21 Kasım 2024 itibariyle Covid-19 ile mücadelede aşılanan sayısı kişiye ulaştı.
12 Kasım 2024 Salı
Gümrükten Eşya İthalatında TSE Sonucunu Etkileyecek İşlemler
"Ekim ayını çıkarabilirsem bile Kasım ayını çıkarabileceğimi hiç sanmıyorum!.."
Rusya'nın saldırısı meşru mu?
Merkez Bankası'nın Faiz Kararı Ne Olacak?
Protein ne zaman zararlı olur?
Enflasyon %20’li Düzeylere İner mi?
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) tarafından yayınlanan yeni yönergeye göre, Sağlıklı Beslenme: Yeterli, Dengeli, Çeşitli, Akıl ve Mantığa uygun olmalıdır deniliyor.
Sağlıklı beslenmeyi değerlendirirken çevreyi korumayı da göz ardı etmemek gerektiği görüşü ağırlık kazanıyor.
Bu bakış açısı ile, sağlıklı beslenme nasıl tanımlanmalı?
WHO ve FAO, gıda üreticilerinin ve tüketicilerin sağlıklı beslenmenin ne anlama geldiğini anlamalarına yardımcı olmaya yönelik ayrıntılı bir yönerge yayınladı.
Yönergeye göre, diyetlerin sağlıklı olarak nitelendirilebilmesi için aşağıdaki özelliklere sahip olması gerekiyor:
Bir diyetin “yeterli” olabilmesi için kişinin yaşına, cinsiyetine, vücut büyüklüğüne ve bileşimine, aktivite düzeylerine ve genel sağlığına göre yeterli besinlerin sağlanması anlamını taşır. Bu özellikle 0-23 ay arası bebekler için çok önemlidir. WHO (Dünya Sağlık Örgütü) emzirmenin yanı sıra, yumurta, balık veya işlem görmemiş kırmızı et gibi hayvansal kaynaklı gıdaların bebek beslenmesine eklenmesini öneriyor.
Sağlıklı bir diyet, enerji kaynağı olarak yağ, karbonhidrat ve proteinler arasında da bir denge olması gerektiğini vurguluyor.
Yetişkinlerin günlük enerjisinin %10-15’nin proteinlerden, %15-30’nun yağlardan ve %45-75’nin basit şekerler de dahil olmak üzere karbonhidratlardan alınmasını öneriliyor.
Beslenmede fazla protein bulunması önerilmiyor. Fazla protein alımı, böbrek fonksiyonlarını etkileyebilir. Ayrıca proteinlerin vücutta yapım onarım işlevi için kullanılması daha önemlidir.
Vitamin ve mineral eksikliği ise metabolik işlevlerde olumsuzluklara neden oluyor.
Yayınlanan yönergeye göre, sağlıklı diyetler, basit şekerler (glikoz, früktoz vb), sodyum, aşırı işlenmiş-paketlenmiş gıdalar (UPF) ve işlenmiş kırmızı et ürünlerinin sınırlandırmasını önermektedir.
Aşırı işlenmiş gıdaların etkilerine ilişkin tartışmalar sürerken, WHO’e göre bilimsel kanıtlar bu gıda grubunun sağlık üzerindeki olumsuz etkilerinin yağ, sodyum ve şeker içeriklerinin ötesinde olduğuna işaret ediyor ve şu bilgiyi de ekliyor: “Kabul edilebilir bir UPF tüketim düzeyi henüz tanımlanmış değil. UPF alımları ile hastalıkla arasındaki ilişkiyi anlamak için daha fazla araştırmaya ihtiyaç var.”
WHO ve FAO, bilimsel araştırmalara atıfta bulunarak bazı bağlamlarda hayvansal bazlı gıda kaynaklarının bitkisel bazlı gıda kaynaklarıyla değiştirilebileceğini söylüyor. Örneğin, işlenmiş kırmızı et yerine fındık, badem, ceviz, fıstık gibi besinler ile kuru baklagillerin kullanılmasının faydalı olabileceğini belirtiyor.
Proteinin ne kadarı fazla?
Yüksek proteinli diyetler günümüzde moda haline geldi. Amerika Birleşik Devletlerindeki süper marketlerde satılan protein tozları, proteinli içecekler, atıştırmalıklar anlatılır gibi değil. Bu çılgınlık Türkiye’ye de sirayet etmiş ne yazık ki. Peki ne kadar protein alınması gereklidir ve ne kadarı “çok fazla” anlamına geliyor?
WHO, vücut ağırlığına bağlı olarak önerilen günlük protein alım seviyesini yetişkinler için vücut ağırlığının kg’ı başına günlük 0,83 gram olarak kabul ediliyor. Örneğin, 60 kilogram ağırlığındaki bir kişi, günde 50 gram proteini, 80 kg ağırlığındaki bir kişi 66 gram proteini aşmamalı.
Ergenler, küçük çocuklar ve bebekler için güvenli protein tüketim seviyelerini tanımlayan farklı oranlar söz konusu.
15-18 yaş arası erkekler için bu oran günde 0,87 g/kg. Aynı yaştaki kızlar için ise bu oran günlük 0,84 g/kg.
Örnek olarak:
Bu, 66-67 kg ağırlığındaki genç erkeklerin günde 58 g protein tüketmesi, 56-58 kg ağırlığındaki kızların ise günde yaklaşık 47-48 g protein tüketmesi gerektiği anlamına geliyor.
Aşırı protein tüketiminin ne zaman bir sorun haline gelir?
Önerilen günlük alım miktarının 2 katını tüketmenin herhangi bir sağlık riskiyle oluşturmayacağı, ancak 3-4 kat daha fazla tüketmenin risk yaratacağı belirtiliyor.
Süt ürünlerinin yeri ne?
22 sayfalık yönergede WHO ve FAO süt ürünlerine çeşitli atıflarda bulunuyor. Örneğin, endüstriyel olarak üretilen trans yağlar sağlıklı olarak kabul edilmediğinden, trans yağların yalnızca geviş getiren hayvanların et ve süt ürünlerinden elde edilmesi gerektiği belirtiliyor. İnsan organizması için çok değerli olan alfa- linoleik asit bu besinlerden sağlanabiliyor.
Yönergedeki diğer önemli madde diyet çeşitliliğine örnek olarak Kadınlar için Minimum Diyet Çeşitliliğini oluşturan 10 besin grubuna atıfta bulunuyor. Süt ürünleri de bu besin gruplarından biri. Yani yıllardır önemini anlatmaya çalıştığımız süt ve süt ürünleri bir bakıma gerektiği yere getirilmiş oluyor. Besin çeşitliliğinde fındık, badem, fıstık, yeşil yapraklı sebzeler, bakliyat ve tahıllarında bulunması da çok değerli.
Öte yandan, yoğurt gibi tam yağlı süt ürünleri, tokluk hissi ile ilişkilendiriliyor, bu kilo kontrolünü desteklediği gibi, uygun yağ asitlerinin (alfa linoleik asit gibi) alınması da ayrı bir önem taşıyor. Kefir veya zenginleştirilmiş yoğurt içecekleri gibi fonksiyonel süt ürünleri, temel vitamin ve mineralleri sağlarken bağırsak sağlığını da destekleyebiliyor.
WHO, “yüksek kaliteli protein ve biyolojik olarak kullanılabilir temel vitamin ve minerallerin iyi bir kaynağı” olması nedeniyle hayvansal kaynaklı gıdaların çok küçük çocukların diyetlerine dahil edilmesini tavsiye etmeye devam ediyor.
Sağlıklı beslenme ve çevre ilişkisi
WHO/FAO’ya göre sağlıklı beslenme, sağlık ve refahı desteklemenin yanı sıra tarımsal gıda sisteminin sürdürülebilir dönüşümünde de önemli bir rol oynuyor.
Yönergede:
“Beslenme alışkanlıkları, doğal kaynakların aşırı kullanımı nedeniyle herkese yeterli besleyici gıda sağlama konusunda kısıtlamalar getirebiliyor. Bu nedenle sağlıklı beslenme anlayışı, tarımsal gıda sistemlerinin dönüşümünün önemli bir ayağı olmalı. Aynı zamanda sağlıklı beslenmeye erişimdeki mevcut eşitsizliklerin aşılmasına katkıda bulunabilmelidir.
Tüm ülkeleri, herkes için sürdürülebilir tarımsal gıda sistemlerinden sağlıklı beslenme modellerini teşvik eden ve mümkün kılan politikaları ve programları bilgilendirmek için tarımsal gıda sistemleri merceğiyle geliştirilen beslenme kılavuzlarını geliştirmeye, güncellemeye ve kullanmaya çağırıyoruz.”
Karaciğer yağlanması hastalığı dünyanın birçok yerinde, özellikle Türkiye de giderek daha yaygın hale geliyor. Dünya genelinde her beş kişiden biri bu hastalıktan etkileniyor ve karaciğer yetmezliği, diyabet, kalp krizi ve hatta kanser için önemli bir risk faktörü oluşturuyor.
Bu hastalığa NALFD (alkolsüz yağlı karaciğer hastalığı) veya ‘’yağlı karaciğer’’ ismi verilir. Früktoz, bitkisel tohum yağları (soya, kanola, ayçiçeği, mısır, aspir, pamuk yağı) ve genel beslenmemizle kesin bağlantısı vardır.
Hastalığın temel özelliği karaciğerde depolanan yağın aşırı yüklenmesidir. Karaciğerin %5’inden fazlası yağ olduğunda “yağlı” kabul edilir. Böyle olunca karaciğer düzgün çalışamaz. Bu alkolsüz yağlı karaciğer, karaciğer hastalığının ilk aşamasıdır ve bu noktada iyi bir tedavi ile hastalık hala geri döndürülebilir.
Bu hastalıkla ilgili en büyük sorun, genellikle hiçbir semptom göstermemesi ve bu nedenle teşhis edilmemesidir. Zamanla, NAFL veya NASH (alkolsüz steatohepatit) haline gelebilir. Bu noktada, iltihaplanma ve yağ karaciğer hücrelerine zarar vermeye başlar. İlerleyen aşamada siroza yol açar. Hastalık NASH’e ilerlediğinde, karaciğer artık çok iyi çalışamaz. NASH yaşamı tehdit edici olabilir ve agresif ve tedavisi zor bir kanser türü olan karaciğer kanserinin başlangıcı olabilir.
Karaciğer, vücudumuzdaki birincil organlardan biridir ve onsuz yaşayamayız. Vücudun ana kumanda merkezlerinden birisidir.
Şunlardan sorumludur:
Karaciğer şeker veya nişasta ile aşırı yüklendiğinde, çılgınca yağ üretmeye başlar. Bu, vücudun aşırı glikoza verdiği normal tepkidir. Ancak, früktoz -özellikle yüksek früktozlu mısır şurubu formunda olduğunda- karaciğeri aşırı hızlandırmak ve yağ üretimini gerçekten artırmak için bir tetikleyicidir. Yüksek früktozlu mısır şurubu neredeyse tüm işlenmiş yiyecek ve içeceklerde bulunduğundan yağlı karaciğer sendromunun birincil nedenidir.
Yağlı karaciğer hastalığı bir dizi sağlık sorunuyla birlikte gelir. Öncelikle, yüksek kan şekeri, yüksek düzeyde iltihaplanma ve insülin direnci sizi diyabet ve obeziteye yönlendirir. Karaciğerde ve çevresindeki organlarda yağ biriktikçe, “visseral yağ” birçok ciddi, kronik hastalığın habercisi olur.
Aşırı karın yağı ayrıca aşırı iltihaplanma ile birleştiğinde LDL kolesterolü yükseltir ve sizi kalp krizi için birincil aday yapar. Daha da şaşırtıcı olanı, bu hastalığın sadece orta yaşlı veya yaşlı insanların yakalandığı bir hastalık olmamasıdır. 10 ve 12 yaşlarındaki çocuklar bile görülebilir. Çocuklukların aşırı meyve suyu ve şekerli içecekler tüketmeleri bu hastalığa yol açabilir.
Yağlı karaciğer hastalığının risk faktörleri nelerdir?
Alkolik olmayan yağlı karaciğer (NAFLD), aşağıdaki sağlık sorunlarından veya özelliklerden herhangi birini gösteren kişilerde daha yaygındır:
Kolin Eksikliği ve NAFLD
Araştırmalar artık yumurta sarısı ve dana ciğerinde bulunan önemli bir besin maddesi olan kolin eksikliğinin, früktozla birlikte yağlı karaciğer hastalığını tetikleyen temel risk faktörlerinden biri olduğunu gösteriyor. Kolin eksikliği aslında yağlı karaciğer hastalığı için früktozdan daha önemli bir tetikleyici gibi görünüyor, karaciğer rahatsızlığındaki artış büyük ölçüde yumurta sarısından kaçınmanın sonucudur.
Diyet yağının ve karaciğerin yağa dönüştürmeyi sevdiği früktoz ve etanol gibi maddelerin yeterli kolin almadığı sürece yağ birikimini teşvik edeceği görüşü yaygınlık kazanıyor.
Kolin nedir?
Kolin, yumurta sarısı, dana karaciğeri, baklagiller, kuruyemişler, dana eti, yeşil yapraklı sebzelerde bulunan bir besin öğesidir. Kolin, hücre zarlarımızın temel bir bileşenidir ve fosfolipitlerin sentezi için gereklidir. Kolin, vücudumuzun hafıza, ruh hali, kas kontrolü ve diğer beyin ve sinir sistemi işlevleri için önemlidir
Birçok kişide diyet kısıtlamaları (yumurta sarısı, karaciğer), vejetaryen ve vegan olan kişilerde kolin düşüktür.
Menopozlu Kadınlar ve Kolin Eksikliği
Genç kadınların diyetlerinden çocuklara veya diğer yetişkinlere göre daha az koline ihtiyaçları vardır çünkü kadınlık hormonu östrojen vücudun kolin yapmasına yardımcı olur. Menopozdan sonra östrojen seviyeleri düşer ve kolinin diyetten alınmasını gerekli kılar. Bu, menopozlu ve menopoz sonrası kadınları yağlı karaciğer hastalığı için çok daha yüksek risk altına sokar, özellikle de şeker ve nişasta açısından zengin, kötü bir diyet yaptıklarında bu risk artar.
Kolin ve B Vitaminleri
Ayrıca, bir B vitamini türü olan folat eksikliğinde, besinlerle alınan koline olan ihtiyaç daha da artar; çünkü kolin, vücudun B vitaminlerini kullanmasına yardımcı olmak için gereklidir. Folat ve kolin için daha yüksek ihtiyaç yaratır ve yağlı karaciğer hastalığı riskini daha da artırır.
Genetik yatkınlık ve gen varyasyonları, işlenmiş gıdalar, yüksek früktozlu mısır şurubu ve işlenmiş tahıllar açısından zengin kötü bir diyetle birleştirdiğinizde yağlı karaciğer hastalığı olasılığı son derece yüksektir.
Karaciğer Yağlanmasının Belirtiler Nelerdir?
Genellikle bu sinsi hastalık çok az belirtiye neden olur veya hiç belirti vermez. Belirtileri arasında yorgunluk, iştahsızlık, mide bulantısı ve sağ üst karın bölgesinde rahatsızlık yer alabilir. Kontrol altına alınmadığında ciddi karaciğer sorunlarına yol açabilir:
Yağlı Karaciğer Hastalığını Nasıl Önleyebilir veya Tersine Çevirebilirsiniz?
Diyetinizi değiştirerek yağlı karaciğer hastalığını tersine çevirebilirsiniz.
Şu yiyeceklerden kaçının:
Daha fazla tüketilmesi gereken yiyecekler:
Ve düzenli egzersiz yapmayı unutmayın, bu fazla glikozu yakmanıza, insülin duyarlılığınızı artırmanıza ve kilo vermenize yardımcı olacaktır.
Yıllardır yediğiniz veya kullandığınız şeylerin sağlığınız için kötü olduğunu söyleyen insanlardan sanırım sıkılmaya başladınız. Bazılarını kabul ettiniz; glütenden uzak durmak için elinizden geleni yapıyorsunuz, mümkün olduğu kadar organik besleniyorsunuz. Bazılarını stratejik olarak görmezden gelmeyi seçtiniz; örneğin en iyi krepleri yapan sözde toksik yapışmaz tavalardan kurtulamadınız.
Şimdi de vebadan kaçar gibi kaçınmanız gereken bir şey var ‘’alüminyum folyo’’. Mutfakta alüminyum folyo kullandığınız her seferinde sağlığınıza ciddi şekilde zarar veriyor olabilirsiniz. Bu yazımda, alüminyum folyoyu mutfağınızdan uzak tutmanız için üç neden ve bunun yerine kullanabileceğiniz bazı daha sağlıklı alternatiflerden söz edeceğim.
Alüminyum, nörotoksin (sinir sistemi üzerine zararlı etkisi olan) olarak potansiyel rolü nedeniyle bilim camiası tarafından uzun zamandır incelenmektedir. Araştırmacılar, alüminyumun insan vücudunda fizyolojik bir rolü olmaması nedeniyle, tüketildiğinde önemli zararlı etkilere neden olma potansiyeline sahip olduğunu savunuyorlar.
Bu teori, 2014 yılında yapılan bir çalışmada, Alzheimer hastalığıyla ölen 66 yaşındaki bir adamın sekiz yıllık mesleki yaşamında maruz kaldığı alimünyum etkisinin ardından, beynindeki alüminyum içeriğinin önemli ölçüde yükseldiğinin gösterilmesiyle kesin olarak kanıtlanmıştır. Çalışmada, alüminyum tozuna maruz kalanın solunum sistemi olduğu belirtilirken, alüminyum alımı ile zayıflatıcı bir nörolojik bozukluk olan Alzheimer hastalığı arasında doğrudan bir bağlantı olduğu gösterilmiştir. Alüminyum folyo içinde pişirilen veya hazırlanan yiyeceklerin, başka bir ortamda hazırlanan yiyeceklere göre, önemli ölçüde daha yüksek seviyelerde alüminyum içerdiği gösterilmiştir. Çıkarılacak ders basittir: alüminyum folyo, Alzheimer hastalığı da dahil olmak üzere nörotoksik etkilere neden olma potansiyeline sahiptir.
Araştırmalar, folyo gibi kaynaklardan gelen alüminyumun bir kişinin kemik hastalığı geliştirme riskini artırabileceğini göstermektedir. Kanda alüminyum birikmesine neden olan hemodiyalizin etkisini inceleyen bir çalışma, diyaliz hastalarının yüzde 37’sinin alüminyumla ilişkili kemik hastalığı geliştirdiğini bulmuştur. Çalışmanın savunucuları, “hemodiyaliz hastalarında uzun süreli ağız yoluyla alınan alüminyumun, alüminyumla ilişkili kemik hastalığının yüksek yaygınlığına yol açtığı” sonucuna varmıştır. Alüminyumun osteoblast üretimini doğrudan veya dolaylı olarak etkilediği ve bunun da kemik kaybına yol açtığı teorik olarak kanıtlanmıştır.
Birçok kişi, alüminyum folyoyu yıllarca düzenli olarak kullanmanın uzun süreli oral alüminyum alımına eşit olacağını savunacaktır. Bu, mutfakta alüminyum folyo kullanmanın kemik hastalığına katkıda bulunabileceği anlamına gelir.
Alüminyum folyoyu yemek hazırlamak, saklamak veya pişirmek için kullanmak, bir kişinin akciğer hastalığı türü olan pulmoner fibroz geliştirme riskini artırabilir. Alüminyum oksite maruz kalan dokuz işçinin akciğer dokusu analizini gerçekleştiren bir çalışma, akciğer dokusunda endişe verici derecede yüksek seviyelerde alüminyum buldu ve alüminyum maruziyetinin pulmoner fibroz gelişimine katkıda bulunduğunu öne sürdü.
Alüminyum folyo, alüminyum oksitleri solumakla aynı oranda akciğer hastalığına katkıda bulunmasa da, alüminyum folyo ile yemek pişirmenin pulmoner fibroz ve diğer akciğer hastalıklarına neden olma riski hala çok gerçektir.
Alüminyumun yediğiniz yiyeceklere sızmasının nedeni nedir?
Yapılan bilimsel bir çalışmada, alüminyum folyonun ve diğer pişirme kaplarının yiyeceklerle etkileşime girdiği farklı yollar incelendi. Zararlı alüminyum bileşiklerinin sızması, limon suyu veya domates gibi asitli yiyecekler alüminyum folyoyla temas ettiğinde açık ara en yüksek seviyedeydi ve bu durum genellikle baharat kullanımıyla daha da kötüleşiyordu.
Özünde, alüminyum folyo etkisiz değildir. Belirli yiyeceklere maruz kaldığında, metalik bileşiklerinin bir kısmının yiyeceğe sızdığı ve bunun üzerine insanların onu yuttuğu gösterilmiştir. Buradan kanda, kaslarda ve organlarda birikebilir ve her türlü sağlık sorununa katkıda bulunabilir. Bilim, bu sonuçların ne kadar olumsuz olabileceğini yeni yeni anlamaya başlıyor.
Yükümlülük basit: alüminyum folyoyu mutfaktan ve yediğiniz yiyeceklerden uzak tutun. Yiyeceklerinizi pişirmek ve saklamak için herhangi bir sağlık sorununa yol açmayacak daha sağlıklı alternatifler de var.
Alüminyum folyoya daha sağlıklı alternatifler:
Ben alüminyum folyo ve alüminyum pişirme kaplarına pek yakın olmadım. Yiyecekleri buzdolabında veya kilerde saklamak istersem, her zaman cam saklama kapları kullanırım. Cam tamamen etkisizdir, ortam ne kadar asidik olursa olsun, yiyeceklere zararlı kimyasallar veya metaller aktarmaz. Öte yandan, cam tekrar tekrar kullanılabileceği için, alüminyum folyonun aksine, atık da bırakmayacaktır.
Pişirme için, fırında patates veya balığı kapatmak için folyo kullanmak yerine, kapaklı seramik bir kap kullanmayı seçerim. Pişirmeye etkisi folyo ile aynı olan seramik, yiyeceklerimize bileşikler sızdırmıyor. Pişirme için, cam kaplar veya yüksek kaliteli silikon pişirme kapları tercih edilebilir. Bu malzemeler kullanımı çok daha hoş, genellikle daha kaliteli yemekler üretiyor ve fazla atık oluşturmuyor.
Toplumların sağlığını etkileyen obezite ile mücadelenin başarısızlığını hem Dünyada hem de ülkemizde görüyoruz. Obezitenin yoksullar arasında giderek arttığına yapılan araştırmalar gösteriyor.
Peki nedenleri neler olabilir?
Çalışma koşullarının giderek ağırlaştığı, yeteri dinlenmeye olanak sağlamaması, sağlıklı beslenmenin ekonomik yükünün ağırlaşması, yeterli beslenme için gerekli besin maddelerinin sağlıklı olamaması toplumu kötü beslenmeye doğru hızla itiyor. Kişiler daha kolay ulaşabildiği yüksek kalorili ama besin değeri anlamsız, işlenmiş ve sağlıksız gıdalar yönelerek kısa zaman içerisinde tüketmeye tercih ediyor.
Yapılan son araştırmalara göre, tüm dünyada bir milyarı aşan obez insan olduğu söyleniyor. 1980’lerden bu yana 70’ten fazla ülkede obezite oranlarının en az iki katına çıktığı ve son 30 yılda çocuklar ve ergenlerdeki obezite oranının 2-4 katına yükseldiği bildiriliyor. TÜİK’in verilerine göre de nüfusun %20’den fazlasının obez olarak açıklandı.
Obezite nedir?
Dünya Sağlık Örgütünün tanımına göre, vücutta aşırı yağ birikimidir. Obeziteyi tanımlama kriterleri çeşitli olmakla birlikte, Beden Kütle İndeksi (BKİ), Bel/Kalça oranı ya da Vücut Yağ Yüzdesi ölçümleri sık kullanılan yöntemlerdir.
Önemli bir halk sağlığı sorunu olan obezite, dünyada da hızla artmakta ve “küresel salgın” haline gelmektedir.
Aşırı kilonun hastalık ve ölümle ilişkisi eski yıllardan beri bilinmektedir. Dünyada başlıca ölüm nedeni olarak gösterilen kardiyovasküler sistem hastalıklarının önemli nedenlerinden biri de obezitedir. Aynı zamanda obezite; tip 2 diyabet, hipertansiyon, inme, kanser, iskelet sistemi hastalıklarına da neden olabilmektedir.
Tüm dünyada obezite ile mücadeleye bakış açısı daha çok tedavi odaklı ve bireysel sorumluluklar üzerinden kurulmuştur, ülkemizde de durum aynıdır.
Sağlıklı beslenmenin ekonomik yükü ağırlaştı
Obezitede, son 40 senede ki bu hızlı artışta, değişen dünya ve toplum düzeninin etkisi büyüktür. Özellikle kapitalist ülkelerde, tarımı ve hayvancılığı yok edilmiş dışa bağımlı yoksul ülkelerde, obezite oranı yoksullar arasında giderek artmaktadır. Boş kalori kaynaklı besinlerin ucuz olarak sunulması, karbonhidrat odaklı beslenme kültürünün yerleştirilmesi, sınıfsal eşitsizlikler ve sömürünün her alanda yaygınlaşması, çalışmak zorunda olan insanların çalışma koşullarının gittikçe kötüleşmesi ve yaşam tarzlarının düzensizleşmesiyle dengesiz beslenmeleri obezitenin yaygınlaşmasında önemlidir. Çalışma koşullarının kötülüğü, sağlıklı beslenmenin ekonomik açıdan maliyetinin çok artması, sağlıklı gıdaya ulaşmanın neredeyse imkansızlaştığı toplumlarda kötü beslenme ve dolayısıyla obezite artmaktadır.
Toplum daha kolay ulaşabildiği fazla kalorili, işlenmiş ve sağlıksız gıdaları kısa zaman içerisinde tüketmeye yönelmektedir. Yanı sıra tüketmeye dayalı yaşam, fiziksel aktivite azlığı, ekran başında geçen sürenin gittikçe artışı da obeziteyle yakından ilişkilidir.
Sonuç olarak:
Dünyanın en büyük sağlık sorunlarından biri olan obezite ciddiye alınmalıdır. Türkiye ve tüm dünyada bu zamana kadar başarısızlık getiren mücadele tarzındaki bakış açısı yeniden değerlendirilmelidir. Gündelik ve bilimsel değeri olmayan yaklaşımlardan uzaklaşılmalı ve gerçeklerle işin çözümü yapılmalıdır.
Tedavi edici değil, koruyucu sağlık hizmetlerinin uygulandığı acil eylem planı oluşturulmalıdır.
Yeterli ve güvenceli ücret, insanca çalışma koşulları, fiziksel aktivite için ücretsiz, uygun ortam ve zaman, sağlıklı gıdaya her koşulda düşük ücretle ulaşım, okul gibi alanlarda ücretsiz ve nitelikli beslenmenin kamu otoritesi tarafından sağlanabilmesi obezite ile mücadele için gereklidir.
Ülkemizi ve Dünya’yı sarsan doğal felaketler ve savaşlarla uğraşmaktan dünyanın genel durumunu gözden kaçırıyoruz. Bir akademisyen ve Diyetisyen olarak, benim için insan sağlığı ve beslenme koşulları pek çok tartışmanın önüne geçiyor. Küresel iklim değişikliği ve getireceği yarınlar beni kaygılandırıyor.
Hepimiz biliyoruz ki, küresel iklim değişikliği, insan sağlığını ve beslenmesini çeşitli yollarla etkileyebilir. İklim değişikliğinin potansiyel etkilerini maddeler halinde sıralarsak:
Bu etkilerin insan beslenmesine olan doğrudan etkileri, beslenme alışkanlıklarını, gıda güvenliğini ve besin değerlerini etkileyerek sağlıklı ve dengeli beslenmeyi zorlaştıracaktır. Bu nedenle, iklim değişikliğiyle mücadele etmek ve bu konuda sürdürülebilir çözümler bulmak önemlidir, böylece besin kaynakları ve gıda güvenliği korunabilir.
İklim değişikliğinin beslenme üzerindeki etkilerini azaltmak için sürdürülebilir ve çevre dostu bir beslenme tarzı benimsemek önemlidir. İşte iklim değişikliğine karşı daha sürdürülebilir bir beslenme tarzı benimsemenize yardımcı olabilecek bazı önerileri sıralarsak:
Bu adımlar, iklim değişikliğine karşı daha dirençli ve sürdürülebilir bir beslenme tarzı benimsemenize yardımcı olabilir. Aynı zamanda, kişisel tercihlerinizi ve beslenme ihtiyaçlarınızı göz önünde bulundurarak, bu önerileri uygulamak ve daha bilinçli bir tüketici olmak önemlidir.