03 Aralık 2024 itibariyle Covid-19 ile mücadelede aşılanan sayısı kişiye ulaştı.
21 Haziran 2023 Çarşamba
Gümrükten Eşya İthalatında TSE Sonucunu Etkileyecek İşlemler
"Ekim ayını çıkarabilirsem bile Kasım ayını çıkarabileceğimi hiç sanmıyorum!.."
Rusya'nın saldırısı meşru mu?
Merkez Bankası'nın Faiz Kararı Ne Olacak?
Gıda atıklarından gübre nasıl üretiliyor?
Enflasyon %20’li Düzeylere İner mi?
Son günlerde rekabetçi kur söylemlerinin bir devamı olarak büyümede Çin modeli tercih edildiği vurgulanıyor. Peki, Türkiye açısından bu model ne kadar uygulanabilir? Bu soruyu cevaplamadan önce Çin’in nasıl büyüdüğünü ve kalkındığını, bu durumun hangi unsurlardan kaynaklandığını anlamak gerekiyor.
Çin’in ihracata dönük kalkınma modeli
Çin iki gün sonra (11 Aralık), Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ)’ne katılmasının 20. yılını kutlayacak. Bu tarih Çin’in liberal ticaret politikasına geçişinin de bir sembolü. Tabi piyasa ekonomisine geçiş 2001’den çok önce başlamıştı. DTÖ’ye girerek bir nevi bunu tescil ettirdi.
1978 yılında Mao’nun vefatının ardından göreve gelen Deng Xiaoping; Çin ekonomisinin rotasını komünist ekonomi modelinden piyasa ekonomi modeline doğru çevirdi. Bununla birlikte dış ticarette serbestleşme adımları atıldı. Mao döneminde Çin içe kapalı, otarşik bir ekonomiydi. Dış ticaret çok küçük bir paya sahipti. Dış ticaret lisansına sahip firma sayısı 20’den azdı. Xiaoping dış ticarette serbestleşmenin ilk adımı olarak dış ticaret lisanslarının sayısını hızla arttırdı. Bunun yanı sıra, gümrük vergileri 1982’de %56 seviyesinden 2001’de %14’e düşürüldü. DTÖ’ye girdikten sonra daha da düşerek %3’ler seviyesine indi. Bu doğrultuda Çin’de ihracat ve GSYH da hızlı bir artış gösterdi. 1979’da Dünya GSYH’sının sadece %1.8’i olan Çin ekonomisi bu gün %18’ine ulaştı. Kişi başına gelir de aynı dönemde 184 dolardan 10 500 dolara yükseldi.”
Bu artış çarpıcı. Çin’in büyüme ivmesi görülmemiş oranda yüksek. Peki, bu sıçramayı kur politikası ile açıklayabilir miyiz? Çin ulusal parası Renminbi’sinin değerlenmesine izin vermedi. Bu süreçte; ABD, AB gibi ekonomilerden de ciddi tepkiler aldı. Ancak mesele bu kadar basit değil.
Çin ekonomisinin bu sıçrayışını bol olan emek ve dolayısıyla düşük ücretle açıklayabilir miyiz? Kısmen evet. Ama bu bütün resmin sadece bir parçası. İşgücü bol ve ucuz olan birçok ülke var ama bu sıçramayı gösteremediler. Dani Rodrik Çin’in bu sıçrayışını düşük ücretlere bağlamanın haksızlık olacağını söylüyor. Çin’in verimliliğinin 1990’lı yıllarda dahi birçok gelişmiş ülkeden yüksek olduğunu ve o dönemde Çin’in ihraç ettiği malların yapısının, kişi başına geliri Çin’in 3 katı olan ülkelerle eş değer olduğunu vurguluyor. İlk kalkınma hamlesini gerçekleştirirken, kişi başı geliri bu kadar düşük olan bir ekonomi, verimliliği nasıl bu kadar arttırabildi? Bunun cevabı doğrudan yabancı yatırım politikasında aslında. Çin, yabancı yatırımcılar için o dönemde büyük ve keşfedilmemiş bir pazardı. Bu önemli bir teşvik. Çin de özel ekonomik bölgeler kurdu, iyi bir alt yapı fırsatı sağladı. Ama bir şartı vardı: yerli (genellikle kamu) şirketleri ile ortak girişim kurmak. Bu sayede yabancı yatırımcının teknolojisi bu şirketlere transfer oluyordu. Teknoloji içselleştirilerek diğer endüstrilere de yayıldı ve verimlilik düzeyi yükseldi.
Tabi hangi sektörlere kaynakların kayacağı, bu özel ekonomik bölgelerin ve altyapı yatırımlarının hangi sektörde olacağında merkezi otoritelerin planlı uygulamaları etkili oldu. Her ne kadar piyasa ekonomisine geçtiklerini iddia etseler de hala kamunun ağırlığı çok yüksek. Sanayileşme politikası çerçevesinde merkezi otorite kaynakları yönlendirdi. Üstelik büyük bir ekonomi. Bazen hatalı destekler sağlansa da bunların düzeltilmesi mümkün oldu.
Tabi verimliliğin yanında sermaye birikimini göz ardı etmemek gerek. Çin’de tasarruflar çok yüksek. Brüt tasarruf oranı GSYH’nın yaklaşık %43’ü. Bu oran 1979’da da yüksekti, %32 idi. Buna bir de yabancı sermaye yatırımı eklenince sermaye birikimi hayli yüksek oldu. Nüfus kalabalık, ölçek ekonomisinden yararlanacak büyük üretim tesisleri kuruldu ve ortalama maliyetler rekabet edilemeyecek seviyelere düştü.
Çin büyüme modelini değiştiriyor
Ünlü iktisat tarihçisi Maddison Çin’in 1820’de Dünya’nın en büyük ekonomisi olduğunu ortaya koyuyor. Bu tarihte Çin ekonomisinin Dünya GSYH’sındaki payı %33. Çin bu gün benzer bir noktaya yaklaşıyor. Dünya’nın en büyük imalat sanayii ihracatçısı. Ancak bu kadar ihracata bağımlı olunca Çin dış piyasalardaki değişime karşı çok hassas bir hale geldi. 2008 krizinin ardından tüm Dünya krize girdiği için ihracatı, dolayısıyla da geliri çok etkilendi. Bu nedenle ihracata dönük stratejisini değiştirmeye başladı. 2017’de 19. Çin Komünist Parti Kongresinde, daha inovasyona dayalı, yeşil büyümeye önem verecek bir ekonomik model açıklandı. Artık Çin fikri geliştiriyor ve yüksek teknolojili ürün üretiyor. Üretimin büyük bir kısmı ise diğer Asya ekonomilerinde geçekleşiyor. İnovasyona, eğitime ve AR-GE’ye yatırım yaparak yüksek teknoloji geliştiriyor.
Çin modeli Türkiye’ye uygun mu?
Bu sorunun cevabı Çin’in büyümesinin doğru anlaşılıp anlaşılmamasına da bağlı. Çin ekonomisinin büyümesi ulusal paranın değerini düşür, ucuz işgücü ile çok ihracat yap, GSYH artsın, kadar basit bir mesele değil. Arkasında ciddi bir sanayileşme politikası var, teknoloji transferi var, kaynakların planlı bir şekilde yönlendirilmesi var. Eğer bir sanayi politikası izlenecekse, teknoloji geliştirilecek ve kaynaklar bu şekilde yönlendirilecekse Türkiye’de benzer bir patikaya girebilir.
Ancak bizde böyle bir politikayı uygulamak daha zor. Çünkü kendi tasarruflarımız yetersiz. Doğrudan yabancı sermaye ile bu aşılabilir ama yabancı sermayenin de gelmesi için güven ve istikrar gerekli. Ayrıca bu politikaların uygulanması Çin gibi otoriter ülkelerde daha kolay. Her ne kadar demokrasimizi zaman zaman eleştirsek de Çin’in yanında demokratik bir ülkeyiz ve seçmen nezdinde bu politikaların anlatılması zor olabilir.
Çin modeli ile kalkınabiliriz söylemi pek gerçekçi değil ama Çin’in büyümesinden çıkaracağımız çok önemli dersler var. Öncelikle bir sanayi politikasına ihtiyacımız var. Tüm paydaşların katıldığı, verdiğimiz yeşil dönüşüm taahhütleri ile de tutarlı bir plan dâhilinde sanayi politikasını uygulamamız gerekiyor. Tabii ki kast ettiğim yapıp iki ay sonra rafa kaldırdığımız ekonomik programlar değil. Kapsamlı, uzun vadeli ve tüm kurumları bağlayıcı bir plan.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.