21 Mart 2025 itibariyle Covid-19 ile mücadelede aşılanan sayısı kişiye ulaştı.

jojobet
1xbetbetpasmariobet
escort konya
a
en iyi rulet siteleri

Barış? Huzur? İstikrar?

Sonuç olarak, gerçekten Ortadoğu’da barış, huzur ve istikrar isteniyor mu? Gerçekten isteniyorsa uygulanan politikalar bu isteklerle uyumlu mu? Üzüntüyle ifade edeyim; ben bu sorulara olumlu cevap veremiyorum ve uygulanan politikalar ile bu soruna benzin döküldüğü kanaatini taşıyorum.

Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle küreselleşmeye yönelik yeni bir dünya düzeni arayışına gidilmiş, bu da tehdit kavramını büyük ölçüde değiştirmiştir. Tehdit, daha önce belirgin iken, 21. Yüzyılın başlarında, belirsiz, çok yönlü, çok boyutlu ve değişken bir hale gelmiştir.

Ortadoğu’da, birbirine bağlı ve süratle değişim gösteren gelişmeler, adeta yumak haline gelmiş birbirinden ayrılamayan sorunlar, bölgenin ve dünyanın barış ve istikrarını ciddi şekilde etkilemiştir.

Asya, Avrupa ve Afrika’nın birleştiği bölgede olan Türkiye, aynı zamanda tüm tehdit ve risklerin de ortasında yer almaktadır. İstikrarsızlık ve kriz alanlarının ortasında yer almasının yanı sıra ekonomik merkezlerin ve enerji kaynakları bakımından zengin bölgelerin kesişme noktasında olması, Türkiye’nin jeostratejik önemini daha da artırmıştır.

Etnik ve mezhepsel çatışmaların yayılması, bunu sonucunda bölgesel ve küresel güçlerin güdümünde küçük devletçiklerin ortaya çıkması ve bölgede büyük bir otorite boşluğu ve yeni bir kaos ortamının oluşması riskinden yola çıkarak Ortadoğu’nun gelecek dönemde de dünyanın ve Türkiye’nin dış politika gündeminin öncelikli konuları arasında yer almaya devam edecektir. Dolayısıyla tarihi iyi okuyamazsak ne bugünümüzü ne de geleceğimizi sağlıklı bir şekilde değerlendiremeyiz.

Güvenlik açısından, Ortadoğu’da Irak’tan sonra Türkiye için önceliği olan ikinci ülkenin Suriye olduğunu düşünüyorum. Suriye, Ortadoğu’da güvenliğin, barışın tesis edilmesi ve sürdürülmesi açısından kilit bir ülkedir. Güvenlik açısından Türkiye için üçüncü ülke de İran’dır. Güvenlik açısından Ortadoğu sorununun düğüm noktası Filistin meselesidir. Bu sorun çözülmeden Ortadoğu’da bir istikrar sağlanamaz.

Ortadoğu’daki sorunun birden fazla aktörü bulunmaktadır. İç faktörler kadar dış faktörlerin de etkisi söz konusudur. Dış aktörlerin etkisi belki iç aktörlerden daha fazladır.

Ortadoğu’daki sorunlara ideolojik, etnik ve dini temelde yaklaşıldığında sorunlar sadece derinleşir ve hiçbir zaman çözüme ulaşamaz. Bu konu, Ortadoğu’nun temel sorunudur. Bugün bu sorunları Ortadoğu’da tüm katmanlarda görmekteyiz.

Ortadoğu’da kalıcı barışı ve güvenliği tehdit eden bir diğer unsur, yer altı ve yer üstü kaynakların kullanımı ile bunların paylaşımında yaratılan ekonomik dengesizliktir. Sanayi devriminden itibaren hayati öneme sahip olarak algılanan yer altı kaynaklarını ele geçirilmesi ya da kontrolü amacıyla sürekli anlaşmazlıklar ve güvenlik sorunları oluşmuştur. Büyük savaşların hemen hepsi bu nedenle yaşanmıştır. Dünya enerji kaynaklarının %60’ına sahip olan Ortadoğu bölgesini küresel güçlerin ilgi odağı konumuna getirmektedir. Türkiye ise Avrupa’nın enerji ihtiyacının karşılandığı Asya ile Avrupa arasında enerji koridorunu oluşturmaktadır.

Bölgedeki kargaşa ortamından beslenen bir de terörizm sorunu mevcuttur. İstikrarsızlık terör örgütlerinin gelişmesi için uygun bir ortam yaratmaktadır. Terör bölge ülkeleri ve halkları için büyük bir sorun haline gelmiştir. Türkiye ise bölge ülkeleri arasında terörden en fazla etkilenen ülke konumundadır.

Türkiye, hızlı ve öngörülemeyen değişimlerin yaşandığı Ortadoğu’da, ulusal kurtuluş savaşını ve uygarlık devrimlerini gerçekleştirmiş bağımsız ve güçlü bir kutup yıldızı olarak gururla parlamaktadır. Türkiye, Ortadoğu ile tarihi, kültürel ve geleneksel bağlara sahiptir. Bu nedenle Türkiye’nin bölgedeki gelişmelerden doğrudan etkilenmesi kaçınılmaz bir durumdur. Dolayısıyla Türkiye’yi bölgedeki gelişmelerin dışında tutmak mümkün değildir.

Ortadoğu’da evrensel insani değerlerin yerleşmesini sağlamanın yolu, siyasi bakımdan olgun, güvenilir, demokratik ve bilimsel düşünceyi esas alan etnik kimlik, din ve mezhep esasına dayanmayan devlet yapılarına sahip olmaktan geçmektedir. Böyle bir ortamda jeopolitik konumu sebebiyle, dünyanın en önemli petrol ulaşım hatları, doğal suyolları, kara ve hava ticari ulaşım hatları üzerinde yer alan Türkiye, Soğuk Savaş sonrası dönemin jeopolitik tartışmalarının merkezinde laik ve demokratik yapısı ile bir istikrar ve denge unsuru durumundadır.

  1. Yüzyıl dünyasının kritik ve hassas jeopolitiğinde yer alan konumu ile ekonomik, siyasal, sosyal, askeri ve kültürel alanlarda güçlü bir Türkiye, Ortadoğu’nun temel dinamiklerinden biridir ve öyle olmaya devam edecektir. Son yıllarda Türkiye’nin bu yapısını bozmaya çalışan bazı mihrakların ortaya çıktığını endişe ile izliyoruz. Türkiye Cumhuriyeti’nin önüne birtakım sıfatlar takmaya çalışanların olduğunu görüyoruz. Ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasal kurumları ve Türk milleti buna asla izin vermeyecektir.

Sonuç olarak, gerçekten Ortadoğu’da barış, huzur ve istikrar isteniyor mu? Gerçekten isteniyorsa uygulanan politikalar bu isteklerle uyumlu mu? Üzüntüyle ifade edeyim; ben bu sorulara olumlu cevap veremiyorum ve uygulanan politikalar ile bu soruna benzin döküldüğü kanaatini taşıyorum.

Ortadoğu bu duruma nasıl geldi? Tekrar vurgulamakta fayda var; Ortadoğu bu duruma, iç dinamiklerin tesirinden çok, dış dinamiklerin tesiri ile mi geldi? Bunu bilmeden bu sorunları çözemeyiz. Dış dinamiklerin bu sorunlara hangi açıdan baktığını bilmemiz gerekir. Gerçekten bir barış arayışı içindeler mi yoksa sorunu sadece ideolojileri ve çıkarları doğrultusunda mı ele alıyorlar? Bu sorulara net cevaplar vermeden, Ortadoğu’daki sorunları çözüme kavuşturmak mümkün görünmemektedir.

Uluslararası barış, istikrar ve güvenlik açısından dünya önemli sorunlarla karşı karşıyadır. Bu konularda ise Ortadoğu’nun özel bir önemi var. Ortadoğu, tarihin beşiği ve üç semavi dinin doğduğu, birlikte yaşadığı, yayıldığı ve geliştiği bir coğrafya olması bakımından eşsiz niteliktedir. Tarihte bilinen ilk barış antlaşması da Hititler ve Mısırlılar arasında yaklaşık 4 bin yıl önce bu topraklarda imzalanmıştır. Şimdi ise Ortadoğu yıllardır barışı arıyor.

Bölge tarih boyunca Mısırlılar, Hititler, Romalılar, Abbasiler, Emeviler gibi imparatorluklar ve Memluküler, Osmanlılar gibi Türk devletlerinin egemenliğinde kalmış ve tüm bu süre içinde bölge, bir bütün olarak değerlendirilmiştir. Bölgenin bu coğrafi ve kültürel bütünlüğü Birinci Dünya Savaşı sonrasında ortadan kalkmış ve Ortadoğu İngiliz ve Fransız denetimi altında farklı özellik ve yapıdaki yönetimlerin egemenliğine geçmiştir.

Ortadoğu, doğal kaynaklar açısından dünyanın önemli enerji merkezidir. Bu nedenle Ortadoğu’da yaşanan gelişmelerin sonuçta doğal kaynakların paylaşımı ve enerji güvenliğiyle ilişkisi olduğu göz ardı edilemez. Dünyada kanıtlanmış doğal gaz rezervlerinin yaklaşık %71’i, petrol rezervlerinin ise yaklaşık %65’i Ortadoğu bölgesinde yer almaktadır.

Bu durum bir yandan Ortadoğu için bir fırsat oluştururken öte yandan da tehdit ortamı yaratmaktadır. Doğal kaynaklardan elde edilen zenginlik bir yandan Ortadoğu ülkelerine ve özellikle bu ülkelerin yönetici kesimlerine önemli maddi olanaklar sağlamakta, öte yandan da bölge dışı aktörlerin Ortadoğu’ya ilgisini sürdürmelerine yol açmaktadır.

Fosil yakıtların kullanımının azalması ve sonunda tükenmesi, Ortadoğu ülkelerini olumsuz yönde etkileyecektir. Bölgede nüfusun hızla artığı göz önüne alındığında bölge, ciddi ekonomik ve sosyal sorunlarla karşı karşıya kalacaktır. Doğal kaynakların tükenişi ile genç nüfusun iş ve aş talepleri giderek artacaktır. Desteklemelerin sona ermesi, iş ve aş taleplerinin karşılanamaması kaçınılmaz olarak bölge ülkelerinin iç dinamiklerini etkileyecek ve yeni istikrarsızlıklara yol açacaktır.

Bölgedeki diğer önemli bir gelişme de demokratikleşme sürecidir. Bugün Ortadoğu ülkelerinin hemen tümünde çeşitli adlar altında seçim yapılmaktadır. Ancak bu seçimlerle halkın istekleri doğrultusunda bir iktidar değişimi geleneğinden söz etmek mümkün değildir. Bu durumda seçimler, mevcut yönetimlerin kendilerine meşruiyet kazandırma çabasından öte bir anlam taşımamaktadır. Ortadoğu ülkelerinin kısa sürede demokrasiye geçmelerini beklemek hayaldir. Demokrasinin kurumlaşarak yerleşmesi bir süreçtir ve demokratikleşme her ülkenin kendi iç dinamikleri bağlamında ve zaman içinde yerleşebilir. Bu süreci dışarıdan müdahalelerle hızlandırmak mümkün değildir.

Ortadoğu’daki sorunların çözümü konusunda çok iyimser bir tablo çizmek mümkün görünmüyor. Ancak bu tablodan bölgenin sorunlarının hiçbir zaman ve koşul altında çözülemeyeceği anlamı da çıkarılmamalıdır. Ortadoğu’nun kaderinin kan, şiddet, terör, nefret ve savaş olmadığını göstermek ve gelecek nesillere barış, istikrar ve refahın olacağı yarınlar bırakabilmek için bu umutları yaşatmak zorundayız.

Ortadoğu’nu dünü, bugünü ve yarınına ilişkin tartışmalar devam etmektedir. Hakikat güneşi de fikirlerin çatışmasından doğar zaten. Günümüzde Ortadoğu dendiğinde genel olarak Moritanya’dan Afganistan’a kadar uzanan bir coğrafya anlaşılmaktadır. Dünyada medeniyetin doğduğu yer ve ilk yerleşim alanlarının ortaya çıktığı coğrafya olan Ortadoğu bereketli hilal olarak adlandırılmıştır.

Medeniyet denildiğinde akla ilk gelen unsurlardan biri olan yazıya ilave olarak ilk alfabe, ilk rakamlar ve ilk yazılı antlaşma hep bu coğrafyanın birer ürünüdür. Bu coğrafya ayrıca ilk yazılı hukuk belgelerine, tarıma, ticaret ve şehirciliğe de beşiklik yapmıştır. Kısaca çok eski zamanlardan beri bereketli hilal yoğun bir geçiş coğrafyası ve önemli bir merkez olmuştur. Bir başka önemli nokta ise üç büyük dinin bu bölgede doğmuş olmasıdır. Su, enerji ve dinin Ortadoğu’nun kaderi üzerindeki etkisi yapılacak her türlü değerlendirmede dikkate alınmak mecburiyetindedir.

Ortadoğu, barındırdığı dini ve etnik çeşitlilik, zengin petrol ve doğal gaz rezervleri, sınırlı su kaynakları, kontrolsüz silahlanma, ekonomik sorunlar, olgunlaşmamış siyasi yapılanmalar ve otoriter rejimler gibi iç etkenler ile yabancı güçlerden kaynaklanan dış etkenlerden dolayı siyasal, sosyal, ekonomik ve güvenlik ile ilgili çözümler üretmenin ve uygulamanın her dönem büyük zorluklar arz ettiği zor bir coğrafyadır. Tüm bu olgular, Ortadoğu’ya ilişkin değerlendirmelerde değişken bir zemin üzerinde hareket edilme zorunluluğunu ve bu nedenle de son derece dikkatli olunması gerektiğini ortaya çıkarmaktadır.

Ortadoğu’da yaşayan toplumların kendi bireysel ve kolektif kimlik algılamasında din, bir iç dinamik olarak bölgeyi şekillendiren başlıca etkenlerden biridir. Günümüze kadar uzanan bir süreklilikle yaşanan ve halen de yaşanmakta olan din eksenli çatışma ve savaşlar bölgeyi adeta hercümerç etmiş, dinsel ve etnik kimlikleri farklı olan toplulukları, sınırlı bir coğrafya üzerinde birbirine katmıştır. Günümüzde Ortadoğu hala, dünyanın kimlik çeşitliliği en fazla bölgelerinden biri olma özelliğini muhafaza etmektedir. Sadece Lübnan’da en az 18 çeşit etnik ve dini kimlik olduğu dile getirilmektedir.

Ortadoğu’da bugün aynı dine mensup kişiler birbirlerini öldürmekte, birbirlerinin ve kendilerinin ekonomilerinde, sosyal hayatlarında ve altyapılarında büyük tahribata ve onulmaz yaralara yol açmaktadırlar. Kısaca bugün Ortadoğu’nun hemen her köşesinde, maalesef dini farklılıkların ana motif ve siyasi özelliklerin bir göstergesi olarak kullanıldığı çatışmalar yaşanmakta, bu kavgayı sürdürenler en büyük zararı İslam dinine verdiklerini idrak edememektedirler. Bu durum, aynı zamanda, dinin başka amaçlar için kullanılmasını, ne derece büyük sıkıntılar, hatta felaketler yarattığının, ibret alınacak bir göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır.

Ortadoğu’daki sınırlar, bölgesel dokuyu ve farklı özellikleri yansıtmayan bir yaklaşımla, başka çıkarlar, beklentiler ve hesaplara göre çizilmiştir. Sınırlara Türkiye açısından baktığımızda bu tespiti doğrulayan bir durumla karşılaşmaktayız. Haritada da görüldüğü gibi arazinin düz olan 600 km’den fazla kısmı Suriye’ye bırakılmıştır. Çünkü Suriye o tarihte Fransa mandasıdır. Yani güvendedir. Irak sınırımız ise sadece Habur ve civarındaki küçük bir düzlük alan hariç, tamamen sarp dağlar ve derin vadilerden geçirilmiştir ki bu şekilde, Türkiye’nin Ortadoğu’ya geri dönmesinin engellenmek istendiği açıktır.

Sınırlar ile ilgili tartışma bugün dahi devam etmektedir. Son zamanlarda tedavüle konulan “yeni Ortadoğu haritası”nı hatırlayınız. Söz konusu haritanın yayımlanmasından bir ay sonra, ABD Dışişleri Bakanı Rice’ın, İsrail’in Lübnan’a düzenlediği askeri harekâta ilişkin olarak “artık yeni bir Ortadoğu’nun zamanının geldiği” ve bu harekâtı “yeni Ortadoğu’nun doğum sancılarının artması” olarak tanımladığını da yine burada hatırlatmak gerekiyor.

Sınırların suniliğini tüm Ortadoğu’ya teşmil edecek olursak Birinci Dünya Savaşı sonrasında çizilmiş olan bu sınırların, barışa ve bir arada yaşamaya değil, müteakip çatışmalara ve savaşlara kolayca yo açabilecek bir ortam meydana getirmeye daha uygun olduğu açıkça görülecektir. Bugün geldiğimiz nokta, bu değerlendirmenin doğru olduğunu göstermektedir. Buna yapıcı istikrarsızlık veya yaratıcı kaos deniyor.

Tarih tekerrür etmektedir. Ortadoğu insanına, yeniden kendisine sorulmadan, fikri alınmadan geliştirilmiş olan çözüm önerileri ve inisiyatifler sunulmaktadır. Büyük Ortadoğu Projesi, dış güç merkezlerinin bölgeye yönelik niyetleri ve beklentileri hakkında önemli ipuçları vermektedir. Bu proje bölge halkının derdine derman olamamış, kendisi bir sorunlar yumağı ve sorun kaynağı haline gelmiştir.

Batı, bugünkü kökten dinciliği İslam’ın bir iç meselesi olarak görmekte, sorunun yine İslam’ın kendi içinde çözümlenmesi için radikal İslam’ın karşısında ılımlı İslam’ın güçlendirilmesini savunmakta ve bu istikamette faaliyet göstermektedir. Ancak bugün gelinen noktada, ılımlılar ve radikaller olarak gruplamanın beklenen sonucu vermediği, tam tersine radikallerin bu yaklaşımdan cesaret ve cüret kazanarak ılımlılardan bazılarını da saflarına katarak daha da güçlenmelerine yol açtığı görülmektedir. Tüm bunların yanı sıra, bölgeye yönelik, çok mahreçli politikaların ekonomik, sosyal ve güvenlik boyutlarının tüm bölgenin ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde örtüşmemesi, farklı beklentiler ve endişeler yaratarak mevcut çatışma ortamının genişlemesine yol açmaktadır. Sonuç olarak, söz konusu girişimlerin bugünkü durumlarına baktığımızda bir başarıdan söz etmek pek mümkün görülmemektedir.

Ortadoğu’daki yapay sınırları, zayıf devletleri, kimlik, meşruiyet vb. sorunları ve dış müdahaleleri irdelerken bölgenin sahip olduğu zengin petrol ve doğalgaz rezervlerinin bölgenin kaderi üzerindeki ezici ağırlığını gözden uzak tutamayız. Bugün Ortadoğu bölgesi küresel enerji kaynaklarını en önemli merkezi ve ihracatçısıdır. Dolayısıyla bölgeye yönelik son dönemdeki dış müdahalelerin nedenlerinin başında enerji güvenliği konusu gelmektedir. Bu durum, Ortadoğu’yu dış güçlerin satranç masası haline getirmiş, bölge ülkelerinin ve komşu ülkelerin iradeleri dışında birçok çatışma ile karşı karşıya kalmalarına yol açmıştır.

Bölgesel hatta küresel güvenliği yakından etkileyen terörizm, çok uzun yıllardır, bölgenin bir özelliği olmuş ve olmaya da devam etmektedir. Bölge ülkeleri, gerektiğinde dış desteği de kullanarak hem kendi içlerinde birbirlerine karşı hem de rakip gördükleri dış güçlere karşı terörü bir silah gibi kullanmaktadırlar. Ayrıca bazı siyasilerin son zamanlarda teröristlerle görüşme yapılmasının bir terörle mücadele metodu olarak kabul görmesini savunduğu görülmektedir. Bu noktada, ABD Başkanı Bush’un ifadelerine yer vermek istiyorum: “Bazıları, sanki dâhice bir gerekçe onları baştan beri yaptıklarının yanlış olduğu konusunda ikna edebilecekmiş gibi teröristlerle görüşmeler yapmamızı öneriyorlar. Bu aptalca hayalleri daha önce de duyduk.”

Bölgede silahlanma hareketlerini kontrol edecek herhangi bir güç veya anlaşma yok. Silahlanmayı teşvik edenlerle denetlemeye çalışanların aynı güçler olması, onların çıkarlarının dışında bir karar alınmasını olanaksız hale getirmektedir. Bölgede silahlanmanın durdurulmasının yakın gelecekte mümkün olamayacağı, tam tersine silahlanmanın bir yarış halinde devam edeceği anlaşılmaktadır.

Sonuç olarak tüm bu etkenler ışığında Ortadoğu’nun geleceğine baktığımızda maalesef içimizi ferahlatacak öngörülerde bulunmak zor olmaktadır. Bugün Ortadoğu bir sarmalın içinde savrulmaktadır. Bu sarmala yol açan iç ve dış etkenlerde kısa veya orta vadede esaslı bir değişiklik de ufukta görünmemektedir. Çözüm, kendi içlerinden çıkmadığı takdirde, bölgenin, kendi geleceğine yönelik olarak başkaları tarafından üretilmiş hareket tarzlarını kabul etmekten başka seçeneklerinin olmayacağı açıktır.

Peki, Türkiye açısından durum nedir?

Türkiye, Ortadoğu’yu karanlık oyunlar ile kaybetmiş, geriye dönüşü de düşünmemiştir. Yıllarca Ortadoğu ve Türkiye birbirlerine dargın yaşamışlardır. Ortadoğu, Türkiye’nin hem doğulu hem de batılı olma özelliğinden ve batı ile olan bağlantılarından ve kazanımlarından faydalanma yoluna gitmemiştir. Türkiye, mevcut sorunların ve krizlerin çözümlenmesi bağlamında, bölgenin güvenlik ihtiyaçlarının karşılanmasına önemli katkılar yapma potansiyeline sahiptir. Ayrıca bölgeye yönelik politikaları etkileme ve bizzat kendisi politikalar ve stratejiler geliştirme imkân ve kabiliyetine de sahiptir. Üç kıtanın bağlantı noktasındaki Türkiye, her üç kıtaya da açılım imkânlarını aramak, kendini bulunduğu coğrafyada tutmak için başkaları tarafından yapılmış ve yapılmakta olan düzenlemeleri de aşmak zorundadır.

Sonuç olarak hem geçmişte hem de bugün yaşananlar, bölgenin mevcut yapısı, iç dinamikleri ve dış etkenler birlikte düşünüldüğünde, Ortadoğu’nun yakın tarih sahnesindeki kadar oyununda senaryonun aynı kaldığı, tek değişimin bu oyuna mükerrer bir şekilde girip çıkan aktörlerin rollerindeki küçük farklılıklardan ibaret olduğu açıktır.

 

 

 

YORUMLAR

s

En az 10 karakter gerekli

Sıradaki haber:

Gümrük mevzuatını doğru yorumlamalıyız

HIZLI YORUM YAP



Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.