21 Ocak 2025 itibariyle Covid-19 ile mücadelede aşılanan sayısı kişiye ulaştı.
13 Ocak 2025 Pazartesi
Gümrükten Eşya İthalatında TSE Sonucunu Etkileyecek İşlemler
ŞEHİTLER
Rusya'nın saldırısı meşru mu?
Merkez Bankası'nın Faiz Kararı Ne Olacak?
Kahve tüketimi neden bu kadar arttı?
Enflasyon %20’li Düzeylere İner mi?
İngilizler iki dünya savaşı arası dönemde Ortadoğu’daki durumlarını dolaylı yönetimle garanti altına almışlardı; Fransızlar ise farklı bir politika izlediler. Fransa’nın Suriye ve Lübnan’daki denetimi büyük bir askeri birlik ve karmaşık bir Fransız sivil idareciler hiyerarşisiyle desteklenmişti. Fransa’nın doğrudan yönetim politikası, karar verme otoritesini yüksek komisere devrediyor ve yerel politikacıların özerklik uygulamalarına pek alan bırakmıyordu. Sistemin yerel düzlemde meşruluğu yoktu ve 1946’da Fransızların çekilmesinden sonra fazla ayakta kalamadı.
Fransızların Suriye üzerindeki iddiaları bir dini, ekonomik ve stratejik çıkarlar karışımına dayanıyordu. Fransız varlığının ekonomik sebebi, Osmanlı’nın son yıllarında Fransız şirketlerinin demiryollarına, liman işletmelerine ve ticarete yaptığı çok büyük yatırımlardı. Fransızlar Suriye’yi bağımsızlığa hazırlayacak yerli idari kurumlar oluşturulmasını teşvik edecek yerde kendi idarelerini uzatacak koşullar yarattılar. Bunu Suriye içinde var olan dini, etnik ve bölgesel farklılıkları teşvik edip vurgulayan bir böl ve yönet politikasıyla uyguladılar.
Suriye mandasında Fransa bir dizi ayrı siyasal birim yarattı ki, bunların varlığı Suriye milli kimliğinin gelişmesini geciktirmek üzere tasarlanmıştı. Böylece 1920’de Şam ve Halep’i iki ayrı devlete böldüler. Siyasal parçalanmayı daha da arttırmak için Fransa, Suriye’nin iki bölgesel azınlık grupları olan Aleviler ve Dürzilerin farklılıklarını her birine ayrı birer devlet vererek vurguladı. Alevi devleti kuzeyde kıyı şehri Lazkiye çevresinde, Cebel Dürzi devleti de Şam’ın güneyinde Dürzilerin çoğunlukta oldukları bir bölgeydi. Fransa 1924’te Şam ve Halep devletlerini Suriye devleti adıyla birleştirerek yeni bir siyasal düzenlemeye gitti.
İdari yapının en tepesinde merkezi Beyrut’ta olan Suriye ve Lübnan yüksek komiseri vardı. 1923 ile 1926 yılları arasında dört ayrı yüksek komiser görev yaptı. Fransızların Suriye’yi yönetme usulü, yerel halkın siyasal sorumluluk ve idari deneyim elde etmesini engelliyordu. Yüksek komiserlikte üst düzey bürokratik mevkiler Fransızlara veriliyordu. Ancak yerli Suriyeli subay yetiştirilmesine, bürokrasiden daha çok önem verildi. Manda’nın ilk yılı 1920’de bir askeri akademi kurulmuştu. İleri gelen Sünni şehirli aileler askerlik mesleğini hor gördüklerinden, oğullarını akademiye göndermedikleri için diğer sosyal ve dini grupların önü açılmış oldu. 1946’daki bağımsızlıkta azınlık dini gruplarından olan bu subaylar orduyu siyasal hayatın içine soktular ve Sünni hâkimiyetine son verdiler.
Fransızların zorla kurdukları otorite, mandanın ilk iki yılında Suriye’nin çeşitli bölgelerinde direnişle karşılaşmıştı. Ancak Fransız ordusu bu ayaklanmaları birbirinden tecrit ederek ülkenin başka taraflarına yayılmasını önledi. Fakat 1925-1927 büyük isyanında bunu yapamadı. Yerel bir ayaklanma olarak başlayan isyan çok geçmeden Suriye’nin tamamına yayıldı. İsyan Temmuz 1925’de Cebel Dürzi devletinde Fransız valisinin Dürzi siyasal ilişkilerini yeniden yapılandırmaya kalkıştığı sırada başladı. 1925 yılı sonlarında Humus ve Şam şehirlerinin siyasal liderleri de Dürzi isyanına katılınca ulusal çapta bir direniş hareketi başladı. İsyanı önleyemeyen Fransa yanlış bir güç gösterisine girişti. 18 Ekim 1925’de Şam’ı kırk sekiz saat boyunca havadan ve karadan bombaladı.
Büyük isyan sonrasında ileri gelen Suriyeli liderler Ulusal Blok adında siyasal bir örgüt kurdu ve bu örgüt mandanın sonuna kadar Suriye siyasal hayatının odak noktası oldu. Milli Blok liderleri Osmanlı döneminde yetkiye sahip ailelerden oluşuyordu. Bunlar, Büyük Suriye’nin bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü istemek açısından milliyetçiydiler. Ancak milliyetçilikleri toplumsal ve siyasal bakımdan muhafazakâr türdendi. Toplumsal hedefleri ve siyasal davranışları bakımından Mısırlı ve Iraklı seçkinlerden pek farklı değillerdi.
Seçilen Suriye kurucu meclisi 1929’da bir anayasa hazırladı, fakat Fransa bu anayasayı reddetti. Bir yıl sonra kendisi bir anayasa hazırladı. Böylece Fransa’nın manda yetkisi devam etti. Bundan sonraki altı yıl boyunca Suriye cumhurbaşkanları ve başbakanları makamlarını korudu ve Suriye Meclisi yıllık toplantılar yaptı. Ancak Fransa’nın yasaları veto etme yetkisi Suriye’deki siyasal hayatı bir komediye çevirdi. Fransa-Suriye ilişkilerinde bu açmazın 1936 Fransa seçimlerinde Leon Blum’un Halk Cephesi koalisyonunun zaferiyle çözüleceği umut edildi. Ve iki ülkenin temsilcileri aynı yıl 1930 İngiltere-Irak anlaşması benzeri bir anlaşma taslağı hazırladı. Fransa ile Suriye arasında bir ittifak yapılıyor, Fransa’ya Suriye’nin egemenliğini savunma, Suriye topraklarında hava üsleri ve askeri garnizonlar bulundurma hakkı tanıyordu. Anlaşma taslağının 1936’da Suriye Meclisinde onaylanması üzerine Ulusal Blok yarı bağımsız ülkede iktidarı ele almaya hazırlandı. Ancak Suriye’nin egemenlik beklentileri hayal kırıklığına uğradı. Blum’un solcu koalisyonu 1938’de bozuldu ve Fransa Meclis Fransa-Suriye anlaşmasını onaylamadı. Yüksek komiser 1939’da Suriye anayasasını askıya alıp, Alevi ve Dürzi devletlerinin özerkliğini yeniden kabul etti. Yirmi yıllık manda idaresinden sonra Suriye bağımsızlık elde edememişti, özerk kurumları ve toprak bütünlüğü yoktu.
Ancak Fransa’nın 1940’ta düşüşü ve Mareşal Petain liderliğinde işbirlikçi Vichy rejiminin kuruluşu, Fransa’nın bütün denizaşırı topraklarında tepkiler yarattı. Suriye ve Lübnan’da yönetim Petain hükümetine sadık yetkililerin eline geçince, iki Levant devleti Mihver etki alanına girdi ve Vichy rejimi, İngiliz hükümeti ve General Charles de Gaulle liderliğindeki Özgür Fransa hareketinin işe karıştığı karmaşık bir diplomatik mücadelenin merkezi oldu.
Bu arada Rommel’in Mısır’a doğru ilerlemesi ve Raşid Ali’nin Irak’taki isyanı ile Levant’taki Vichy komutasındaki Fransız ordusunun varlığı, İngiltere’nin Ortadoğu’daki durumuna bir tehlike oluşturdu. İngiltere, Suriye ile Lübnan’ın Alman faaliyetleri için bir üs olmasına engel olmak için iki ülkeyi Özgür Fransa Hareketiyle birlikte işgal etti. Temmuz 1941’de Vichy kuvvetleri yenildi ve kontrolü Özgür Fransa Hareketi aldı. İngiltere ile Özgür Fransa Hareketi iki devletin gelecekteki statüsü konusunda anlaşma yapmıştı; savaş sonunda Suriye ve Lübnan’a derhal ve koşulsuz olarak bağımsızlık verilecekti. Ancak bu iki ülke yine düş kırıklığına uğrayacaktı. Çünkü Özgür Fransa rejimi de bu iki ülkeye egemenlik tanımak istemiyordu. 1941’de onayladığı bağımsızlık ilanını şimdi kabul etmek istemiyordu. Böylece Özgür Fransa yönetimi sadece Suriye ve Lübnan halkıyla değil, İngilizlerle de çatışmaya girmiş oldu. Fakat İngiltere’nin baskısı sonucunda her iki ülkenin anayasaları yeniden yürürlüğe kondu ve 1943’te seçimler yapıldı. Ulusal Blok iktidara geldi ve Şükrü Kuvvetli cumhurbaşkanı seçildi. Fakat Fransa iktidarı Ulusal Blok’a bırakmayı kabul etmedi. Bu tutumuyla Fransa yeni bir çatışma başlatmış oldu. Avrupa’da savaş sona erer ermez Suriye ve Lübnan’daki askeri garnizonlarını genişletmeye başladı. Ancak İngiltere’nin yoğun baskısı sonucunda Fransa geri adım atarak askerlerini çekmeyi kabul etti. Suriye 1946 baharında boşaltıldı ve aynı yılın Aralık ayında da son Fransız askerileri de Lübnan’dan çekildi.
Şimdi bütün bunları niye mi anlattım. Mustafa Kemal’in Erzurum ve Sivas’ta “manda ve himaye kabul edilemez” mücadelesini daha iyi anlayalım diye. Fransız mandası altında kalan Suriye’nin ve İngiliz mandası altında kalan Irak’ın bugün ne halde olduklarını anlayalım diye. Tarihten ders alalım diye. Başımıza ileride böyle belalar gelmesin diye. Kimliğin üç ifadesi var: Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük (Milliyetçilik). İlk ikisinin başarısız olduğunu unutmayalım diye. Ve tekrar o karanlık koridorlara girmeyelim diye. İlk ikisini arzulayanlara fırsat vermeyelim diye. Keşke Yunanlar kazansaydı diyenleri unutmayalım diye. Himayenin aslında sömürge olduğunu bilelim diye. İçimizdeki “İrlandalıları” tanıyalım diye. Laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’ni ve kazanımlarını koruyalım diye. Hülasa Suriye olmayalım diye!