18 Aralık 2024 itibariyle Covid-19 ile mücadelede aşılanan sayısı kişiye ulaştı.
13 Aralık 2024 Cuma
Gümrükten Eşya İthalatında TSE Sonucunu Etkileyecek İşlemler
Ortadoğu'da bahar yaşanacak mı?
Rusya'nın saldırısı meşru mu?
Merkez Bankası'nın Faiz Kararı Ne Olacak?
Gıda atıklarından gübre nasıl üretiliyor?
Enflasyon %20’li Düzeylere İner mi?
İşgal kuvvetlerinin ülke sınırlarını terk etmesi daha sonra gerçekleşse de, 30 Ağustos sembolik olarak ülke topraklarının geri alındığı günü temsil eder. 30 Ağustos günü, ilk kez 1924’te Dumlupınar’da Çal Köyü yakınlarında Cumhurbaşkanı Atatürk’ün katıldığı bir törenle Başkumandan Zaferi adıyla kutlanmıştır. Zaferi kutlamak için iki yıl beklemenin en önemli nedeni 1923 yılının yeni Türkiye açısından hem ulusal hem de uluslararası alanda yoğunluğun had safhada olmasıydı. Çal köyünde gerçekleşen ilk törende Atatürk, millî ruhun canlı tutulmasının önemini vurgulamış ve Meçhul Asker Abidesi’nin temelini eşi Latife Hanım ile beraber atmıştır. Mustafa Kemal, Başkomutan Meydan Muharebesi’ni sevk ve idare ettiği Zafertepe’de 30 Ağustos 1924 tarihinde Büyük Zafer’in önemini şu şekilde ifade etmiştir: “…Hiç şüphe etmemelidir ki yeni Türk devletinin, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin temelleri burada atıldı. Ebedî hayatı burada taçlandırıldı. Bu sahada akan Türk kanları, bu semada uçuşan şehit ruhları, devlet ve cumhuriyetimizin ebedî muhafızlarıdır…”.
Başkumandan Zaferi 1926’dan itibaren Zafer Bayramı olarak kutlanmaktadır. 1 Nisan 1926’da kabul edilen Kanunu’nda 30 Ağustos gününün Türk ordusunun Zafer Bayramı olduğu, her yıl dönümünde bu bayram gününün kara, deniz ve hava kuvvetleri tarafından kutlanacağı belirtilir. Ancak 1930’ların ortalarına kadar ilk tören gibi üst düzeyde gerçekleşen Büyük Zafer kutlaması yapılamamıştır. Zafer Bayramı için özellikle 1960’lardan itibaren daha kapsamlı ve katılımlı bir şekilde kutlamalar yapılmaya başlanmıştır. 30 Ağustos, Türkiye’de askerî okulların mezuniyet törenlerini yaptıkları gün olmuştur; ayrıca tüm subay ve astsubay rütbe değişiklikleri bu tarihte geçerli olmaktadır. Zafer Bayramı uzun yıllar Genelkurmay Başkanı’nın tebrikleri kabul ettiği bir bayram olarak kutlanmış; ancak bu durum 2011 yılından itibaren değişmiştir.
Taarruz Planı
Mustafa Kemal Büyük Söylev’inde taarruz planını şöyle ifade eder: Düşündüğümüz, ordularımızın ana kuvvetlerini düşman cephesinin bir kanadında ve mümkün olduğu kadar dış kanadında toplayarak, bir imha meydan muharebesi vermekti. Bunu için elverişli bulduğumuz durum, ana kuvvetlerimizi, düşmanın Afyonkarahisar yakınlarında bulunan sağ kanat grubu, güneyinde ve Akarçay ile Dumlupınar hizasına kadar olan alanlarda toplamaktı. Düşmanın en hassas ve önemli noktası orasıydı. Çabuk ve kesin sonuç almak, düşmanı bu kanadından vurmakla mümkündü.
Taarruza Hazırlık
Taarruza büyük bir gizlilik içinde hazırlanılmıştır. Mustafa Kemal, Konya’ya gelmiş olan General Townshend’in isteği üzerine, kendisiyle görüşmek için, Ankara’dan hareket ederek 23 Temmuz akşamı Batı Cephesi Karargâhı’nın bulunduğu Akşehir’e gider. Burada savaş planı üzerinde görüşmeler yapar. 24 Temmuz’da Konya’ya geçer. 27 Temmuz’da tekrar Akşehir’e gelir ve o gece yapılan görüşme sonunda, tespit edilmiş plan gereğince taarruz etmek üzere, 15 Ağustos’a kadar bütün hazırlıkların tamamlanmasına karar verilir.
28 Temmuz’da bir futbol maçını seyretmek bahanesiyle ordu komutanlarını ve bazı kolordu komutanlarını Akşehir’e çağırır. O gece yapılan toplantıda komutanların taarruzla ilgili görüşlerini alır. 30 Temmuz günü Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa ve Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa ile görüşerek taarruzun şeklini ve ayrıntılarını tespit eder. Ordunun hazırlıklarının tamamlanmasını ve taarruzun bir an önce yapılmasını emrettikten sonra Ankara’ya döner.
Çünkü Ankara’da yapılması gereken bazı işler vardır. Taarruz emri verdiğini henüz Bakanlar Kurulu’na bildirmemişti. Ayrıca muhalifler ordunun çürüdüğünden, kıpırdayacak durumda olmadığından, böyle karanlık ve belirsizlik içinde beklemenin sonucunun felaketten ibaret olacağı yönünde propaganda yapmaktaydı. Bu olumsuz propaganda en yakın ve en inanmış kimseler üzerinde bile kötü etkisini göstermeye başlamıştı. Mustafa Kemal, yakında başlayacak taarruz ile altı yedi gün içinde düşmanın ana kuvvetlerini yeneceği konusunda onlara teminat verdi.
Birkaç gün sonra ise cepheye gitmek üzere Ankara’dan ayrıldı. Hareketini belirli birkaç kişi dışında bütün Ankara’dan gizledi. Ankara’dan ayrılacağını bilenler, Ankara’ymış gibi davranacaklardı. Hatta gazetelerle Mustafa Kemal’in Çankaya’da çay ziyafeti verdiğini de ilan edeceklerdi. Dikkat çekmesin diye trenle hareket etmeyen Mustafa Kemal, bir gece otomobille Şereflikoçhisar (Tuz Gölü) üzerinden Konya’ya gider. Konya’ya geldiğini kimse bilmez ve varır varmaz telgrafhaneyi kontrol altına aldırır. 20 Ağustos günü öğleden sonra saat 16:00’da Batı Cephesi Karargâhı’na yani Akşehir’e ulaşır. Kısa bir görüşmeden sonra 26 Ağustos sabahı düşmana taarruz için Cephe Komutanı’na emir verir.
Mustafa Kemal 20/21 Ağustos gecesi Cephe Karargâhı’nda Cephe ve Ordu Komutanlarına taarruzun nasıl yapılacağını harita üzerinde kısa bir savaş oyunu şeklinde açıkladıktan sonra taarruz emrini tekrarlar. Taarruz, strateji ve aynı zamanda bir taktik baskın halinde yürütülecekti. Bunun gerçekleşebilmesi için de kuvvetlerin yığınak ve hazırlıklarının gizli kalmasına önem vermek gerekiyordu. Bu sebeple bütün yürüyüşler gece yapılacak, birlikler gündüzleri köylerde ve ağaçlıklar altında dinlenecekti. Taarruz bölgesinde, yolların düzeltilmesi vb. çalışmalarla düşmanın dikkatini çekmemek için yanıltıcı hareketlerde bulunulacaktı.
26 Ağustos Sabahı ve Zafere Giden Yol
24 Ağustos’ta Cephe Karargâhı Akşehir’den, taarruz cephesi gerisindeki Şuhut kasabasına taşındı. 25 Ağustos sabahı da Şuhut’tan savaşın idare edildiği Kocatepe’nin güneybatısındaki çadırlı ordugâha nakledilir. 26 Ağustos sabahı Kocatepe’de hazır bulunan Mustafa Kemal’in emri ile sabah saat 5.30’da topçu ateşi ile taarruz başlar. 26/27 Ağustos günlerinde, yani iki gün içinde, düşmanın Afyonkarahisar’ın güney ve doğusundaki müstahkem cepheleri düşer. 30 Ağustos’a kadar düşman ordusunun bütün kuvvetleri Aslıhanlar bölgesinde kuşatılır. 30 Ağustos’ta yapılan savaş sonunda (ki buna Başkomutanlık Muharebesi adı verilmiştir) düşmanın ana kuvvetleri yok edilmiş ve esir alınmıştır. Ve esirler arasında düşman ordusunun başkomutanlığını yapan General Trikopis de vardır. Planlanan kesin sonuç beş gün içinde alınmış ve 31 Ağustos günü ordularımız ana kuvvetleriyle İzmir’e doğru yürüyüşe geçmiştir.
Ordular İlk Hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!
Mustafa Kemal 1 Eylül’de ordulara Akdeniz’i hedef göstermiş ve şu meşhur emrini vermiştir: “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!”. Mustafa Kemal yayımladığı bildiride özetle şöyle demiştir:
Zalim ve gururlu bir ordunun asıl kuvvetlerini inanılmayacak kadar az bir sürede yok ettiniz. Sahibimiz olan büyük Türk milleti, geleceğinden emin olmağa haklıdır. Bütün arkadaşlarımın Anadolu’da daha başka meydan savaşları verileceğini göz önüne alarak ilerlemesini ve herkesin akıl gücünü, yiğitlik ve hamiyet kaynaklarını yarışırcasına vermeye devam etmesini dilerim. Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir! İleri!
Mustafa Kemal’in emri üzerine Yunan ordusunu felaketten kurtarmak isteyen İtilaf Devletleri 4 Eylül’de ateşkes teklif etmişler ve İzmir’deki İtilaf Devletleri’nin konsolosları Mustafa Kemal’le görüşmek için yer ve tarih sormuşlardır. Mustafa Kemal 9 Eylül’de Kemalpaşa’da (o günkü adıyla Nif’te) görüşebileceğini bildirmiş ve gerçekten de söz verdiği gün Kemalpaşa’ya ulaşmış, fakat görüşme isteyenleri orada bulamamıştır. Çünkü ordularımız, İzmir rıhtımında Mustafa Kemal’in verdiği ilk hedefe, yani Akdeniz’e ulaşmış bulunuyordu. Ve 9 Eylül’de Türk ordusu İzmir’de! Yunan idaresi kaçıp gittiği ve Türk ordusu henüz gelmediği için İzmir yönetimsiz bir gece geçirmiştir. Şehirde Türkler arasında heyecan, limanda bekleyen 45.000 Rum arasında korku son haddine ulaşmıştı.
Mustafa Kemal bu zaferi Büyük Söylev’inde şu şekilde ifade etmiştir:
Her safhasıyla düşünülmüş, hazırlanmış, idare edilmiş ve zaferle sonuçlandırılmış olan bu harekât Türk ordusunun, Türk subay ve komuta heyetinin yüksek kudret ve kahramanlığını tarihe bir kere daha geçiren muazzam bir eserdir. Bu eser, Türk milletinin hürriyet ve istiklal düşüncesinin ölümsüz bir abidesidir. Bu eseri yaratan bir milletin evladı, bir ordunun başkomutanı olduğumdan, mutluluk ve bahtiyarlığım sonsuzdur.
Sonuç olarak,
Büyük taarruz ve bu taarruzun hedefine ulaşıncaya kadar geçen çok kısa süre içinde yer alan savaşlar kolay geçmemiştir. Bu savaşlarda Türk milleti neyi varsa, yedisinden yetmişine, kadınından erkeğine, malından canına kadar tüm varlığını savaş için ortaya koymuştur. Bu savaşta generalinden erine kadar Türk Ordusu vatan görevinin en büyük, en anlamlı örneğini vermiş; bağımsız olmanın, özgür yaşamanın bedelini canlarıyla ödemişlerdir.
Düşmanların, düşman güçlerin kendi çıkarlarını düşünmeleri doğaldır. Acı olan, düşündürücü olan içteki hainlerin, işbirlikçilerin varlığıdır. Böylesine acıların örneklerini her milletin tarihinde bulmak olanaklıdır. Türk milleti bu hainlikleri yaşamış, görmüş; bu hainlerden çok çekmiştir. Bu hainlikler milletlerin zor günlerinde sıkça görülen örneklerdir. Büyük Taarruz öncesi günlerde bile dış düşmanların içerdeki işbirlikçileri, hainler, uyduluğunu yaptıkları düşmanlardan geri kalmamışlar, Meclis’te, kamuoyunda Mustafa Kemal’i, Milli Mücadele’yi çökertmek, yolundan saptırmak için olanca güçleriyle çalışmışlardır. Başta Peyami Sabah gazetesi olmak üzere İstanbul basını Mustafa Kemal’i, Milli Mücadele’yi kötülemekten, düşmanların Türkleri aşağılayıcı sözlerini yaymaktan, halkı Mustafa Kemal’e ve Milli Mücadele’ye karşı kışkırtmaktan çekinmemiştir.
Şunu bilmeliyiz ki, milletimiz/devletimiz/cumhuriyetimiz dün olduğu gibi bugün de bazı iç ve dış mihrakların/düşmanlarının hedefi olmaktan kurtulamamıştır. Bugün içte ve dışta yaşadığımız, milletimize yönelik bütün düşmanca oyunlar Türk milletinin birlik ve beraberliğini, toprak bütünlüğünü bozmaya yöneliktir. Bu geçmişte olduğu gibi bugün ve gelecekte de olacaktır. Ancak Türk milleti geçmişte olduğu gibi gelecekte de bu tür oyunları birlik ve beraberlik içinde bozacaktır.
Değerli dostlar, bir hususu özellikle sizlerle paylaşmak istiyorum. Bugün 30 Ağustos Zafer Bayramı, yani adı üstünde bayram ve tüm bayramlar ister dini ister milli olsun coşku, sevinç ve mutluluk içinde hep birlikte meydanlarda, caddelerde, sokaklarda halkın içinde ve halkla birlikte kutlanır. Eskiden şöyle bir eleştiri, yakınma vardı: “efendim milli bayramlar stadyumlara, kapalı spor salonlarına hapsedildi, halktan koparıldı, biz bayramları meydanlarda halkın içinde ve halkla birlikte kutlayacağız” gibisinden. Ama bugün geldiğimiz noktada bırakın meydanlarda halk ile birlikte kutlamayı, var olanında çok gerisine gidilmiş ve adeta kutlanamaz duruma gelmiştir. Eğer siz bir takım “sudan” sebeplerle bayramlarınızı layıkıyla kutlamazsanız halkın, milletin yaşama sevincini yitirmesine ve milli birlik ve beraberlik duygusunu kaybetmesine neden olursunuz. O zaman bayramlar senin bayramın benim bayramın olur ki bu da toplumları felakete sürükler. Toplum, millet aynen bir insan gibidir, bir bütündür. Bir yanı acı ve keder diğer yanı yaşama arzusuyla doludur. Dolayısıyla hayat bir bütündür. Biri diğerinin yaşanmasına veya yaşanmamasına neden veya gerekçe oluşturmamalıdır. Acı ve kederin panzehri ise bayramlardır. İnsanları, toplumları ve milletleri hayata, yaşama ve geleceğe bağlar ve ayakta tutar. Tıpkı doğum gibi.
Değerli dostlar, insanları, milletleri millet yapan, coğrafyaları, ülkeleri vatan yapan sembollerdir. Yani adıdır, bayrağıdır, rengidir, milli marşıdır ve milli günlerdir. Eğer siz bu değerleri sorgular, sorgulatır iseniz artık siz siz olmazsınız, bir başkası veya bir hiç olursunuz ve bu durumda sizi dikkate alan da değer veren de olmaz. Maziye, tarihe şöyle bir baktığımızda Anadolu’nun veya başka coğrafyaların benliğini, kimliğini yitirmiş nice milletlerle dolu olduğunu görürüz. Eğer bu coğrafyada mazi olmak istemiyorsak bizi biz yapan değerlere sahip çıkacağız, değer vereceğiz ve milli bayramlarımızı da hakkıyla kutlayacağız.
Yaşanan bütün bunlara rağmen biz inanıyoruz ki; milli kültür değerlerine bağlı, insanını çağın gerektirdiği bilimsel ve teknolojik gelişmelere uygun bir şekilde eğitmiş, güçlü bir Türkiye, ülkemiz üzerinde oynanan çirkin oyunlara son vereceği gibi, stratejik ve jeopolitik yeri itibariyle dünya barışının ve bugünkü mevcut uluslararası dengenin mihenk taşını teşkil edecektir.
30 Ağustos Zafer Bayramı’nın başta ordumuz olmak üzere tüm milletimize kutlu olmasını diliyor; gençlerimizin Atatürk ilke ve inkılâplarından kopmadan ülkemize ve insanlığa yararlı hizmetlerde bulunacaklarına yürekten inanıyorum. Sözlerimi büyük önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün şu güzel sözleriyle bitirmek istiyorum:
“Zafer, zafer benimdir diyebilenindir. Başarı ise başaracağım diye başlayarak sonunda başardım diyenindir.”
“Benim naçiz vücudum, bir gün elbet toprak olacaktır, fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet yaşayacaktır. Ve Türk milleti emniyet ve saadetinin kefili olan ilkelerle medeniyet yolunda, tereddütsüz yürümeye devam edecektir.”
Ya da daha güncel bir ifadeyle; Cumhuriyet’le kalın, Atatürk’le kalın, Atatürk ilke ve devrimlerinin aydınlattığı yolda kalın.
Sevgi, saygı ve selamlarımla.