21 Aralık 2024 itibariyle Covid-19 ile mücadelede aşılanan sayısı kişiye ulaştı.
03 Mart 2022 Perşembe
Gümrükten Eşya İthalatında TSE Sonucunu Etkileyecek İşlemler
Ortadoğu'da bahar yaşanacak mı?
Rusya'nın saldırısı meşru mu?
Merkez Bankası'nın Faiz Kararı Ne Olacak?
Gıda atıklarından gübre nasıl üretiliyor?
Enflasyon %20’li Düzeylere İner mi?
Geçtiğimiz hafta Rusya’nın Ukrayna’nın doğusunda bulunan Donbas bölgesindeki Donetsk ve Luhansk şehirlerini bağımsız birer cumhuriyet olarak tanıma kararı aldığını açıklamasının ardından iki ülke arasında gerilim hızlıca tırmanmaya başlamış ve Rusya, Ukrayna’nın toprak bütünlüğüne karşı giriştiği eylemlerini, kendi ülkesi adına meşru savunma hakkını kullandığı şeklinde ifade etmişti. Tüm dünya olarak büyük bir üzüntü ve endişe içerisinde takip ettiğimiz bu silahlı saldırı eylemlerini uluslararası hukuk kapsamında değerlendirdim.
Öncelikle tarihsel açıdan kuvvet kullanma yoluna başvurmanın devletler açısından bir hak olarak görüldüğü uzun dönemlerin ardından, Milletler Cemiyeti Misakı sonrasında 1925 tarihinde Ren Misakı ve 1928 tarihinde Briand-Kellogg Paktı ile kuvvet kullanımının yasaklanmasının ilk adımları atılmıştır. II. Dünya Savaşı’ndan sonra 1945 yılına gelindiğinde ise, San Francisco Konferansı’nda Birleşmiş Milletler Antlaşması ile uluslararası alanda kuvvet kullanımı ilke olarak evrensel düzeyde ve en kapsamlı şekilde yasaklanmış, kuvvet kullanma yetkisinin sınırları ve yasağın istisnaları ile birlikte belirtilmiştir. Antlaşmada savaş teriminin yerine “tehdit” ve “kuvvet kullanma” terimlerine yer verilmiş olması, savaşın yanı sıra savaşa varmayan kuvvet kullanma yollarının da kuvvet kullanma yasağı kapsamında değerlendirilerek her türlü silahlı kuvvet kullanımı ve tehdidinin uluslararası hukuka aykırı kabul edildiğini göstermektedir.
Birleşmiş Milletler Antlaşmasına göre bir devletin diğer bir devletin egemenliğine, toprak bütünlüğüne ya da siyasal bağımsızlığına karşı veya BM amaçları ile bağdaşmayacak şekilde, tek taraflı olarak kuvvet kullanması ya da kuvvet kullanma tehdidinde bulunması uluslararası hukuka aykırı kabul edilerek açıkça ve emredici bir şekilde yasaklanmış olup, 2/4. maddesinde belirtildiği şekilde “Teşkilatın üyeleri, uluslararası ilişkilerinde gerek herhangi bir başka devletin toprak bütünlüğüne veya siyasi bağımsızlığına karşı, gerekse Birleşmiş Milletlerin amaçları ile bağdaşmayacak herhangi bir biçimde kuvvet kullanma tehdidine veya kuvvet kullanılmasına başvurmaktan kaçınırlar.” Antlaşmanın 2/6. maddesi “Teşkilat, Birleşmiş Milletler üyesi olmayan devletlerin milletlerarası barış ve güvenliğin muhafazasının gerektirdiği ölçüde, işbu esaslara uygun olarak hareket etmesini sağlar.” hükmü çerçevesinde Birleşmiş Milletleri’in, üye olmayan devletlerin kuvvet tehdidi ya da kuvvet kullanması hallerinde onlara karşı da önlemler alabileceği kabul edilmiştir. Bu kapsamda, kuvvet kullanma yasağı yalnız Birleşmiş Milletler üyesi devletlere karşı girişilecek olan kuvvet tehdidi veya kuvvet kullanılması eylemleri ile sınırlı olmayıp, üye olmayan devletlere karşı da girişilecek bu tür eylemleri kapsamaktadır ve bütün devletler açısından bağlayıcıdır.
Fakat kuvvet kullanma yasağının uluslararası barış ve güvenliğin korunması amacı ile Birleşmiş Milletler kararları uyarınca ve meşru savunma hakkının kullanılması çerçevesinde olmak üzere belli başlı istisnaları mevcuttur.
Bu istisna kapsamında; bir devletin başka bir devlet tarafından kendisine karşı girişilen uluslararası hukuka aykırı kuvvet kullanma eylemlerine ani ve doğal bir şekilde, yine kuvvet kullanma yoluyla karşılık vermesi şeklinde tanımlayabileceğimiz meşru savunma hakkı, Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın 51. maddesinde “İşbu Antlaşma’nın hiçbir hükmü, Birleşmiş Milletler üyelerinden birinin silahlı bir saldırıya hedef olması halinde, Güvenlik Konseyi milletlerarası barış ve güvenliğin korunması için gerekli önlemleri alıncaya kadar, bu üyenin doğal olan bireysel ya da ortak meşru savunma hakkına halel getirmez. Üyelerin meşru savunma hakkını kullanırken aldıkları önlemler hemen Güvenlik Konseyi’ne bildirilir ve Konsey’in işbu Antlaşma gereğince milletlerarası barış ve güvenliğin korunması ya da yeniden kurulması için gerekli göreceği biçimde her an hareket etme yetki ve görevini hiçbir biçimde etkilemez.” şeklinde düzenlenmiştir.
Buna göre, bir devletin meşru savunma hakkı kapsamında kuvvet kullanılabilmesi için temel koşul bir silahlı saldırıya hedef olunması halidir. Ancak, fiili bir saldırı dışında çok yakın ve gerçek bir tehlikenin varlığı karşısında eğer başkaca bir yol yoksa tehdit altındaki devletin meşru savunma hakkını kullanarak kuvvete başvurup başvuramayacağı yani önleyici meşru savunma hali uluslararası hukuk düzeninde tartışmalıdır.
Antlaşmaya göre meşru savunma hakkını kullanan devletin aldığı önlemleri derhal Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne bildirmesi gerekmekte olup, bu gereklilik bir izin alma gerekliliği şeklinde anlaşılmamalıdır. Ancak yapılan bildirim sonrası Güvenlik Konseyi, Birleşmiş Milletler Antlaşması çerçevesinde birtakım kararlar alırsa artık bu kararlara uyulması gerekmektedir.
Son olarak meşru savunma hakkının kullanılabilmesi için; saldırının durdurulması konusunda başka bir olanağın kalmaması ile kuvvete başvurulmasının gerekli bulunması ve karşılık olarak gerçekleştirilen saldırının diğer devletin saldırısıyla orantılı olması yani saldırıyı durduracak ve etkilerini ortadan kaldıracak ölçüde kuvvete başvurulması gerekmektedir. Örneğin, ilk saldırı eylemini gerçekleştiren devlet top mermileri kullanırken, saldırıyı durduracak devletin nükleer silahlarla karşılık vermesi meşru savunma hakkı kapsamında kuvvet kullanılmasının uluslararası hukuka uygunluğunu ortadan kaldıracaktır.
WhatsApp kullanıcılarının WhatsApp kullanım koşullarının ve gizlilik ilkesinin güncelleneceğine ilişkin bilgilendirme ile karşılaştığı tespit edilmiş ve ilgili teşebbüs tarafından yayımlanan bilgilendirme metni çerçevesinde, söz konusu uygulamanın rekabet hukuku bakımından sömürücü ve dışlayıcı birtakım etkilere neden olabileceği görülmüş olup, geçtiğimiz yıl Ocak ayında Facebook’un Türkiye’de, WhatsApp kullanıcılarının verilerinin 08.02.2021 tarihinden itibaren başka hizmetler için kullanılmasına yönelik getirdiği koşullar ile ilgili olarak Rekabet Kurumu tarafından geçici tedbir kararı alınmasına karar verilmişti.
Söz konusu kararda;
“ Facebook’un 08.02.2021 tarihinde uygulamaya geçmek üzere WhatsApp kullanıcılarına getirdiği veri paylaşma zorunluluğunun 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun kapsamında yol açtığı endişeler incelenmiştir. WhatsApp uygulaması, kullanıcılarına ait mesaj içerikleri, konum, profil fotoğrafı, grup bilgilerinin yanı sıra, kullanıcıların cihazlarında yüklü diğer bilgilere de erişim sağlayabilmektedir. Bunların rehber, galeri gibi bilgiler ile sınırlı kalmadığı, cihazda yüklü diğer uygulamalarda kullanılan verilerin de kısmen erişilebilir olduğu endişesi bulunmaktadır. Ayrıca, kullanıcılara getirilen yükümlülüğün tam olarak açıklanmadığı da görülmektedir. Öte yandan, Facebook’ta kişiler, kapalı bir grubun tamamına açacakları bilgileri paylaşmakta iken WhatsApp’ta daha küçük gruplarda daha özel veya ticari sır içerebilecek veriler paylaşılabilmektedir. Dolayısıyla WhatsApp verileri herhangi bir sosyal medya içeriğine göre genellikle daha gizli ve kişilerin daha geniş bir çevreyle paylaşmak istemeyeceği nitelikte verilerdir. Söz konusu verilerin, Facebook’un faaliyet gösterdiği diğer pazarlarda kullanılmasının ve bunun WhatsApp kullanımı için zorunlu tutulmasının 4054 sayılı Kanun kapsamında yol açtığı endişeler; WhatsApp verilerinin, diğer Facebook şirket ürün ve verilerine bağlanması, Facebook’un tüketici iletişim hizmetleri pazarındaki gücünü, internet reklamcılığı alanındaki rakiplerinin faaliyetini zorlaştıracak şekilde kullanması, aşırı veri toplanmasının ve verinin başka hizmetler için kullanılmasının tüketicinin sömürülmesine yol açması şeklinde sınıflandırılabilir. WhatsApp kullanıcılarının, Facebook tarafından sunulan koşulları kabul etmeleri halinde diğer grup şirketleri de ilgili verilere sahip olacak ve bu verileri kullanmaya başlayacaktır. Bu verilerin geri alınması ve kullanılmasından kaynaklanan avantajların ortadan kaldırılması oldukça güçtür.
4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’un 9/4 maddesinde “nihai karara kadar ciddi ve telafi olunamayacak zararların doğması ihtimalinin bulunduğu durumlarda, ihlalden önceki durumu koruyucu nitelikte” geçici tedbir kararı alınabileceği düzenlenmiştir. Facebook’un; (i) tüketici iletişim hizmetleri, (ii) sosyal ağ hizmetleri ve (iii) çevrim içi reklamcılık hizmetleri pazarlarındaki pazar gücü dikkate alındığında, söz konusu uygulamaların soruşturma sonucunda alınacak nihai karara kadar ciddi ve telafi olunamayacak zararlar doğurma ihtimalini haiz olduğu değerlendirilmektedir. ” denilerek,
Facebook’un inceleme konusu uygulamasına yönelik olarak Türkiye’deki tüm kullanıcılar bakımından geçerli olacak şekilde 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’un 9/4. maddesi çerçevesinde geçici tedbir uygulanmasının uygun olacağı, bu kapsamda Facebook’un Türkiye’de, WhatsApp uygulaması kullanıcılarının verilerinin 08.02.2021 tarihinden itibaren başka hizmetler için kullanılmasına yönelik getirdiği koşulları durdurması ve veri paylaşımını içeren yeni kullanım koşullarını anılan tarihe kadar durdurduğunu bildirmesinin gerektiği sonucuna varılmıştır.
Bu kararın ardından Facebook ve WhatsApp tarafından geçici tedbir kararının iptali istemiyle dava açılmıştı. Ancak geçtiğimiz günlerde, Ankara 4. İdare Mahkemesi tarafından incelenen dosyada, WhatsApp kullanıcılarının Facebook tarafından sunulan koşulları kabul etmeleri halinde diğer grup şirketlerinin verileri eline geçirerek bunu kullanmaya başlayacağının açık olması, yürütülecek soruşturma sonucunda Facebook’un söz konusu davranışına son verilmesine karar verilmesi halinde, bu verilerin tekrar geriye alınması ve kullanılmasından kişisel verilerin korunması hilafına olabileceği, bu haliyle telafisi mümkün olmayan bir durumun ortaya çıkabileceği, hâlihazırda Facebook tarafından WhatsApp kullanıcılarının bir kısmına 8 Şubat 2021 tarihinden itibaren verinin başka hizmetler için kullanılacağına dair bilgilendirmenin yapıldığı ve kullanıcıların bir kısmının bu koşullara onay vermiş olması olasılığı göz önünde bulundurulduğunda, halihazırda Facebook ve ilgili diğer şirketlerinin pazar güçleri ve pazarın yapısına ilişkin yapılan analizler sonucunda söz konusu uygulamaların soruşturma neticesinde alınacak nihai karara kadar ciddi ve telafi olunamayacak zararlar doğurma ihtimalini haiz olduğu, söz konusu şirketler hakkında ana soruşturmanın halen devam etmesi ve neticelendiğinde bu konuda yeniden karar alınabileceğinin de göz önüne alındığında; Türkiye’de koşulları kabul eden veya bilgilendirmeyi alarak kabul etmeyen tüm kullanıcılara Facebook’un veri paylaşımını içeren yeni koşulları durdurduğunu bildirmesi biçiminde geçici tedbir kararı alınmasında hukuka ve mevzuata aykırılık bulunmadığı” sonucuna varılarak geçici tedbir kararına yapılan itiraz reddedilmiştir.
Rekabet Kurumu’na re’sen yapılmış olan başvuru ile, Covid-19 salgını sürecinde, perakende gıda ve temizlik ürünleri ticareti ile iştigal eden zincir marketler ile bunların tedarikçileri konumunda olan üretici ve toptancı seviyesindeki teşebbüsleri ile Gıda Perakendecileri Derneği hakkında fiyatlama davranışlarının incelenmesine yönelik olarak yürütülen soruşturması geçtiğimiz ayda karara bağlanmıştır.
Pandemi sürecinde özellikle gıda ve temizlik ürünleri ile koruyucu ürünlerde arz sıkıntıları ve/veya aşırı fiyat artışları gözlenmiş olup, bu çerçevede incelemeye konu teşebbüslerin zımni bir işbirliği içinde bulunarak ya da birlikte hakim durumda bulunmaları sonucu ortak aşırı fiyat stratejisi izleyerek mağazalarında satışa sundukları ürünlerin fiyatlarını birlikte belirledikleri, fiyat tespitine yönelik bir anlaşma veya uyumlu eyleme taraf oldukları, bu şekilde 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’un 4. maddesini ihlal ettikleri iddia edilmiştir.
4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’un 4. maddesine göre, “Belirli bir mal veya hizmet piyasasında doğrudan veya dolaylı olarak rekabeti engelleme, bozma ya da kısıtlama amacını taşıyan veya bu etkiyi doğuran yahut doğurabilecek nitelikte olan teşebbüsler arası anlaşmalar, uyumlu eylemler ve teşebbüs birliklerinin bu tür karar ve eylemleri hukuka aykırı ve yasaktır.” Bu haller ilgili maddenin devamında sayılmış olup, bir anlaşmanın varlığının ispatlanamadığı durumlarda piyasadaki fiyat değişmelerinin veya arz ve talep dengesinin ya da teşebbüslerin faaliyet bölgelerinin, rekabetin engellendiği, bozulduğu veya kısıtlandığı piyasalardakine benzerlik göstermesi, teşebbüslerin uyumlu eylem içinde olduklarına karine teşkil etmektedir. Ekonomik ve rasyonel gerçeklere dayanmak koşuluyla taraflardan her biri uyumlu eylemde bulunmadığını ispatlayarak sorumluluktan kurtulabilmektedir.
Dosya kapsamında zincir marketler ve bunların tedarikçileri konumundaki BİM Birleşik Mağazalar A.Ş., CarrefourSA Carrefour Sabancı Ticaret Merkezi A.Ş., Çağrı Gıda Temizlik Maddeleri İnşaat Sanayi ve Ticaret A.Ş., Metro Grosmarket Bakırköy Alışveriş Hizmetleri Tic. Ltd. Şti., Migros Ticaret A.Ş., Şok Marketler Ticaret A.Ş., Yeni Çağdaş İhtiyaç ve Gıda Maddeleri İnş. Tic. Ltd. Şti., Yeni Mağazacılık A.Ş., Yunus Market İşletmeleri Ticaret A.Ş., Gratis İç ve Dış Tic. A.Ş., A.S. Watson Güzellik ve Bakım Ürünleri Tic. A.Ş., Karizma Beşler Et Gıda Sanayi Ve Tic. A.Ş., Türk Henkel Kimya San. ve Tic. A.Ş., Banvit Bandırma Vitaminli Yem San. A.Ş., Savola Gıda ve San. Tic. A.Ş., Söke Değirmencilik San. ve Tic. A.Ş., Katmer Un İrmik San. ve Tic. A.Ş., Evpaş Evyap Paz. ve Tic. A.Ş., Procter & Gamble Tüketim Malları San. A.Ş., Colgate-Palmolive Temizlik Ürün. San. ve Tic. A.Ş., Beypi Beypazarı Tar. Ür. Paz. San. Tic. A.Ş., Küçükbay Yağ ve Deterjan Sanayi A.Ş., Johnson and Johnson Sıhhi Malzeme San. ve Tic. Ltd. Şti., Unilever Sanayi ve Ticaret Türk A.Ş., Nivea Beiersdorf Kozmetik San. ve Tic. A.Ş., Dentavit Sağlık Ürünleri Tic. Ltd. Şti., Eczacıbaşı Tüketim Ürün. San. ve Tic. A.Ş., Dalan Kimya End. A.Ş., Nestle Waters Gıda ve Meşrubat San. ve Tic. A.Ş. unvanlı teşebbüslerin 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’un 4. maddesini ihlal edebilecek nitelikte davranışlarda bulunduğu yönünde kanaat oluştuğu ve bu nedenle ilgili teşebbüsler hakkında soruşturma açılması gerektiğine karar verilmiştir.
Yürütülen soruşturma sonucunda hazırlanan 31.03.2021 tarihli ve 2020-3-19/SR sayılı Soruşturma Raporu tamamlanmış olup, toplanan tüm delil, bilgi ve belgeler, düzenlenen rapor, yazılı savunmalar ve sözlü savunma toplantısında yapılan açıklamalar değerlendirilerek, 28.10.2021 tarihinde yapılan Rekabet Kurulu toplantısında 21-53/747-360 sayı ile alınan nihai karar şu şekildedir:
“Yeni Mağazacılık A.Ş., BİM Birleşik Mağazalar A.Ş., CarrefourSA Carrefour Sabancı Ticaret Merkezi A.Ş., Migros Ticaret A.Ş. ve Şok Marketler Ticaret A.Ş. arasında doğrudan veya ortak tedarikçiler aracılığıyla dolaylı temaslar yoluyla fiyatların ve fiyat geçişlerinin koordinasyonunun sağlandığı; yine doğrudan veya ortak tedarikçiler aracılığıyla geleceğe dönük fiyatlar, fiyat geçiş tarihleri, dönemsel aktiviteler ve kampanyalar gibi rekabete hassas bilgilerin paylaşıldığı; fiyat indirimine giden veya pazar genelinde fiyatların arttığı dönemde henüz fiyat artışı yapmayan teşebbüslerin fiyatlarına tedarikçiler aracılığıyla müdahale edilmek suretiyle söz konusu fiyatların tüketiciler aleyhine yükseltilmesinin sağlandığı; rakip fiyatlarının yükselmemesi halinde ürün ve/veya bölge özelinde süratle hayata geçirilen fiyat indirimleri ve/veya tedarikçiye iade faturası kesmek gibi cezalandırma stratejileri yoluyla teşebbüsler arasındaki danışıklılığa uyumun sürekli olarak gözetildiği; böylelikle adı geçen teşebbüslerin satışa sundukları pek çok ürünün perakende satış fiyatlarının tespiti amacına sahip, topla-dağıt (hub and spoke) özelliği de sergileyen kartel niteliğindeki anlaşma veya uyumlu eylemler yoluyla, anılan teşebbüslerin 4054 sayılı Kanun’un 4. maddesini ihlal ettiklerine,
Bu çerçevede Kanun’un 16. maddesinin üçüncü fıkrası ve “Rekabeti Sınırlayıcı Anlaşma, Uyumlu Eylem ve Kararlar İle Hâkim Durumun Kötüye Kullanılması Halinde Verilecek Para Cezalarına İlişkin Yönetmelik”in (Ceza Yönetmeliği) 5. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi, ikinci fıkrası ve üçüncü fıkrasının (a) bendi ile 7. maddesinin birinci fıkrası hükümleri uyarınca 2020 mali yılı sonunda oluşan ve Kurul tarafından belirlenen yıllık gayri safi gelirlerinin takdiren 1. BİM Birleşik Mağazalar A.Ş.’ye 958.129.194,39 TL; 2. CarrefourSA Carrefour Sabancı Ticaret Merkezi A.Ş.’ye 142.469.772,07 TL 3. Migros Ticaret A.Ş.’ye 517.672.762,75 TL; 4. Savola Gıda ve San. Tic. A.Ş.’ye 22.210.998,63 TL; 5. Şok Marketler Ticaret A.Ş.’ye 384.369.037,15 TL; 6. Yeni Mağazacılık A.Ş.’ye 646.582.329,39 TL; idari para cezası verilmesine,
Sağlayıcı/tedarikçi konumundaki Savola Gıda ve San. Tic. A.Ş.’nin perakende seviyesinde faaliyet gösteren teşebbüslerin yeniden satış fiyatlarını belirlemek suretiyle de 4054 sayılı Kanun’un 4. maddesini ihlal ettiğine, bu nedenle adı geçen teşebbüs hakkında 4054 sayılı Kanun’un 16. maddesinin üçüncü fıkrası ve Ceza Yönetmeliğinin 5. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi, ikinci fıkrası, üçüncü fıkrasının (a) bendi ile 7. maddesinin birinci fıkrası uyarınca ayrıca 2020 mali yılı sonunda oluşan Kurul tarafından belirlenen yıllık gayri safi gelirleri üzerinden takdiren 11.105.499,32-TL idari para cezası verilmesine,
Soruşturma kapsamında adı geçen diğer teşebbüsler ve Gıda Perakendecileri Derneği tarafından 4054 sayılı Kanun’un ihlal edildiğine yönelik bulguya ulaşılamadığından, ilgili teşebbüsler hakkında idari para cezası uygulanmasına yer olmadığına karar verilmiştir. ”
T.C. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca işverenlerin işçilerinden isteyeceği PCR testi ve işçilerini Covid-19 riskleri ve tedbirleri konusunda bilgilendirmesini içeren, 02.09.2021 tarihli genel yazı 81 İl Valiliği’ne gönderilmiştir. Buna göre;
“İşverenlerin, işyerinde karşılaşılabilecek sağlık ve güvenlik risklerine yönelik koruyucu ve önleyici tedbirler hakkında tüm işçilerini bilgilendirmekle yükümlü oldukları hatırlatılmakta, işverenlerin COVID-19 aşısı tamamlanmamış işçilerini yazılı olarak ayrıca bilgilendirmesi istenmektedir.
Bilgilendirme sonrasında aşı olmayan işçilere, kesin COVID-19 tanısı konması durumunun iş ve sosyal güvenlik mevzuatı açısından olası sonuçları da işveren tarafından bu durumdaki işçilere bildirilmelidir.
COVID-19 aşısı olmayan işçilerden 6 Eylül 2021 tarihi itibariyle zorunlu olarak haftada bir kez PCR testi yaptırmaları işyeri/işveren tarafından istenebilecek, test sonuçları gerekli işlemler yapılmak üzere işyerinde kayıt altında tutulacaktır.
06.09.2021 tarihi itibariyle tüm meslek kolları çalışanları için geçerli olacak olan zorunlu PCR testi uygulaması süreci işveren tarafından yönetilecek ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın denetimi altında olacaktır. Aşı olmayan çalışanlar PCR testini devlet hastanelerinde ve PCR testi alan sağlık kurumlarında verebilecek olup, aynı zamanda PCR testi kiti bulunan iş yerlerinde alınan testler de geçerli olacaktır.
Bilindiği üzere işverenler iş yerinde gerekli her türlü tedbiri almakla yükümlü olup bu tedbirler ise teknolojik koşullara, işyerinin durumuna ve üretim ekipmanlarına göre iş güvenliği uzmanları ve işyeri hekimleri tarafından belirlenmektedir. Bu durumda tüm işyerlerinde 06.09.2021 tarihinden itibaren aşı olmamış çalışanların tespiti ve PCR testi sonuçlarının istenilmesi yönünde uygulamalar hayata geçirilecek olup, aşı olmamış bir çalışanın, işverenin test istemini reddi halinde işverenin bu çalışanının iş sözleşmesini haklı nedenle derhal fesih hakkı gündeme gelebilecektir.
6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanun’unun 19/1 maddesine göre, “Çalışanlar, iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili aldıkları eğitim ve işverenin bu konudaki talimatları doğrultusunda, kendilerinin ve hareketlerinden veya yaptıkları işten etkilenen diğer çalışanların sağlık ve güvenliklerini tehlikeye düşürmemekle yükümlüdür.” Ayrıca 19/2(c) maddesine göre de çalışanlar “İşyerindeki makine, cihaz, araç, gereç, tesis ve binalarda sağlık ve güvenlik yönünden ciddi ve yakın bir tehlike ile karşılaştıklarında ve koruma tedbirlerinde bir eksiklik gördüklerinde, işverene veya çalışan temsilcisine derhal haber vermekle” yükümlüdür.
İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürlüğü’nce yayımlanmış olan Yeni Koronavirüs Salgını İle Mücadele Kapsamında İş Sağlığı Ve Güvenliği Yönünden Sıkça Sorulan Sorular Ve Cevapları Yeni Koronavirüs Salgını İle Mücadele Kapsamında İş Sağlığı Ve Güvenliği Yönünden Sıkça Sorulan Sorular Ve Cevapları kitapçığında yer aldığı üzere çalışanlar, 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanun’unun 19. maddesi kapsamındaki yükümlülüklerinin yanında COVID-19 hastalığı için özel olarak iş yerinde alınan tedbirlere uymak ve bu konuda verilen emir ve talimatları da uygulamak zorundadır.
Buna göre iş yerinde alınan tedbirlere uymayan ve yapılan uyarılara rağmen uymamakta ısrar eden çalışanların haklı nedenle iş sözleşmelerinin feshinin söz konusu olabilmesi, 4857 sayılı İş Kanunu’nun m.25/II(h) ve (ı) maddeleri gereğidir. Çünkü bahsettiğimiz şekilde çalışanlar hem kendi yaşamlarını hem de diğer çalışanların yaşamlarını tehlikeye atacak davranışlardan kaçınmak ve işyerinde sağlık ve güvenliği tehlikeye düşürmemekle yükümlüdür.
Sonuç olarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca 81 İl Valiliği’ne gönderilmiş olan işverenlerin işçilerinden isteyeceği zorunlu PCR testi ve işçilerini Covid-19 riskleri ve tedbirleri konusunda bilgilendirmesini içeren, 02.09.2021 tarihli genel yazısı uyarınca işverenin, alınan tedbirlere uymayan çalışanı hakkında 4857 sayılı İş Kanunu’nun 25/II(h) “İşçinin yapmakla ödevli bulunduğu görevleri kendisine hatırlatıldığı halde yapmamakta ısrar etmesi” ve (ı) “İşçinin kendi isteği veya savsaması yüzünden işin güvenliğini tehlikeye düşürmesi” maddelerine dayanılarak haklı nedenle fesih hakkı doğabilecektir. Ancak işverenin bu kapsamda fesih yapabilmesi için İş Kanunu’nun 26. maddesinde öngörülmüş haklı feshe neden olan olayın öğrenildiği günden itibaren başlayacak 6 iş günlük hak düşürücü süreyi de göz önünde bulundurması gerekmektedir.
Tüketici hakkındaki hükümler 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’da düzenlemiştir. Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun’un 3.maddesinde tüketici, “Ticari veya mesleki olmayan amaçlarla hareket eden gerçek veya tüzel kişi” şeklinde tanımlanmıştır. Buna göre, tüketici işlemi bakımından, işin niteliği hakkında adi iş-ticari iş ayrımı yapılmadan, o işlemin ticari veya mesleki bir amacın gerçekleştirilmesi için yapılmamış olması gerekmektedir. Tüketici işlemlerinden söz edilebilmesi için, bir hukuki işlemin varlığı, bu hukuki işlemin konusunu mal veya hizmet sağlamanın teşkil etmesi ve bu hukuki işlemin taraflarından birinin mesleki veya ticari olmayan amaçlarla hareket eden tüketici, diğer tarafın ise mesleki veya ticari amaçlarla hareket eden satıcı-sağlayıcı olması gerekmektedir. Hukuki işlemin tarafının tüketici olduğu durumlarda bu kanun hükümleri uygulama alanı bulmaktadır. Taraflardan birinin tüketici olduğu hukuki ilişkilerde taraflar arasındaki bir hakkın varlığı, kapsamı ve sonuçları üzerindeki ihtilaflar tüketici uyuşmazlıklarının kapsamına girer. Tüketici uyuşmazlıklarının çözümü bakımından Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun iki görevli mercii belirlemiştir. Bunlar tüketici mahkemeleri ve tüketici hakem heyetleridir.
Geçtiğimiz yıl, 28 Temmuz 2020 tarihli ve 31199 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7251 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ile 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’a “Dava Şartı Olarak Arabuluculuk” başlığı ile eklenen 73/A maddesi uyarınca Tüketici Mahkemelerinde ya da Tüketici Mahkemesi sıfatıyla hareket eden Asliye Hukuk Mahkemelerinde görülecek olan ve parasal sınırı 10.390 TL (2021 yılı için değeri 11.330 TL) ve üzerindeki uyuşmazlıklar ile konusu para ile belirlenemeyen tüketici uyuşmazlıkları hakkında dava açılmadan önce arabulucuya başvurulmuş olması da bir dava şartı haline getirilmiştir. Buna göre, arabuluculuk yoluna başvurulmadan dava açılması durumunda dava usulden reddedilecektir.
Bununla birlikte,
Söz konusu zorunlu arabuluculuk uygulaması kapsamının dışında tutulmuştur. Yani yukarıda sayılan istisnai durumlarda dava şartı olarak zorunlu arabuluculuk hükümleri uygulanmayacaktır.
6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu’na eklenen “Dava Şartı Olarak Arabuluculuk” başlıklı 18/A maddesinde, ilgili kanunlarda arabulucuya başvurulmuş olmasının dava şartı olarak kabul edilmiş olması halinde arabuluculuk surecinde uygulanacak hükümler belirtilmiştir. Ancak bu Kanun’un ilgili hükümleri tüketiciler aleyhine uygulanamayacaktır. Kural olarak, dava şartı olan arabuluculukta taraflardan birinin geçerli bir mazeret göstermeksizin ilk toplantıya katılmaması sebebiyle arabuluculuk faaliyetinin sona ermesi durumunda toplantıya katılmayan taraf, yargılama giderinin tamamından sorumlu tutulur ve bu taraf lehine vekalet ücreti hükmedilemez. Ancak dava şartı olarak arabuluculuğa tabi tüketici uyuşmazlıklarının ilk toplantısına mazeret bildirmeksizin katılmaması sebebiyle arabuluculuk faaliyetinin sona ermesi durumunda tüketici aleyhine yargılama gideri ve arabuluculuk ücretine hükmedilemeyecektir. Arabuluculuk faaliyeti sonunda taraflara ulaşılamaması, taraflar katılmadığı için görüşme yapılamaması veya tarafların anlaşmaları ya da anlaşamamaları halinde tüketicinin ödemesi gereken arabuluculuk ücreti Adalet Bakanlığı bütçesinden karşılanacaktır.
Ayrıca Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’a eklenen Geçici 2. madde uyarınca dava şartı olarak arabuluculuğa ilişkin hükümler, bu hükümlerin yürürlüğe girdiği tarih itibariyle İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemeleri veya Yargıtay’da görülmekte olan davalar hakkında uygulanmayacaktır.