18 Aralık 2024 itibariyle Covid-19 ile mücadelede aşılanan sayısı kişiye ulaştı.
03 Mart 2022 Perşembe
Gümrükten Eşya İthalatında TSE Sonucunu Etkileyecek İşlemler
Ortadoğu'da bahar yaşanacak mı?
Rusya'nın saldırısı meşru mu?
Merkez Bankası'nın Faiz Kararı Ne Olacak?
Gıda atıklarından gübre nasıl üretiliyor?
Enflasyon %20’li Düzeylere İner mi?
Geçtiğimiz hafta Rusya’nın Ukrayna’nın doğusunda bulunan Donbas bölgesindeki Donetsk ve Luhansk şehirlerini bağımsız birer cumhuriyet olarak tanıma kararı aldığını açıklamasının ardından iki ülke arasında gerilim hızlıca tırmanmaya başlamış ve Rusya, Ukrayna’nın toprak bütünlüğüne karşı giriştiği eylemlerini, kendi ülkesi adına meşru savunma hakkını kullandığı şeklinde ifade etmişti. Tüm dünya olarak büyük bir üzüntü ve endişe içerisinde takip ettiğimiz bu silahlı saldırı eylemlerini uluslararası hukuk kapsamında değerlendirdim.
Öncelikle tarihsel açıdan kuvvet kullanma yoluna başvurmanın devletler açısından bir hak olarak görüldüğü uzun dönemlerin ardından, Milletler Cemiyeti Misakı sonrasında 1925 tarihinde Ren Misakı ve 1928 tarihinde Briand-Kellogg Paktı ile kuvvet kullanımının yasaklanmasının ilk adımları atılmıştır. II. Dünya Savaşı’ndan sonra 1945 yılına gelindiğinde ise, San Francisco Konferansı’nda Birleşmiş Milletler Antlaşması ile uluslararası alanda kuvvet kullanımı ilke olarak evrensel düzeyde ve en kapsamlı şekilde yasaklanmış, kuvvet kullanma yetkisinin sınırları ve yasağın istisnaları ile birlikte belirtilmiştir. Antlaşmada savaş teriminin yerine “tehdit” ve “kuvvet kullanma” terimlerine yer verilmiş olması, savaşın yanı sıra savaşa varmayan kuvvet kullanma yollarının da kuvvet kullanma yasağı kapsamında değerlendirilerek her türlü silahlı kuvvet kullanımı ve tehdidinin uluslararası hukuka aykırı kabul edildiğini göstermektedir.
Birleşmiş Milletler Antlaşmasına göre bir devletin diğer bir devletin egemenliğine, toprak bütünlüğüne ya da siyasal bağımsızlığına karşı veya BM amaçları ile bağdaşmayacak şekilde, tek taraflı olarak kuvvet kullanması ya da kuvvet kullanma tehdidinde bulunması uluslararası hukuka aykırı kabul edilerek açıkça ve emredici bir şekilde yasaklanmış olup, 2/4. maddesinde belirtildiği şekilde “Teşkilatın üyeleri, uluslararası ilişkilerinde gerek herhangi bir başka devletin toprak bütünlüğüne veya siyasi bağımsızlığına karşı, gerekse Birleşmiş Milletlerin amaçları ile bağdaşmayacak herhangi bir biçimde kuvvet kullanma tehdidine veya kuvvet kullanılmasına başvurmaktan kaçınırlar.” Antlaşmanın 2/6. maddesi “Teşkilat, Birleşmiş Milletler üyesi olmayan devletlerin milletlerarası barış ve güvenliğin muhafazasının gerektirdiği ölçüde, işbu esaslara uygun olarak hareket etmesini sağlar.” hükmü çerçevesinde Birleşmiş Milletleri’in, üye olmayan devletlerin kuvvet tehdidi ya da kuvvet kullanması hallerinde onlara karşı da önlemler alabileceği kabul edilmiştir. Bu kapsamda, kuvvet kullanma yasağı yalnız Birleşmiş Milletler üyesi devletlere karşı girişilecek olan kuvvet tehdidi veya kuvvet kullanılması eylemleri ile sınırlı olmayıp, üye olmayan devletlere karşı da girişilecek bu tür eylemleri kapsamaktadır ve bütün devletler açısından bağlayıcıdır.
Fakat kuvvet kullanma yasağının uluslararası barış ve güvenliğin korunması amacı ile Birleşmiş Milletler kararları uyarınca ve meşru savunma hakkının kullanılması çerçevesinde olmak üzere belli başlı istisnaları mevcuttur.
Bu istisna kapsamında; bir devletin başka bir devlet tarafından kendisine karşı girişilen uluslararası hukuka aykırı kuvvet kullanma eylemlerine ani ve doğal bir şekilde, yine kuvvet kullanma yoluyla karşılık vermesi şeklinde tanımlayabileceğimiz meşru savunma hakkı, Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın 51. maddesinde “İşbu Antlaşma’nın hiçbir hükmü, Birleşmiş Milletler üyelerinden birinin silahlı bir saldırıya hedef olması halinde, Güvenlik Konseyi milletlerarası barış ve güvenliğin korunması için gerekli önlemleri alıncaya kadar, bu üyenin doğal olan bireysel ya da ortak meşru savunma hakkına halel getirmez. Üyelerin meşru savunma hakkını kullanırken aldıkları önlemler hemen Güvenlik Konseyi’ne bildirilir ve Konsey’in işbu Antlaşma gereğince milletlerarası barış ve güvenliğin korunması ya da yeniden kurulması için gerekli göreceği biçimde her an hareket etme yetki ve görevini hiçbir biçimde etkilemez.” şeklinde düzenlenmiştir.
Buna göre, bir devletin meşru savunma hakkı kapsamında kuvvet kullanılabilmesi için temel koşul bir silahlı saldırıya hedef olunması halidir. Ancak, fiili bir saldırı dışında çok yakın ve gerçek bir tehlikenin varlığı karşısında eğer başkaca bir yol yoksa tehdit altındaki devletin meşru savunma hakkını kullanarak kuvvete başvurup başvuramayacağı yani önleyici meşru savunma hali uluslararası hukuk düzeninde tartışmalıdır.
Antlaşmaya göre meşru savunma hakkını kullanan devletin aldığı önlemleri derhal Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne bildirmesi gerekmekte olup, bu gereklilik bir izin alma gerekliliği şeklinde anlaşılmamalıdır. Ancak yapılan bildirim sonrası Güvenlik Konseyi, Birleşmiş Milletler Antlaşması çerçevesinde birtakım kararlar alırsa artık bu kararlara uyulması gerekmektedir.
Son olarak meşru savunma hakkının kullanılabilmesi için; saldırının durdurulması konusunda başka bir olanağın kalmaması ile kuvvete başvurulmasının gerekli bulunması ve karşılık olarak gerçekleştirilen saldırının diğer devletin saldırısıyla orantılı olması yani saldırıyı durduracak ve etkilerini ortadan kaldıracak ölçüde kuvvete başvurulması gerekmektedir. Örneğin, ilk saldırı eylemini gerçekleştiren devlet top mermileri kullanırken, saldırıyı durduracak devletin nükleer silahlarla karşılık vermesi meşru savunma hakkı kapsamında kuvvet kullanılmasının uluslararası hukuka uygunluğunu ortadan kaldıracaktır.