18 Aralık 2024 itibariyle Covid-19 ile mücadelede aşılanan sayısı kişiye ulaştı.

1xbetbetpasmariobet
escort konya
a
en iyi rulet siteleri
Prof Dr. Behçet Kemal Yeşilbursa

Prof Dr. Behçet Kemal Yeşilbursa

13 Aralık 2024 Cuma

Atatürk ve Çocuk Sevgisi

Atatürk ve Çocuk Sevgisi
0

BEĞENDİM

ABONE OL

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk tarafından Türk ve dünya çocuklarına armağan edilmiştir.

Bu bayram, TBMM’nin açılışının birinci yılında kutlanmaya başlanan 23 Nisan Millî Bayramı, 1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılmasıyla, önce 1 Kasım olarak kabul edilen, sonra 1935’te 23 Nisan Millî Bayramı’yla birleştirilen Hâkimiyet-i Milliye Bayramı ile Himaye-i Etfal Cemiyeti’nin 1927’de ilan ettiği ve ilki Atatürk’ün himayesinde düzenlenen 23 Nisan Çocuk Bayramı’nın kendiliğinden birleşmesiyle oluşmuştur. 1980 darbesi döneminde Milli Güvenlik Konseyi, bu bayrama resmî olarak “23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” adını verdi.

Hâkimiyet-i Milliye Bayramı (önceleri 1 Kasım, sonra 23 Nisan), saltanatın kaldırılışının ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu gerçekleştiren TBMM’nin açılışının egemenliği padişahtan alıp halka vermesini kutlamak amacını taşırken, Çocuk Bayramı savaş sırasında yetim ve öksüz kalan yoksul çocukları bir bahar şenliği ortamında sevindirmek amacını taşımaktaydı.

Türkiye Radyo Televizyon Kurumu, UNESCO’nun 1979’u Çocuk Yılı olarak ilan etmesinin ardından, TRT Uluslararası 23 Nisan Çocuk Şenliği’ni başlatarak, bayramı uluslararası düzeye taşımıştır.

Atatürk, yaşamı boyunca sevdiklerine, hangi yaşta olursa olsunlar, “çocuk” diye seslenirdi. Onun dilinde çocuk, sevgi demekti. O’nun çocuğu yoktu ama içinde bitip tükenmeyen bir çocuk sevgisi vardı.

Böylelikle çocukları çok seven Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk bu sevgisini onlara 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı armağan ederek tüm dünyaya göstermiş oldu.

Atatürk’ün Çocuk Sevgisi

Atatürk, çocukların riyakârlık (ikiyüzlülük) bilmeden bütün istek ve arzularını içlerinden geldiği gibi açıklamalarından çok hoşlanırdı. Son yıllarını da çok sevdiği bir çocukla, Ülkü ile geçirdi. Ülkü, Atatürk’ün çocuk sevgisinin bir simgesi oldu.

O’nun açık mavi gözleri her yerde çocukları arardı. Çağdaş ve mutlu Türkiye’yi çocuklarda görür ve çocuklarda bulurdu. Yurt gezilerinde çocuklara sevgi ile yaklaşır, onlarla uzun uzun konuşurdu.

Atatürk bir gün çocuk balosuna gider. Ortalıkta bir şaşkınlık havası doğar. Küçük bir oğlan salonun orta yerinde kalır. Bu yavru hayranlıkla bir süre Atatürk’e baktıktan sonra: “Atatürk’üm, seni öpmek istiyorum” der. Ortalığa bir sessizlik dalgası yayılır. Bu derin sessizliği Atatürk’ün sesi bozar “Öyleyse, gel öp” der. Çocuk koşarak Atatürk’ün boynuna sarılır. O sırada diğer çocuklar da: “Biz de… Biz de…” diye bağırırlar. Böylece tüm çocuklar Atatürk’ü doya doya öperler. Bu görüntü çoğu kişiyi ağlatır. Büyük Atatürk de ağlar. Evet, Türk çocuklarının bu engin sevgisi için ağlar. Hem de sevinç gözyaşlarını dökerek. O gün çevresindekilere övünçle: “İşte benim kuşaklarım” der.

Atatürk’ün çocuk sevgisi çok büyüktü. Cumhuriyet’i kurduktan sonra yaptığı yurt gezilerinde büyükleri dinlediği kadar, küçükleri de dinler; onların dertlerini, sorunlarını ve isteklerini saptamaya çalışırdı. Okulları ziyaret eder, onlara sorular sorar, doğru yanıtlayanları çeşitli şekillerde ödüllendirirdi.

Atatürk, geleceğimizin güvencesi olan çocukların en iyi şekilde yetiştirilmesi için büyük çaba gösterdi. Her fırsatta çocuklara olan güvenini dile getirdi. “Ben olsam da olmasam da beni takip edeceksiniz” sözü, Atatürk’ün çocuklara duyduğu güvenin en güzel belirtisiydi.

Atatürk, çocuklara olan bu büyük sevgisinden dolayı 23 Nisan’ı onlara armağan etti. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, bu özel gün ile ilgili kutlamalara katılmak üzere dünyanın dört bir yanından ülkemize gelen çocuklar ile birlikte kutlanan en büyük çocuk bayramıdır.

Atatürk’ün çocuk sevgisi ne yazık ki tam olarak anlaşılamadı. Törenlerde, yorgun, heyecansız, düşüncelerle dolu, çocukluğunu yitirmiş, yılgın insanlarca yıpratıldı, ondaki coşku ve heyecan ne yazık ki tam olarak yorumlanamadı. Onu, ona yakışacak biçimde anmayı, yorumlamayı bilemedik. Atatürk sadece Milli Mücadele ve devrimleriyle ilgili bir olgu olarak gösterilmeye çalışıldı. Belki başka ülkelerin de millî kahramanları olmuştur ama çocuklarla ilgili böyle bir lider başka hiç bir ülkeden çıkmamıştır. Hakkında yazılmış onlarca kitap içinde bu konuda yazılmış kitap sayısı bir elin parmaklarını geçmez.

Çocukluk, hepimizin bir dönem yaşadığı ama yaşarken belki de farkında olamadığımız, doğum ile yetişkinlik arasındaki dönem olmanın ötesinde bir anlama da sahiptir. Çünkü çocuklar millet hayatı için en önemli unsurdurlar. Çocuk olabilmek, çocuk kalabilmek, yeni, yaratıcı, meraklı, araştırıcı olmanın eşiğinde durmaktır.

Çocukluk bir karakterdir. Elbette, bir ölçüde edinilebilir, keşfedebilir, insan ona ulaşmaya çabalayabilir ancak çocuk, özgürlük ister, bağımsızlık ister. Ruh bağımsızlığına erişemeyenler çocuk olamazlar. Boynu bükük, bağımlılığı alışkanlıklarla yaşayan insanlar haline gelirler. Milletlerin yok olmaması ya da bozulmaması, çocuklarını yabancı kültürlere maruz bırakmaması ve onların özlerini korumasına bağlıdır.

Bu doğrultuda çağımıza adını altın harflerle yazdıran önderimiz Atatürk, ölümünden bu yana her yönüyle araştırılmış, fakat çocuklara karşı olan sevgisi ne yazık ki pek az araştırılmıştır. Oysa O, çocuklar hakkında öğrenilmesi, tanınması gereken çok yönlü bir liderdir.

Atatürk çocuk konusunda büyük bir hassasiyet göstermiştir. Onun dilinde çocuk sevgi demekti, etrafında hep çocukları görmek istemiştir. Çocuk onun gözünde saflığı ve dürüstlüğü temsil etmiştir. Sabiha Gökçen, Atatürk’ün bu özelliğini, bir konuşmasında şöyle anlatmıştır:

Bizim yetişmemizde dikkat ettiği hususlar, yalan söylemememiz, dürüst ve ciddî olmamız, dedikodu yapmamamız ve başkalarını çekiştirmememizi, insanlarla ilişkilerimizin temelinin saygı ve sevgiye dayanmasını isterdi.

Yine aynı şekilde Hasan Rıza Soyak Atatürk’ün bu özelliğini anılarında şöyle anlatır:

“Çocukluk ne güzel şey. Çocuklar ne sevimli, ne tatlı yaratıklar değil mi? En çok hoşuma giden halleri nedir bilir misin? İkiyüzlülük (riyakârlık) bilmemeleri, bütün istek ve duygularını, içlerinden geldiği gibi açıklamaları.”

Çocukluk günlerinden söz ederken Çankaya’da yakınlarına “Ben çocukken fakirdim. İki kuruş elime geçince, bunun bir kuruşunu kitaba ayırırdım. Eğer, böyle olmasaydı, bu yaptıklarımı yapamazdım” demiştir.

Ne yazık ki, Atatürk içinde taşıdığı çocuk ruhuna uygun yorumlanamadı. Oysa çocuk ruhunu harekete geçirmek oyun, bilim, sanat ve düşünceyle sağlanabilirdi. Yine gerçekleri keşfetme başarısı oyun oynamayı seven, düş gücü son derece gelişmiş bir çocuk ruhu ile sağlanabilirdi. Yoksul, düzensiz bir yaşamda insanlar çocuk olamıyor, çocuk kalamıyor, çok çabuk büyüyor. Çocukluğunu yaşayamamış, çocukluğa hasret insanların çoğunlukta olduğu bir kültürde, doğmaları sorgulayabilen, yaratıcı olma özgürlüğüne, özerkliğine sahip insanlar yetişemiyor. Yaşamı kocaman bir yük sayan, gergin, kaygılı insanların umutsuz çözüm arayışları egemen oluyor topluma.

“Bugünün küçükleri yarının büyükleridir” diyen Atatürk çocuklara çok değer verir, gezilerinde okullara gider, ders dinler, sorular sorardı. Atatürk çocukları ülkenin geleceği olarak görüyor, onlara çok güveniyordu. Çocuklara söz hakkı verilmesini ve iyi eğitilmelerini istiyordu.

Yurt gezilerinde bakıma ve korumaya muhtaç çocukların kaldıkları yurtları gezerek onlara hediyeler dağıtırdı. Atatürk, bu konuda hassas olunması gerektiğini, himayesine aldığı manevi evlatlarla göstermiştir.

Atatürk’ün hayatı incelendiğinde savaş yıllarının en kötü koşullarında dahi çocuklarla yakından ilgilendiği ve birçok çocuğu koruması altına aldığı görülür. Atatürk’ün o zorlu savaş yıllarında dahi geleceğimiz olan çocuklarla yakından ilgilendiğini, birçoğunu koruması altına aldığını biliyoruz. Sonraki yıllarda yetim çocukların sağlık, eğitim ve temel ihtiyaçlarının karşılanması için günün şartlarına uygun bir çalışma içine girilmiştir. Önce yetim evleri, sonra da İstanbul’da Himaye-i Etfal Cemiyeti kurulmuştur. TBMM hükümeti de Atatürk’ün öncülüğünde 30 Haziran 1921’de bugünkü adı Çocuk Esirgeme Kurumu olan kurumun açılmasına öncülük etmiştir.

Atatürk, çocuklara olan sevgisinin en büyük tecellisi olarak 23 Nisan 1920’de TBMM’yi açmış, bu mutlu ve önemli günü Cumhuriyetimizin geleceği ve teminatı olan çocuklarımıza Milli Egemenlik ve Çocuk Bayramı adıyla armağan etmiştir. Dünyada ilk kez bizim ülkemizde bir çocuk bayramı kutlanmaya başlanmıştır. Bu bayram daha sonra, UNESCO’nun, 1979 yılını çocuk yılı ilan etmesiyle bütün dünya çocuklarının, Türk çocuklarının öncülüğünde kutladı.

Atatürk ve Ülkü

Atatürk’ün çocuk sevgisi o kadar büyüktü ki, boş zamanlarının çoğunu manevi evlatlarıyla geçirirdi. Son yıllarını çok sevdiği bir çocukla, Ülkü ile geçirdi. Ona kendisi “Ülkü” adını vermişti. Çocuklara karşı beslediği derin sevginin ne kadar yerinde, ne güzel belirten bir isim, Ülkü.

Ülkü, her zaman Atatürk’ün yanında bulunurdu. O kadar ki bazen misafirlerin yanında kucağına otururdu. Artık kimse küçük kıza kızmıyor, üstelik içten gelen bir sevgi ile küçük kızı seviyorlardı. Ülkü, çok sevimli bir kızdı. Uzaktan Atatürk’ü görünce sevinçle koşar, Atatürk’ün kucağına fırlardı. Atatürk, her zamanki tatlı sesiyle küçük kıza neşeli şeyler söyler onun kalbini elde etmeğe çalışırdı. Ülkü, onun bir parçası gibiydi. Nereye gitse yanında götürürdü. Küçük kız, hasta olduğu zaman doktorlarla beraber muayene eder, hastalığı hakkında geniş bilgi alırdı.

Ülkü, bir defa tifo olmuştu. Doktorlar tifo bulaşıcı olduğu için hastanın yanına sokmak istemiyorlardı. Atatürk, hiç birini dinlemezdi. Her gün Florya’dan Dolmabahçe’ye Ülkü’yü görmeye giderdi. Bulaşıcı bir hastalık olmasına rağmen onun yanında uzun uzun kalırdı. Ülkü, manevi çocukları (Makbule, Afet İnan, Sabiha, Rukiye, Nebile, Abdürrahim, Afife, Zehra ve Mustafa) arasında Atatürk’ün çocuk sevgisinin bir simgesi olmuştu.

Atatürk’ün Çocuklar ile İlgili Sözleri

Bir gün çocuk eğitimi ile ilgili olarak Hasan Rıza Soyak’a şunları söylemişti:

Çoğu ailelerin öteden beri çok kötü bir alışkanlıkları var; çocuklarını söyletmez ve dinlemezler. Zavallılar söze karışınca, “Sen büyüklerin konuşmasına karışma!” der, sustururlar. Ne kadar yanlış, hatta zararlı bir hareket! Hâlbuki tam tersine, çocukları serbestçe konuşmaya, düşündüklerini, duyduklarını olduğu gibi ifade etmeye teşvik etmelidirler; böylece hem hatalarını düzeltmeye imkân bulunur, hem de ileride yalancı ve ikiyüzlü olmalarının önüne geçilmiş olur. Kısacası çocuklarımızı artık, düşüncelerini hiç çekinmeden açıkça ifade etmeye, içten inandıklarını savunmaya, buna karşılık da başkalarının samimî düşüncelerine saygı beslemeye alıştırmalıyız. Aynı zamanda onların temiz yüreklerinde; yurt, ulus, aile ve yurttaş sevgisiyle beraber doğruya, iyiye ve güzel şeylere karşı sevgi ve ilgi uyandırmaya çalışılmalıdır. Bence bunlar, çocuk eğitiminde, ana kucağından en yüksek eğitim ocaklarına kadar her yerde, her zaman üzerinde durulacak önemli noktalardır. Ancak bu yolladır ki çocuklarımız memlekete yararlı birer vatandaş ve mükemmel birer insan olurlar.

Erkek ve kız çocuklarımızın aynı şekilde öğrenim görebilmesi mühimdir. Memleket evladı, iktisadi hayatta faal, etkili ve başarılı olacak şekilde donatılmalıdır. Milli ahlakımızla, medeni esaslarla ve hür fikirlerle yetiştirilmelidir. Baskı ve korkudan doğan sözde ahlak, bir erdem olmadığı gibi, güvenilmezdir.

Çocuklar geleceğimizin güvencesi, yaşama sevincimizdir. Bugünün çocuğunu, yarının büyüğü olarak yetiştirmek hepimizin insanlık görevidir.

Çocuklar her türlü ihmal ve istismardan korunmalı, onlar her koşulda yetişkinlerden daha özel ele alınmalıdır.

Gelecek için hazırlanan vatan evlatlarına, hiçbir güçlük karşısında yılmayarak tam bir sabır ve metanetle çalışmalarını ve öğrenim gören çocuklarımızın ana ve babalarına da yavrularının öğreniminin tamamlanması için hiçbir fedakârlıktan çekinmemelerini tavsiye ederim.

Son olarak,

Evet, Atatürk’ün çocuk sevgisi çok büyüktü, peki ya ondan sonra gelenlerin, her fırsatta “Atam İzindeyiz!” diyenlerin çocuk sevgisi nasıldı? Atatürk’ten sonra gelen hiçbir cumhurbaşkanı, başbakan veya bir bakan bir çocuğu elinden tutup da resim sergisi gezmeye götürmedi. Hiçbir cumhurbaşkanı veya başbakan çocuğu protokol sırasının en önüne oturtmadı. Hiçbir cumhurbaşkanı veya başbakan bir çocuğu salıncakta sallamadı. Bir çocuğu taşıttan kendi elleriyle indirmedi. Bir yabancı konukla birlikteyken yanına çocuk almadı. Bir yetişkini dinlerken gösterdiği ciddiyetle dinlemedi. Onlarla birlikte denize girmedi, objektiflere poz vermedi. Onlarla gezintilere çıkmadı…

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız kutlu olsun. Çocuklarımızın yüzü her daim gülsün, egemenliğimiz her daim var olsun…

Sevgi, saygı ve selamlarımla…