ise oradan alacağız ve her millet ferdinin kafasına koyacağız. İlim ve fen için kayıt ve şart yoktur.”

“Hiçbir tutarlı kanıta dayanmayan birtakım geleneklerin, inanışların korunmasında ısrar eden milletlerin ilerlemesi güç olur; belki de hiç olmaz. İlerlemede geleneklerin kayıt ve şartlarını aşamayan milletler, hayatı, akla ve gerçeklere uygun olarak göremez. Hayat felsefesini geniş bir açıdan gören milletlerin egemenliği ve boyunduruğu altına girmeye mahkûmdur.”

“Ben, manevî miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevî mirasım ilim ve akıldır. Benden sonrakiler, bizim aşmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü zorluklar karşısında, belki gayelere tamamen eremediğimizi, fakat asla taviz (ödün) vermediğimizi, akıl ve ilmi rehber edindiğimizi tasdik edeceklerdir. Zaman sür’atle ilerliyor, milletlerin, toplumların, kişilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkâr etmek olur. Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve ilim rehberliğini kabul ederlerse, manevî mirasçılarım olurlar.”

Ruhu şad olsun…

Saygılarımla…



bursa escort görükle eskort görükle escort bayan bursa görükle escort bursa escort bursa escort bayan