18 Aralık 2024 itibariyle Covid-19 ile mücadelede aşılanan sayısı kişiye ulaştı.
13 Aralık 2024 Cuma
Gümrükten Eşya İthalatında TSE Sonucunu Etkileyecek İşlemler
Ortadoğu'da bahar yaşanacak mı?
Rusya'nın saldırısı meşru mu?
Merkez Bankası'nın Faiz Kararı Ne Olacak?
Gıda atıklarından gübre nasıl üretiliyor?
Enflasyon %20’li Düzeylere İner mi?
Sevgili dostlar merhaba. Bu yazımda “Yeşil Bursa”mızın Yunan işgalinden kurtuluş sürecini ve bu sürecin görgü tanığı olan İngiliz Binbaşısı H. G. Howell’in raporunu sizlere paylaşacağım.[1]
Sevgili dostlar, malumunuz olduğu üzere Bursa 8 Temmuz 1920’de Yunan kuvvetleri tarafından işgal edildi ve 11 Eylül 1922’de Türk kuvvetleri tarafından işgalden kurtarıldı. Ve bu yıl (11 Eylül 2022) Bursa’nın Yunan işgalinden kurtuluşunun yüzüncü yılı. Bursa ve Bursalılar için 11 Eylül tarihi, 6 Nisan tarihi kadar önemlidir. İkincisinde fetih sevincini yaşayan Bursalılar, birincisinde de kurtuluş coşkusunu yaşamıştır. Tüm hemşerilerimize kutlu olsun. Sevinçleri, coşkuları daim olsun. Allah, bir daha Yeşil Bursa’mıza ve güzel ülkemize işgal yüzü göstermesin. Bir daha asla öyle karanlık günler yaşamaması, işgal görmemesi, üzerine siyah şah örtülmemesi, yeşil renginin hiç solmaması, her zaman özgür ve bağımsız yaşaması en büyük dileğimizdir. Güzel Bursa’mızı ve ülkemizi düşman işgalinden kurtarıp, bize bağımsız ve özgür bir vatan bırakan başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere tüm gazi ve şehitlerimizi saygıyla anıyorum. Ruhları şad olsun.
Bursa’nın işgali ve işgal kuvvetlerinin Osman Gazi ve Orhan Gazi türbelerine hakarette bulunmaları Bursalıları ve Türk milletini derinden üzmüştür. Öyle ki, Meclis’te duygu dolu anlar yaşanmış ve Meclis kürsüsüne 10 Temmuz 1920’de siyah örtü (Puşide-i Siyah) örtülmüştür. Türk Ordusu, işgalden 2 yıl 2 ay 2 gün sonra 11 Eylül 1922’de Bursa’yı Yunan işgalinden kurtarmış ve Bursa’nın işgali üzerine Meclis kürsüsü üzerine örtülen siyah örtü de kaldırılmıştır.[2] Ve Bursa iki yıl iki ay iki gün süren Yunan işgal ve mezaliminden kurtulmuş, özgürlüğüne kavuşmuştur.
30 Ağustos Zaferi’nden sonra Yunan ordusunun adeta arkasına bakmadan var gücüyle İzmir’e doğru çekilişi/kaçışı sırasında içinden veya yakınından geçtiği hemen her yeri ateşe vermekte oluşu, Bursa’nın da böyle bir felaketle karşılaşma olasılığını gündeme getirmişti. Bursa, yakılıp yıkılmaktan kurtarılmalıydı, ama nasıl?[3] Bursa’nın Yunan barbarlığının yıkım ve kıyımından kurtarılabilmesi için özel veya resmi kişi veya kurumlarla, İtilaf Devletleri’nden Fransa’nın önemli çabalar harcadığı bir gerçektir. Özellikle Bursa’da bulunan Fransız temsilci Binbaşı Brissot ile Konsolos Mösyö Kocher’in Bursa’nın yakılıp-yıkılmadan Türk kuvvetlerine teslimine büyük çaba gösterdiği bilinmektedir. İtilaf devletlerinin Bursa’ya bir heyet göndermesi de bu süreçte etkili olmuştur.
Bursa’da Yunan zulmünden kaçarak İstanbul’a sığınan bir grup Bursalı 1 Eylül 1922’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne (TBMM) bir telgraf çekerek, Bursa’nın yakılıp yıkılmaktan kurtarılabilmesi amacıyla bazı önerilerde bulunmuşlardır. Önerdikleri önlem, Binbaşı Brissot’un emrine yeterli bir güç ve yetki verilmesini içermekteydi. Mümtaz Şükrü Eğilmez’de, anılarında, Yunan ordusunun çekilişi sırasında kalkıştığı tahrip ve yakma gibi birtakım davranışların Binbaşı Brissot ve Jandarma Komutanı Yüzbaşı Hasan Bey’in çabalarıyla önlendiğini anlatmaktadır. Öte yandan Konsolos Mösyö Kocher’in de Bursa’yı kurtarmak için ne denli çırpındığı, bu konudaki resmi raporlarda yer almaktadır. Yunanlıların giderayak Bursa’daki Fransız Konsolosluğu’nda yangın çıkarmaya kalkışmaları, Bursa’daki Fransız görevlilerinin tutumlarından hoşlanmadıklarının bir belirtisi olmalıdır.
Bu arada 7 Eylül’de TBMM’de yapılan görüşmeler sonunda, Yunan barbarlığının önlenmesi için İtilaf Devletleri’ne bir çağrıda bulunulması kararlaştırılmıştır. TBMM dünyaya bu tarihsel uyarısını yaparken, Lord Curzon’da, İngiltere’nin Atina Büyükelçiliği’ne “Bursa’yı yakmak gibi canice bir çılgınlık” yapılması olasılığına karşı Yunan Hükümeti’nin en ciddi biçimde dikkatinin çekilmesini istemiştir. TBMM’nin İzmir’in yakılıp yıkılmasına kadar çağrısının herhangi bir yararı olmamışsa da, İtilaf Devletleri tarafından oluşturulan komisyonun kararlı tutumu, 10 Eylül akşamı Uludağ’dan Bursa’ya inen çetelerin çabaları ve Türk ordusunun zamanında ulaşması sonucunda Bursa yakılıp-yıkılmaktan kurtarılmıştır.
TBMM’nin çağrısı ve Bursa’daki Fransız Konsolosu’nun uyarısı üzerine İstanbul’daki İtilaf Devletleri Yüksek Komiserleri, Bursa’ya, İtilaf Devletleri subaylarından oluşan bir karma kurul gönderilesini ve şehirde güvenliğin Türk ordusu gelene kadar bu kurulca sağlanmasını kararlaştırdı. 8 Eylül’de İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri Sir Rumbold, Lord Curzon’a gönderdiği telgrafta bu durumu şöyle ifade etmiştir:
“[Bursa’nın da] Yunan askerlerince boşaltılması sırasında Eskişehir ve Uşak’ın akıbetine uğrayacağından korkulması için neden vardır. Böyle bir eylemin, hele Yeşil Cami’ye zarar verilmesinin akıl almaz çılgınlığı ve bütün Osmanlı Türklerince böylesine derin bir saygı duyulan bir kentin vahşice tahrip edilmesinin doğuracağı dehşetli sonuçlar üzerine parmak basmaya ihtiyaç duyuyorum. Böyle bir felaketi önlemek için manevi etki kullanmak üzere üç İtilaf subayından oluşan bir kurulun Bursa’ya gönderilmesi konusunda anlaşmaya varıldı. Bu konuda Yunan Hükümeti’nin en sert biçimde uyarılması gerektiğini düşünüyorum. Bu yönde, buradaki Yunan Yüksek Komiseri’yle de konuşmuş bulunuyorum. Yunanlıların kendi eylemleri, böyle misillemeye çağrı çıkaracak biçimde olursa bağlaşık kuvvetler (İngiliz, Fransız, İtalyan askeri birlikleri), azınlıkların yazgısından sorumlu tutulamazlar.”[4]
Görüldüğü gibi İngiliz Yüksek Komiseri, Yunan barbarlığının süregelmesi halinde, ilerleyen Türk ordusunun yerli azınlıklara karşı misillemeye girişmesinden kaygı duymaktaydı.
İtilaf Devletleri’nin İstanbul’daki Yüksek Komiserlerince, İngiliz Binbaşısı Howell, İtalyan Yarbayı Ciampi ve Fransız Yüzbaşısı Oliveur’den oluşturulan bir askeri kurul, 10 Eylül’de, Yunanlıların çeşitli engellemeleriyle karşılaşmış olmasına karşın Bursa’ya gelerek görevine başlamıştır. Kurul’un İstanbul’dan Bursa’ya değin ve Bursa’da bulunduğu süre boyunca tanık olduğu olaylar, İngiliz Binbaşı H. G. Howell’in 15 Eylül 1922 tarihli raporunda ayrıntılı biçimde anlatılmıştır. Bu raporun özeti şöyledir:[5]
Bursa’nın yakılmasını önlemek ve kentin Türk Ordusu’na teslimini sağlamak amacıyla birer Fransız, İngiliz ve İtalyan subaylarından kurulu heyet, 10 Eylül günü saat 9.15’te Sepoy adlı bir gemiyle İstanbul’dan yola çıkmış ve saat 12.30’da Mudanya’ya gelmişti. Oradaki Yunan askerlerinin çıkardıkları bazı güçlüklerle karşılaştıktan sonra, heyet, aynı gün saat 15.30’da Bursa’ya yola çıkmıştı. Mudanya bir ana-baba günü yaşıyordu. Kasaba göçmenlerle doluydu. Yunan subayları büyük bir korku içindeydi. Yollar tıkanmıştı. Herkes kendi başının derdine düşmüştü. Bursa yolu boyunca bütün köyler alevler içindeydi ve bunlar kaçan Yunanlılar tarafından ateşe verilmişti.
Yarbay Ciampi, Binbaşı Howell ve Yüzbaşı Oliveur’den kurulu müttefik askeri heyeti, saat 17.00 sularında Bursa’ya 3 mil (5 km) uzaktaki Yunan karargâhına gelmişti. Yunan Kumandanı General Soumelas’tan Bursa’nın güvenliği için garanti istemişlerdi ama Yunan generali bunu reddetmişti. Yüzbaşı Oliveur, Bursa’yı geçici olarak korumak için Mudanya’dan bir Fransız taburu getirmeyi teklif etmiş ama Soumelas Mudanya’yla haberleşmenin kesik olduğunu söylemişti. Yunan karargâhında, generalden aşağıya doğru herkes büyük korku içindeydi.
General Soumelas’tan Bursa’nın korunması için bir garanti alamayan heyet, bu defa şehirdeki Mevki Kumandanı Albay Ciola-Kapulo’ya başvurmuştu. Heyete iki müttefik yüzbaşısı ile Bursa’daki Fransız Konsolosu da katılmışlardı. Bu altı kişilik heyetin, Bursa’nın güvenliği için istediği garantiyi Mevki Kumandanı da reddetmişti. Albay Ciola-Kapulo, Bursa’yı 10 Eylül günü akşam saat 20.00’de boşaltmaya başlayacaklarını, Anadolu Oteli’ne[6] gelip şehri resmen müttefik askeri heyetine teslim edeceğini bildirmişti. Bu arada Türk çeteleriyle Yunanlılar arasında çarpışmalar başlamıştı. Bursa’daki Yunan Komutanı acıklı bir durumdaydı. Şaşkın ve ümitsiz bir hale düşmüştü. Bursa’daki yabancılarla Hıristiyanlar Fransız-İspanyol konsolosluklarına, Anadolu Oteli’ne vb. yerlerde toplanmışlardı. Saat 18.30’da Yunanlılar Fransız Konsolosluğu’nun yanındaki binayı ateşe vermişlerdi ama yangın çabuk fark edilip söndürülmüştü. Yunanlılar aynı zamanda Bursa’daki köprüleri uçurmuşlar ve Rum kilisesini[7] de ateşe vermişlerdi. Bu kiliseyle birlikte civardaki kırk kadar ev yanmıştı.
Aynı gün saat 19.00’da Yunanlılar Bursa’dan çekilmeye başlamışlardı. Bu arada Türk çeteleri yetişmişlerdi. Karşılıklı ateş başlamıştı. Hatta otelin dışı bile tehlikeliydi. Türk ahali de, Yunanlıların çekildiklerini anlayarak gösterilere başlamışlardı. Saat 20.00’de Yunanlılar Bursa’yı tamamen boşaltmışlardı. Sokaklar, bayraklı Türklerle doluvermişti. Saat 20.20’de Türk Çetelerinin Komutanı Püskülsüz (Püskülsüz İsmail Efe), Anadolu Oteli’ne gelmişti. Çeteler iyi savaşçı, naziktiler ve otelde müttefik heyet tarafından kabul edilmişlerdi. Otele bayraklar çekilmişti. Bu arada Püskülsüz’ün adamlarından ikisi Fransız Konsolosu’nun arabasıyla Bursa’nın boşaltıldığını Türk Ordusu’nun öncü kuvvetlerine haber vermeye gitmişti. Saat 20.45’te silahlar susmuştu. O gece Bursa Türkleri büyük gösteriler yapmışlar, müttefik heyeti de alkışlamışlardı. Halk, heyetin Bursa’yı yakılmaktan kurtardığına inanmıştı. Bütün Türk dükkânları açılmıştı. Türk süvarileri, Mudanya yoluna doğru geçip gitmişlerdi.
11 Eylül sabahı saat 9.30’da Albay Nazif Bey[8] kumandasındaki Birinci Tümen Bursa’ya gelmiş, biraz sonra da Üçüncü Kolordu Kumandanı Şükrü Paşa[9] şehre yetişmişti. Şükrü Paşa müttefik heyeti kabul etmiş, Bursa’da can ve mal güvenliğinin sağlanacağını, Hıristiyanların zulüm görmeyeceklerini söylemişti. Ayrıca Şükrü Paşa, 11. Yunan Tümeni’nin Mudanya’ya çekilme emri aldığını, ama oraya yetişemediğini, bu tümeni esir etmeyi umduğunu açıklamıştı. Gerçekten 11 Eylül akşamı ve 12 Eylül günü 11. Yunan Tümeni’ne karşı Mudanya taraflarında şiddetli top ateşleri yapılmıştı. 13 Eylül günü Binbaşı Howell, Bursa’ya 700 Yunan esiri ve aynı akşam 2.000 esir daha getirildiğini ifade etmektedir. Binbaşı bu konuda şöyle demektedir: Öğleden sonra saat 5.30’da 200 kadar Yunan harp esiri geldi. Çoğu pek bitkindi. Gösterinin en acıklı tarafı, esirlerin yüzde doksan kadarının şapkalarını çıkarıp- VİVE Kemal!(YAŞASIN KEMAL!) diye bağırmalarıydı. Bu halkın hoşuna gitti. Esirler canlarını kurtarabilmek için her şeyi yapabilecek bir sürü gibi görünüyorlardı.[10]
Bursa’nın Yunan ordusu veya işbirliği içindeki yerli Rum ve Ermeni çetelerince yakılamamış olmasının bir önemli nedeni de, 10 Eylül 1922 günü saat 15.00 sularında Bursa-Gemlik karayolunu kesen ve buradan batıya doğru ilerleyen Süvari Tümeni’nin, Bursa’daki Yunan askeri varlığını taktik bakımdan ciddi biçimde tehdit edecek duruma gelmiş olmasıdır.[11]
Yunan Komutanlığı’nın, Bursa’yı ateşe vermeksizin çekilme kararı almasında ve bu kararı çok kısa süre içinde uygulamaya başlamasında, Türk Süvari Tümeni öncülerinin ovayı aşarak 3. Yunan Kolordusu karargâhı ile 10. Tümeni batıdan kuşatabilecek konuma gelmiş bulunmalarının herhalde büyük payı olmalıdır. Nitekim Binbaşı Howell’in yukarıda özeti verilen raporundan da, Kolordu Komutanı General Soumelas’ın kenti yakıp yıkmadan teslim etme önerisine önce pek kulak asmadığı, ancak daha sonra ansızın düşüncesini değiştirerek Bursa’yı saat 20.00’de boşaltmayı kabul etmek zorunda kaldığı anlaşılıyor.[12]
Kurtuluşun hemen ardından, 1922 yılı sona ermeden Basın Yayın Genel Müdürlüğü tarafından derlenerek yayımlanan “Anadolu’da Yunan Zulüm ve Vahşeti” adlı eserde “Yunanlılar Bursa Şehrini Niçin Yakamadılar?” başlığı altında yer alan bölüm, bu konudaki resmi değerlendirmeyi yansıtması bakımından dikkat çekicidir. Bursa’nın kurtuluş saatleri bu eserde şöyle anlatılmaktadır:
Kahraman ordumuzun saldırısı karşısında şaşkın ve perişan kaçan Yunanlılar Bursa’yı boşaltmaya başlamış ve tuttukları yüzlerce suçsuz Müslümanları ve memleketin eşraf ve aydınlarından birçok kişileri kollarından iplerle bağlayarak Mudanya’ya göndermiş ve burada kalmak isteyen Hıristiyanları göçe zorlamışlardı. Yunanlılar Hıristiyanlara, kentin bombalarla havaya uçurulacağını ve yok edileceğini söyleyerek kendilerini götürüyorlardı. Kurtuluştan önceki Cuma günü akşamı Bursa’daki tek bir sivil Hıristiyan kalmamış ve süregelen çeşitli söylentiler kurbanlık koyun gibi beklemiş Müslümanlara korku ve kaygı salmıştı. Hıristiyan mahallesinin Ermeni ve Rum çeteleriyle dopdolu sokaklarında, felaketli günlere özgü ağır bir ölüm sessizliği yayılmıştı.
8 Eylül cuma akşamı Setbaşı’nda Karaağaç Mahallesi çevresindeki Yunan denizcilerinin ateşe vererek terk ettikleri karargâhları söndürülmüş ve daha sonra Bursa Palas Oteli ile başka yerlere konulan kundaklar da söndürülerek heyecan ve kaygı içinde bir gece geçirilmişti. 9/10 Eylül Pazar gecesi alaturka saat dört buçuk sıralarında (yaklaşık 00.30) kent içinde silah sesleri başlamıştı ve Umurbey İslam Mahallesi yanıyordu. Saatlerce süren aralıksız silah seslerinden sonra bir ölçüde durulan ve söndürülen Umurbey yangınını İstasyon ve Balıkpazarı yangınları izlemiş, ovadaki dokuz on köyden alevler yükselmeye başlamıştı. Umurbey yangınında su taşımak üzere gereç isteme bahanesiyle kana susamış istilacılar Mollaarap Mahallesi’ne musallat olarak para ve bu gibi şeyler istemişler ve Mollaarap Mahallesi’nden yükselen yürek parçalayıcı çığlıklar bütün Bursa’yı kaplamıştı. Gece böyle geçtikten sonra doğan Pazar sabahıyla birlikte Işıklar ve Yıldırım mahalleleri doğrultusunda karşılıklı piyade ve topçu ateşi başlamış, bütün memleket derin bir sessizlik ve heyecan içine gömülmüştü.
Işıklar ve ovada karşılıklı ateş sürerken, Belediye’de toplanmış bulunan Vali Vekili Nafiz, Belediye Başkan Vekili Ziya Beyler ile başka ileri gelenler Yunan Merkez Komutanlığı ile ilişki kurarak kenti kurtarmaya çalışıyorlar ve Yunan Merkez Komutanı tek bir silah patlayacak olursa bütün kenti yakacaklarını ve halkın yok edileceğini bildiriyor; öte yandan da özellikle gönderdiği müfrezelere Setbaşı, Irgandı, Maksem köprülerini havaya uçurarak silah attırıyor, kundak koyduruyor ve sonra bunların Müslüman halk tarafından yapıldığını iddia ediyorlardı.
Merkez Komutanı, sabahki sözü gereğince, henüz gelip kentin boşaltıldığını bildirmiyor, kentte müthiş bir silah ateşi, mermi şakırtısı süregeliyordu. İstasyon’daki cephanelerin ateşlenmesi üzerine kentte kopan gürültüyü halkın silahlarına yüklemeye kalkışan, güçsüzler karşısında yürekli düşman, jandarma dairesini de sararak lanetli kararını uygulamaya karar vermişken, kurtarıcı öncülerimiz (burada söz konusu olan çetelerdir) kente girerek şiddetli bir sokak savaşından sonra iğrenç düşmandan kutsal yeşil yurdu temizlemiştir. Kana susamış ve hain istilacılar son dakikada Belediye’yi kuşatarak iki tane bomba atmışlar ve kapıları zorlamaya başlamışlardı. Gece saat alaturka yarımda (yaklaşık 20.30 sularında) Bursa kurtarılmış ve al sancağına kavuşmuş bulunuyor idi.[13]
Görüldüğü gibi bu resmi yayında İtilaf Devletleri’nin İstanbul’daki Yüksek Komiserleri tarafından oluşturulan Askeri Kurul’dan söz edilmemektedir. Ancak anılarında kurtuluş öncesi saatleri ayrıntılarıyla anlatan Mümtaz Şükrü Eğilmez, 10 Eylül sabahı Belediye’den çağrıldığını, Vali’nin “Yunanlılar Bursa’yı İtilaf Devletleri temsilcilerine teslim ederek çekilecekler. Onlar da kenti gelmekte olan ordumuza bırakacaklar” dediğini not ederek Askeri Kurulun etkinliğini sürdürdüğünü belirtmektedir.[14]
Bursa’yı yakılmaktan kurtaran bir başka etken de hiç kuşkusuz, düşmanın çekileceğini haber alarak Uludağ eteklerinden Bursa’ya inen ve halk ile birleşerek Yunan askerlerinin panik içinde kaçmalarına neden olan çeteler olmalıdır.
Dönemin çete reislerinden Abdürrezak (Sözgeçiren), 10 Eylül 1922 günü Uludağ’dan Gökdere Boğazı yoluyla Bursa’ya inerek Yunanlıları kovalayışlarını şöyle anlatmıştır:[15]
26 Ağustos’ta başlayan Büyük Taarruz, zaferi de beraberinde getiriyordu. Düşman için beklenen son artık gelmişti. Kaçıyordu Yunan, hem de arkasına bakmadan… Ne var ki, kahpece kaçıyor, yakıp yıkıyor, acımasızca öldürüyordu. Katliamı önleme talimatı aldık. 10 Eylül günü 700 kişilik bir kuvvetle Gökdere Boğazı’ndan Maksem’e indik. Düşman kuvvetleri bir yandan kaçıyor, bir yandan da İnegöl istikametin ilerleyen Türk kuvvetlerini top ateşine tutuyorlardı. Birliklerimiz ise, sivil halka zarar vermemek için bu ateşleri cevapsız bırakıyordu.
Maksem’de, dört kola ayrıldık. Bir grup Muradiye’den şimdiki stadyumun (Atatürk Stadyumunun) bulunduğu yöne sarktı. Öteki gruplar da Işıklar Mektebi, Pınarbaşı ve Hükümet Alanı (şimdiki Cumhuriyet alanı ve Belediye çevresi) yönünde ilerliyorlardı. Ben, sonuncu grubun başındaydım.
Kuvvetlerimiz ilerlerken bir taraftan düşman artıklarını temizliyor, bir taraftan da yangınları bastırmaya çalışıyorduk. Düşman kaçarken bir kısım binaları ateşe vermiş köprüleri uçurmuştu… Akşama (gece yarısına doğru olmalı) doğru, ilk süvari birliğimiz de şehre ulaşmıştı. Artık esaret bitmiş, zulüm sona ermişti. Halk sokaklarda zaferi kutluyordu…”
İşgal günlerinin karamsarlığını üzerinden atan Bursalılar, 11 Eylül sabahı erken saatlerde Orhan Camisi’yle Belediye arasındaki cadde ve alanda toplanmış, coşku içinde kurtarıcı ordunun komutanlarını bekliyordu. Saat 08.20’de Yüzbaşı Rüştü (Dinçer) Bey’in göndere bayrak çekerek kurtuluşu simgelemesinden sonra, 09.00 sularında, 3. Kolordu Komutanı Şükrü Naili (Gökberk) Paşa ve karargâhı da Belediye’ye gelmiş ve Belediye’nin batı kapısındaki merdiven sahanlığından, toplanmış bulunan kalabalığa kısa bir konuşma yapmıştır. Bursa’nın düşman işgalinden kurtarılmış olduğu, 11 Eylül günü tüm yurda, “Yeşil Bursa, al sancağına kavuştu” içeriğindeki telgraflarla müjdelenmiştir.
Bursa inkılap hayatımızda nice müşkül anlar geçirmiştir. Fakat Bursalılar, yetenek ve güçleriyle bu zor zamanları kolaylıkla atlatmışlar, biz de kendilerine kavuşmak bahtiyarlığına nail olduk. Bugün o bahtiyarlığın safhalarından birini idrak etmekle mutlu olduğumu ifade edebilirim…”
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 1938.
Atatürk ve Bursa
Atatürk için Bursa, her zaman bir başka önemli olmuş ve sanayi hamleleri için de Bursa’yı örnek seçmiştir. 1922’den 1938’e kadar, tam 17 kez Bursa’yı ziyaret eden Atatürk, İpek-iş, Gemlik Sunğipek ve Sümerbank Merinos Fabrikaları’nın da kurulmalarını sağlamıştır.
Ulu Önder Atatürk’ün bir ziyaretinde, “Bursa tarım memleketidir, sanat memleketidir, ticaret memleketidir, sağlık memleketidir. Bursa sahip olduğu doğal uyum ve güzelliğiyle sevinç ve şenlik memleketidir” diyerek Bursa’ya verdiği önemi dile getirmiştir.[16]
Atatürk başka bir konuşmasında Bursa ve Bursalılar ile ilgili duygu ve düşüncelerini şu şekilde ifade etmiştir: “Bursa’yı ve Bursalıları seven ilk Türk ben değilim. Tarihte ve cihanda en büyük imparatorluk kurmuş olan Türkler de, evvela dikkat nazarlarını Bursa’ya, bu değerli şehre çevirmişlerdir. Onun için değerini anlamış ve ifade etmişsem çok bahtiyarım…”.[17]
Son Bursa gezisinde ise Bursa ve Bursalılar ile ilgili duygu ve düşüncelerini şu kelimelerle ifade etmiştir: “Bursa inkılap hayatımızda nice müşkül anlar geçirmiştir. Fakat Bursalılar, yetenek ve güçleriyle bu zor zamanları kolaylıkla atlatmışlar, biz de kendilerine kavuşmak bahtiyarlığına nail olduk. Bugün o bahtiyarlığın safhalarından birini idrak etmekle mutlu olduğumu ifade edebilirim…”[18]
Sevgili dostlar son olarak, affınıza sığınarak, ailemin Bursa’nın işgal ve kurtuluş yıllarında yaşanan olaylar sırasındaki duruşundan kısaca bahsetmek istiyorum. Mensubu olmaktan gurur duyduğum Buzcular ve İnceoğlu aileleri başından beri Milli Mücadele’nin yanında olmuştur.[19] Ülkenin ve Bursa’nın kurtuluşu için mücadele etmişlerdir. Şehir merkezinde yaşayan Buzcular ailesi bütün maddi imkânlarını Bursa’nın kurtuluşu için seferber etmiştir. Dürdane Köyü’nde yaşayan İnceoğlu ailesinin büyüğü ve işgal yıllarında köyün muhtarı olan ve Kavas Halil olarak anılan Halil Ağa (ki askerlik vazifesi sırasında Deli Halit Paşa’nın Kavas’lığını yapmış) Yunan işgaline karşı köyün korunmasında oldukça mücadele etmiş biri. Yunan Ordusu Mudanya istikametine doğru geri çekilirken Dürdane-Filadar (Gündoğdu) yolunu kullandığı sırada Yunan birliklerine zayiat verdirdiği gibi köyün yakılmasını da engellemiş; ancak kendi konağını yanmaktan kurtaramamıştır. Köyün muhtarı olduğu için 15 yaşındaki küçük oğlu Mahmut (ki Cumhuriyetin yetiştirdiği ilk öğretmenlerdendi) Yunanlılar tarafından rehin alınmış ve Kestel tarafında çalışma kampına gönderilmiştir. Ancak kısa süre sonra kamptan kaçmış, uzun ve zorlu bir yürüyüşten sonra köyüne geri dönebilmiştir. Bana gelince, efendim benim doğum tarihim 11 Eylül, yani Bursa’nın kurtuluş günü. Bu nedenle göbek adım Kurtuluş, gayri resmi adım Mustafa Kemal, resmi adım ise Behçet Kemal.
Son olarak, Atalarımızın canları pahasına kurtardığı, kurduğu, koruduğu bu kenti (Yeşil Bursa’mızı ve bu ülkeyi (Güzel Türkiye’mizi) biz de alın terimiz, üretimimiz, bilgi ve sermaye birikimimizle dimdik ayakta tutalım, koruyalım, kollayalım.
Sevgi, saygı ve selamlarımla…
[1] Bu konuda daha geniş bilgi için bkz. Behçet Kemal Yeşilbursa, “The Liberation of Bursa from the Greek Occupation according to Account of a British Eyewitness, 10 11 September 1922”, Tarihin Peşinde: Uluslararası Tarih ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, 2014(11).
[2] Bursa’nın işgal ve kurtuluş süreci ile ilgili daha geniş bilgi için bkz. Saime Yüceer, Bursa’nın İşgal ve Kurtuluş Süreci, (8 Temmuz 1920-11 Eylül 1922), (Bursa: Uludağ Üniversitesi Yayınları, 2001).
[3] Bkz. Saime Yüceer, “Kurtuluş sürecinde Bursa’nın yakılması olayı”, Bursa Günlüğü, Sayı: 3 (Eylül 2018).
[4] İngiliz Milli Arşivi, FO371/7898/E10383/27/44, From Sir H. Rumbold to Lord Curzon, 25 September 1922.
[5] FO371/7898/E10383/27/44, “Report on the Turkish Nationalist Offensive in Anatolia” by Major H. G. Howell, 15 September 1922. Bkz. Behçet Kemal Yeşilbursa, “The Liberation of Bursa from the Greek Occupation according to Account of a British Eyewitness, 10 11 September 1922”, Tarihin Peşinde: Uluslararası Tarih ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, 2014(11). B. N. Şimşir, İngiliz Belgeleriyle Sakarya’dan İzmir’e, 1921- 1923, (Ankara: Bilgi Yayınevi, 2016).
[6] Altıparmak’ta, sonra bir ara Turing Otel adıyla işletilen, Madam Brotte’a ait bina.
[7] Bu kilise, Hisar’ın doğu eteğinde, bugün park haline getirilen yerde idi.
[8] Abdurrahman Nazif Gürman, sonra Orgeneral ve Genelkurmay Başkanı olmuştur.
[9] Şükrü Naili Gökberk, sonra Korgeneral olmuştur.
[10] Bursa’nın kurtuluş süreci ve Binbaşı Howell’in raporu hakkında daha geniş bilgi için bkz. İngiliz Milli Arşivi, FO371/7898/E10383/27/44, “Report on the Turkish Nationalist Offensive in Anatolia” by Major H. G. Howell, 15 September 1922.
[11] Yılmaz Akkılıç, Kurtuluş Savaşı’nda Bursa, İkinci Kitap: İşgalden Kurtuluşa, (Bursa: Nilüfer Belediyesi, 2008), ss. 603-604.
[12] Akkılıç, a.g.e, ss. 603-604.
[13] Bkz. Akkılıç, a.g.e., ss. 603-604.
[14] Bkz. Milli Mücadele’de Bursa, Mümtaz Şükrü Eğilmez’in Hatıraları, Hazırlayan: İhsan Ilgar, 2. Baskı, (İstanbul: Tercüman Tarih Yayınları, 1981).
[15] Akkılıç, a.g.e., s. 605.
[16] Atatürk, Üçüncü Bursa Gezisi (31 Ağustos – 11 Eylül 1924).
[17] Atatürk, Son Bursa Gezisi (1-3 Şubat 1938).
[18] Atatürk, Son Bursa Gezisi (1-3 Şubat 1938).
[19] Birinci Dünya Savaşı sırasında bir dedem (İsmail) Çanakkale’de, bir dedem de (Mahmut) Yemen’de kalmış.