03 Aralık 2024 itibariyle Covid-19 ile mücadelede aşılanan sayısı kişiye ulaştı.
15 Ağustos 2024 Perşembe
Gümrükten Eşya İthalatında TSE Sonucunu Etkileyecek İşlemler
"Ekim ayını çıkarabilirsem bile Kasım ayını çıkarabileceğimi hiç sanmıyorum!.."
Rusya'nın saldırısı meşru mu?
Merkez Bankası'nın Faiz Kararı Ne Olacak?
Gıda atıklarından gübre nasıl üretiliyor?
Enflasyon %20’li Düzeylere İner mi?
Türk Eximbank, anapara ve faiz riskinin yüzde 95’i Dünya Bankası kuruluşu olan Multilateral Investment Guarantee Agency’nin (MIGA) garantisi altında, bir bankalar konsorsiyumundan 300 milyon avro tutarında kaynak sağladı.
Türk Eximbank’tan yapılan açıklamaya göre, 3 yıl vadeye sahip kredi, MIGA’nın Türkiye’de “Trade Finance Guarantee” programı altında gerçekleştirdiği ilk işlem olma özelliği taşıyor.
Kredi kapsamında, Türk ihracatçılarının ticaret finansmanı ihtiyaçlarının karşılanması sağlanırken, yeşil ürün, orta ve yüksek teknoloji ürün üreten, kadın katılımına destek veren veya KOBİ niteliğine haiz firmalar önceliklendirilecek.
Türk Eximbank Genel Müdürü Ali Güney, şunları kaydetti:
“Bankamız ihracatçılarımıza sağladığı desteğe, Dünya Bankası grubu ile yürüttüğü işlemlere bir yenisini daha ekleyerek devam etmektedir. Ekonomimizin lokomotifi olan ihracatçılarımızın ticaret finansmanı ihtiyaçlarını karşılayacak olan bu kredi ile bankamızın 2024 yılında ihracatçılarımızı desteklemek üzere uluslarüstü finansal kuruluşlardan sağladığı fon toplamı 2 milyar dolara ulaşmıştır.”
AA
Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Abdulkadir Uraloğlu, Cumhurbaşkanlığı Dijital Dönüşüm Ofisi tarafından yapılan geliştirme sayesinde araç sahiplerinin tünel, köprü ve otoyol geçiş ödemelerini e-Devlet sistemi üzerinden yapabileceklerini bildirdi.
Uraloğlu, yazılı açıklamasında, TÜRKSAT tarafından geliştirilen ve işletilen e-Devlet sisteminin, dijitalleşme ve teknolojinin kamu hizmetlerine entegrasyonunda önemli bir rol oynadığını ifade etti.
Cumhurbaşkanlığı Dijital Dönüşüm Ofisi tarafından yapılan geliştirmeyle hayata geçecek düzenlemenin, Karayolları Genel Müdürlüğü ile özel şirketler tarafından işletilen tüm ücretli yolları da kapsadığını vurgulayan Uraloğlu, “Vatandaşlarımız artık tünel, köprü ve otoyol geçişlerine ilişkin borç ödemelerini güvenli bir şekilde tek tıkla e-Devlet üzerinden gerçekleştirebilecek. Araç sahipleri otoyol kullanımlarını takip edip, yasal takibe konu olmamış geçiş borçlarını ve cezaya düşmemiş geçiş ödemelerini yapabilecekler.” değerlendirmesinde bulundu.
Uraloğlu, e-Devlet üzerinden gerçekleştirilen bu işlemlerle vatandaşların borç ödeme imkanı ile birlikte ihlalli geçiş bildirimi ve borç sorgulama gibi mevcut işlemlerini de artık daha kolay ve kullanıcı dostu şekilde gerçekleştirebildiğine dikkati çekerek, şunları kaydetti:
“Bu geliştirmeler, geçişlerin cezaya düşmeden ödenmesi konusunda kullanıcılara kolaylık sağlayacak olup, bu işlemleri sadece üzerine plakası kayıtlı araçları olan kişiler yapabilecek. Amacımız, dijital hizmetlere erişimi artırmak ve vatandaşlarımızın hayatını kolaylaştırarak bu hizmetleri daha pratik ve güvenli hale getirmek.”
AA
Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Deniz Bilimleri Enstitüsü Müdür Yardımcısı Prof. Dr. Mustafa Yücel, ilk 30 metresi hariç ciddi oksijen azlığı tespit edilen Marmara Denizi’nin koma halinde olduğunu, sıcaklık, oksijensizleşme ve kirliliğin birbirini besleyen kısır bir döngü oluşturduğunu söyledi.
ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü, “Bilim 2” gemisi ile 8 bilim insanının katıldığı ve 4 gün süren 2024 Marmara Denizi seferlerinin ilk bölümünü geçtiğimiz günlerde tamamladı.
Isınma, kirlilik, oksijen değerleri, akıntı yönleri gibi birçok parametrenin incelendiği sefer sonrasında gemide AA muhabirinin sorularını yanıtlayan Yücel, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ile yürüttükleri Marmara Denizi Bütünleşik Modelleme Sistemi (MARMOD) projesi kapsamında özellikle müsilaj krizinden beri artan sıklıktaki deniz seferleriyle, Marmara Denizi’nin oşinografik durumunu takip ettiklerini belirtti.
Düzenledikleri son seferde özellikle Doğu Marmara’ya odaklandıklarını bildiren Yücel, “İlk bulgularımızda özellikle oksijende durum hiç ama hiç iç açıcı değil, hala Marmara ilk 30 metresi hariç ciddi oksijen azlığı çeken, komada bir yer. Oksijen özellikle ilk 30 metreden sonra ‘hipoksi eşiği’ dediğimiz, bir balığın giremeyeceği seviyede düşük. Ardından 150-200 metreye eriştiğinizde neredeyse ölçmekte zorlandığımız, çok çok az seviyelerde oksijen var.” dedi.
Daha önce, özellikle Doğu Marmara’da 600 ila 800 metre bandındaki Akdeniz suyunun Marmara’ya az da olsa bir nefes verdiğini ve oksijen değerlerini bir nebze de olsa artırdığını belirten Yücel, son seferde buna rastlamadıklarını, denizlerdeki ısınmanın bu sonucu doğurmuş olabileceğini ifade etti.
Önceki yıllara göre Marmara Denizi’nin çok fazla ısınıp yorulduğunu, mayıs sonu itibarıyla da alg patlamalarıyla sistemin hırpalandığını dile getiren Yücel, “Geçen yılki seferimizde eylül ayında ölçtüğümüz yaz sonu değerlerini şimdiden ölçmüşüz ve geçmişiz bile. Yaz süresince bunun artacağını düşünüyoruz. Deniz suyu sıcaklıkları bu yıl rekorlar kırdı. Temmuz, ağustos, eylül aylarında bu rekorların yenilenmesi olası. Şimdiden Doğu Marmara’da deniz suyu sıcaklığını 26, İzmit Körfezi’nde 27 derece ölçtük ki bu bölgelerde son 40 yılın ortalaması 24-25 derecelerdir.” diye konuştu.
Deniz suyu sıcaklığındaki artışın daha az oksijen çözülebilmesine ve kirlilik artışına neden olduğunu aktaran Yücel, sıcaklık, oksijensizleşme ve kirliliğin kısır bir döngü içinde birbirini beslediği tespitini paylaştı.
Yücel, kirliliğin boyutu hakkında şunları söyledi:
“Özellikle son yıllarda çok yoğun veri topladığımız için çok net konuşabilirim. Marmara’da azot, fosfor kirliliği artarak devam ediyor, birikim devam ediyor, trendlerde azalmayı bırakın herhangi bir durma gözlemlemedik. Marmara’da çok ciddi bir biyolojik üretim hali sürmekte. Üretim değerleri Karadeniz’in 3-4 katı. Esas 3-4 hafta önceki biyolojik üretim patlamasını geride bıraktık, şimdi sistem nispeten yazla ilgili bir denge durumuna ulaştı. Marmara çok üretken, aşırı azot ve fosfor yüklü.”
Marmara için yeni tehdit: Hidrojen sülfür
Denizde oksijenin azaldığı noktada hayatın bittiği gibi bir algı bulunsa da tek hücreli yaşamın sürdüğünü, mikrobiyal canlıların solunum yapmaya devam ettiğini anlatan Yücel, söz konusu canlıların bu solunumu nitrat denilen, azotun oksijen bağlı formuyla yaptıkları bilgisini verdi.
Doğu Marmara’da da 200 metreden sonra nitrat seviyelerinin düştüğüne ve oksijen azaldıkça nitratın da azalmaya başladığına değinen Yücel, termodinamik teoriye göre oksijen ve nitrat tükendiğinde mikrobiyal yaşamın sülfat soluyarak hidrojen sülfür gazı ortaya çıkaracağını işaret etti.
MARMOD projesi sayesinde böyle bir trendi Doğu Marmara’da tespit ettiklerini vurgulayan Yücel, şu uyarılarda bulundu:
“Bu bir felaket anlamına geliyor. Bu bütün besin sisteminin, besin ağının çökmesi demek. Hidrojen sülfürlü sular dipte birikmeye başladığı anda yavaş yavaş kötüleşmeyle beraber önlem alınmazsa yukarı doğru çıkacak. Bu, koku yapması, hidrojen sülfürlü suların kıyıya vurması demek. Üstteki 30 metrelik oksijenli suyla birleştiği zaman yeni müsilajımsı, göze hoş gelmeyen, halk sağlığı açısından müthiş tehdit oluşturan, balıkçılık için bambaşka tehdit oluşturan, turizmi çökertecek bir fenomen olacak. Hidrojen sülfür İzmit Körfezi dışında, Marmara’da henüz yok, henüz oluşuma başlamadı ama son 3 yıldaki gidişat sürerse, önümüzdeki 4 ya da 5 yıl içerisinde Doğu Marmara’daki nitratın tükeneceğini biz MARMOD verileriyle görüyoruz.”
Marmara’nın sorununun azot ve fosfor yükü olduğunu hatırlatan Yücel, bu yükün önemli bir kısmının tarımsal girdiler ve şehirlerin arıtılmamış, az arıtılmış veya en ileri seviyede arıtılmamış atık sularının Marmara ile buluşmasından kaynaklandığını, acil olarak harekete geçilmesi gereken konuların başında da bu iki sorunun geldiği değerlendirmesini paylaştı.
AA
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), haziran ayına ilişkin iş gücü istatistiklerini açıkladı.
Buna göre, Türkiye genelinde 15 ve daha yukarı yaş grubunda işsiz sayısı, haziranda bir önceki aya kıyasla 234 bin kişi artarak 3 milyon 305 bin kişi oldu. İşsizlik oranı bir önceki aya göre 0,7 puan yükselişle yüzde 9,2 seviyesinde gerçekleşti. İşsizlik oranı, geçen yılın aynı ayına göre ise 0,2 puan azaldı.
İşsizlik oranı erkeklerde yüzde 7,6, kadınlarda yüzde 12,4 olarak tahmin edildi.
Söz konusu ayda 15-24 yaş grubunu kapsayan genç nüfusta işsizlik oranı, bir önceki aya göre 1,7 puan artarak yüzde 17,6 oldu. Bu yaş grubunda işsizlik oranının erkeklerde yüzde 14,8, kadınlarda ise yüzde 23,2 olduğu hesaplandı.
Bu arada, bazı aylara ilişkin işsizlik oranlarında revizyona gidildi.
Verilere göre, 2022-2024 dönemi mevsim etkilerinden arındırılmış işsizlik oranları şöyle:
Ay/Yıl | 2022 | 2023 | 2024 |
Ocak | 11,1 | 9,6 | 9 |
Şubat | 10,7 | 10 | 8,7 |
Mart | 11,1 | 10,1 | 8,7 |
Nisan | 10,9 | 10,1 | 8,7 |
Mayıs | 10,9 | 9,6 | 8,5 |
Haziran | 10,3 | 9,4 | 9,2 |
Temmuz | 10,2 | 9,3 | |
Ağustos | 9,8 | 9,1 | |
Eylül | 10,1 | 9 | |
Ekim | 10,3 | 8,5 | |
Kasım | 10,1 | 9 | |
Aralık | 10,3 | 8,8 |
İstihdam oranı 0,6 puan azalışla yüzde 49,3 olarak hesaplandı
Türkiye’de istihdam edilenlerin sayısı, haziranda aylık bazda 341 bin kişi azalarak 32 milyon 522 bin oldu.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), haziran ayına ilişkin iş gücü istatistiklerini açıkladı.
Buna göre, mevsim etkisinden arındırılmış istihdam edilenlerin sayısı, haziranda bir önceki aya göre 341 bin kişilik azalışla 32 milyon 522 bine geriledi. İstihdam oranı ise 0,6 puanlık azalışla yüzde 49,3 olarak gerçekleşti. Bu oran erkeklerde yüzde 66,9 iken kadınlarda yüzde 32,1 olarak kayıtlara geçti.
Mevsim etkisinden arındırılmış iş gücü, söz konusu ayda, bir önceki aya kıyasla 107 bin kişi azalarak 35 milyon 827 bin kişi oldu. İş gücüne katılma oranı ise 0,2 puan azalışla yüzde 54,4 olarak gerçekleşti. İş gücüne katılma oranı erkeklerde yüzde 72,4 iken kadınlarda yüzde 36,7 olarak hesaplandı.
İstihdam edilenlerden referans döneminde iş başında olanların mevsim ve takvim etkilerinden arındırılmış haftalık ortalama fiili çalışma süresi, haziranda aylık bazda 0,1 saat artarak 44 saat olarak kayıtlara geçti.
Zamana bağlı eksik istihdam, potansiyel iş gücü ve işsizlerden oluşan atıl iş gücü oranı, haziranda aylık bazda 3,8 puan artarak yüzde 29,2 oldu. Zamana bağlı eksik istihdam ve işsizlerin bütünleşik oranı yüzde 20,2 iken işsiz ve potansiyel iş gücünün bütünleşik oranı yüzde 19,5 olarak tahmin edildi.
AA
Günümüzde teknolojinin hızla ilerlemesiyle birlikte, televizyon günlük yaşantımızın vazgeçilmez bir parçası haline geldi.
Ancak özellikle küçük çocuklar arasında yaygın olan aşırı televizyon izleme alışkanlığı, bir dizi sağlık ve davranış sorununu beraberinde getirebiliyor.
Bu yazıda, çocukların genç yaşlarda maruz kaldığı aşırı televizyon izlemenin potansiyel sağlık sorunlarına güncel bilimsel veriler ışığında odaklanacağız…
***
Her şeyin altında bit yeniği arayan, her şeyi bir “hile hurda” ile ilişkilendirecek derecede bir komplo teorisi sendromuna yakalananlardan değilim.
Bununla birlikte, doğruluğuna yürekten inandığım bir ifadeyi başka bir yazımda paylaşmış olmama rağmen tekrar etmekte fayda görüyorum:
“If you are not paying for the product, you are the product”
Bir başka ifadeyle,
“Bir ürün için ücret ödemiyorsanız, ürün sizsinizdir”
Televizyon aslında bunun en tipik örneği…
Televizyon reklam verenlere müşteri ulaştırır. Esasen müşteri reklamın sahibidir, bizler ise ona sunulan ürünler.
Ticari yayıncılıkta ise izleyici “kendisinin pazarlanması ayrıcalığı” için ekstra öder; bir nevi tüketilen tüketicidir.
***
“Hurda” sözcüğü Farsçadaki “hurde” sözünden dilimize geçmiş; esas anlamı “yenilip içildikten sonra geride kalan döküntüler, fazlalıklar” demektir.
Buradan sebeple “kırık dökük eşyalar” anlamını almıştır. “Hırdavat” sözcüğü ise hurde’nin çoğuludur.
Fakat bizim “hile hurda” deyimimizdeki “hurda”nın bu “hurda” ile hiç alakası yok aslında…
Arapça’da “hile, aldatma” anlamındaki “hud’a” kelimesi “hile” ye yanaşarak bir nevi ikileme kurmuştur.
Aslı “hile hud’a” iken, zamanla halk ağzında “hile hurda” ya dönüşmüştür.
Neyse ana konumuzdan fazla uzaklaşmadan, güncel bilimsel yayınların “çocuk sağlığı ve gelişimi üzerine televizyonun etkileri”hakkında neleri işaret ettiklerine dönelim.
Esasen hiçbiri bilmediğimiz, en azından tahmin edemeyeceğimiz sorunlar değil; lakin bu sefer kanaatlerden ziyade kanıtların ne dediğine göz atalım.
***
Genç yaşta yoğun televizyon izlemenin en önemli dezavantajlarından bir tanesi bilişsel gelişimi olumsuz yönde etkileyebilmesidir.
Yapılan araştırmalar, aşırı televizyon izlemenin çocukların dikkat, hafıza ve dil becerilerini olumsuz yönde etkileyebileceğini ortaya koyuyor.
Sonuç olarak bu durum çocukların oyun oynamak, kitap okumak ve diğer çocuklarla etkileşimde bulunmak gibi önemli bilişsel aktivitelerden mahrum kalmalarına neden olabiliyor.
Aşırı televizyon izleme alışkanlığı, çocuklarda obezite ve bununla ilişkili sağlık sorunlarına davetiye çıkarıyor.
***
Çalışmalar hareketsiz bir yaşam tarzına katkıda bulunan uzun ekran sürelerinin, fiziksel aktivite eksikliğine ve kilo artışına yol açabileceğini gösteriyor.
Ayrıca televizyon izlerken tüketilen sağlıksız atıştırmalıkların, çocukların kötü beslenme alışkanlıkları geliştirmesine neden olduğu gözlemlenmiş.
Çocukların gece boyunca fazla televizyon izlemesi uyku düzenlerini bozabilir ve buna bağlı olarak birçok sağlık sorunu ortaya çıkabilir.
Ekranın mavi ışığı, melatonin hormonu üretimini engelleyerek uykuya dalma sürecini etkileyebiliyor.
Sonuç olarak, uyku eksikliği çocukların davranışlarında değişikliklere ve akademik performanslarında düşüşlere neden oluyor.
***
Şiddet içerikli televizyon programlarına maruz kalmanın, çocukların davranışları üzerinde olumsuz etkilere neden olduğu su götürmez bir gerçek.
Yapılan araştırmalar şiddet içeren medyanın çocuklarda saldırganlık artışına, duyarsızlaşmaya ve empati eksikliğine sebep olabileceğini gösteriyor.
Bu nedenle, çocukların izlediği içeriklerin dikkatlice seçilmesi son derece önemlidir.
Çocuklarının zamanlarının büyük bir kısmını televizyon karşısında geçirmesine izin veren ebeveynler ister istemez onların akademik başarılarına olumsuz destek vermiş olurlar.
Çünkü aşırı televizyon izleme, sınıf içinde odaklanma eksikliğine ve motivasyon düşüklüğüne neden oluyor.
Ayrıca televizyon karşısında geçen bu süre ödevlere ve diğer faaliyetlerine ayrılmadığı için çocukların akademik zorluklar yaşamasına yol açabilir.
***
Aile üyelerinin zamanlarının büyük bir kısmını televizyon karşısında geçiriyor olması, aile içi iletişimi şüphesiz olumsuz etkileyecektir.
Eğlenceli ve anlamlı aile etkileşimleri yerine, her birey ayrı bir ekran başında olmayı tercih eder ve bu da temel iletişim becerilerinin gelişimini engelleyebilir.
***
Ebeveynler, çocukların televizyon izleme alışkanlıklarını dikkatlice izlemeli ve sınırlamalıdır.
Fiziksel aktiviteyi teşvik etmek, sağlıklı beslenme alışkanlıklarını benimsetmek ve çocukların bilişsel gelişimine destek olmak için alternatif etkinliklere yönlendirmek önemlidir.
Ayrıca, çocukların izlediği içeriklerin yaşlarına uygun ve şiddet içermeyen seçenekler olduğundan emin olunmalıdır.
Bu önerilere uyulduğunda, televizyonun olumsuz etkilerini en aza indirip, çocukların sağlıklı bir şekilde büyümelerine katkıda bulunabiliriz.