26 Aralık 2024 itibariyle Covid-19 ile mücadelede aşılanan sayısı kişiye ulaştı.

1xbetbetpasmariobet
escort konya
a
en iyi rulet siteleri
Doç. Dr. Mine Ersevinç

Doç. Dr. Mine Ersevinç

10 Eylül 2023 Pazar

TÜRK VATANININ ÜZERİNDEN SİYAH ÖRTÜ KALKTI

TÜRK VATANININ ÜZERİNDEN SİYAH ÖRTÜ KALKTI
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda, Mondros Mütarekesi’nin Osmanlı Devleti tarafından imzalanması İtilaf devletlerinin Anadolu’yu işgal edebilmesi için gerekli hukuki ve siyasi altyapıyı hazırlar ve Anadolu’nun işgal süreci başlar. Aslında daha savaş devam ederken imzaladıkları gizli antlaşmalarla niyetlerini ortaya koyan İtilaf Devletleri Anadolu’nun geleceği hakkında kararlarını vermişlerdi. “Hıristiyanları Türklerin katliamından korumak” gibi gerçek dışı bir gerekçe Anadolu’nun işgalini başlatan temel argümanlardan birisi olmuştu.

San Remo Konferansı’nda verilen son kararı Osmanlı Devleti’nin kabul etmesini sağlamak ve Boğazlarda İngiliz varlığını rahatlatmak amacıyla, İngilizlerle çatışan milliyetçileri Marmara kıyılarından söküp atmak üzere Yunan güçlerinin ilerlemesi konusunda İtilaf devletleri arasında uzlaşıya varılmıştı. 19 Haziran’da İngiltere’nin Hythe kasabasında gerçekleştirilen görüşmelerde Yunanlıların Bursa’yı da içine alan Kuzeybatı Anadolu’yu istila etmesi kararlaştırılmıştı. Bir sonraki gün ise Lympne’de (İngiltere) gayrı resmi bir konferans düzenlenerek Yunanların bir sonraki planı onaylandı. Aynı dönemde ABD Kongresi’nde de Batı Anadolu’nun Yunanistan’a verilmesini onaylayan bir karar alınmıştı.

Yunanistan Başbakanı Venizelos bu kararı geciktirmeksizin uygulamaya koydu ve Yunan ordusu 22 Haziran 1920’de üç koldan ileri harekâta başladı. Milne Hattı’nı geçerek ilerleyen Yunan askerleri iki hafta gibi kısa sayılabilecek bir sürede Bursa gibi tarihsel ve stratejik önemi olan bir kenti fazla bir direnişle karşılaşmadan işgal etti.

Şehri Eleftherios Venizelos’un oğlu komutan Sofoklis ele geçirdi ve Osmanlı Devleti’nin kurucu padişahı Osman Gazi’nin türbesinde sandukasının önündeki sedef kakma sandukanın üstüne kolunu yaslayarak kahraman edasıyla fotoğrafını çektirdi. Osmanlı Devleti’ne başkentlik yapmış Bursa’nın, Yunanlılar tarafından işgalinin Türklerde yarattığı etki büyük olmuştu.

TBMM’de, Bursa’nın Yunanlılar tarafından işgali dolayısıyla yapılan toplantısında başkanlık kürsüsünün “puşidei siyah” ile örtülmesine dair bir takrir sunuldu. Burdur Milletvekili İsmail Suphi Bey’in anlatımı sonrasında, milletvekillerinin hıçkıra hıçkıra ağlaması Bursa’nın işgalinin millet üzerinde yarattığı etkiyi yansıttı. Oybirliği ile kabul edilen takririn ardından bakanlık kürsüsü siyah bir örtüyle kaplandı ve oturuma yirmi dakikalık bir ara verildi. Bursa milletvekili Muhittin Baha (Pars) Bey kürsüye gelerek yoğun gözyaşları içerisinde Namık Kemal’in “Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini, Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?” adlı beytini okudu. Mustafa Kemal Paşa’nın özel ricası ile Ankara’ya gelen Mehmet Akif (Ersoy) “Bülbül” adlı şiirini Bursa’nın işgali üzerine kaleme aldı.

“Ne hicrandır ki: en şevketli bir mâzi serâp olsun;

O kudretler, o satvetler harâb olsun, türâb olsun!

Çökük bir kubbe kalsın ma’bedinden Yıldırım Hân’ın;

Şenâatlerle çiğnensin muazzam kabri Orhan’ın!

Ne haybettir ki: vahdet-gâhı dînin devrilip, taş taş,

Sürünsün şimdi milyonlarca me’vâsız kalan dindaş!

Yıkılmış hânmânlar yerde işkenceyle kıvransın;

Serilmiş gövdeler, binlerce, yüz binlerce doğransın!

Dolaşsın, sonra, İslâm’ın harem-gâhında nâ-mahrem…

Benim hakkım, sus ey bülbül, senin hakkın değil mâtem!”

8 Temmuz 1920’de gerçekleşen resmi işgal sonrası; Bursa merkezi ve ilçelerinin hemen hemen hepsi Yunanlıların, Rumların ve Ermenilerin şiddetine, baskısına maruz kaldı, işgalin ötesinde büyük bir mezalim ve kıyım yaşandı. Rum ve Ermeni çeteler sürekli olarak Bursa’nın çevre köylerine baskınlar düzenledi ve halka zulmetti, tarım alanları işgalci askerler tarafından talan edildi, hayvanlar zorla alındı, evler yağmalandı.

Dönemin tanıklarının anılarında ve o yıllardan kalan belgelerde bu acılı günlere dair birçok bilgi yer alır. Falih Rıfkı Atay; Uşak-Bursa yolunda gördükleri köy ve kasaba harabelerinden, cesetlerden, Bursa’daki anaların eleminden söz eder. Mehmet Asım; Karacabey ahalisinin Yunan kuvvetlerinin tahliyesi sırasında kasabanın tahrip edilmesini önlemek için mevki kumandanına kaymakam vasıtasıyla müracaat ettiklerini anlatır. Tamamen belgelerden oluşan “Bursa’da İşgal Günlüğü (Bursa Vilayetinde Yunan Fecayii) 1920-1922” isimli çalışma olayların vahametini belgeler.

İşgale karşı kurtuluş ve kuruluş zaferi, Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğinde, Milli Mücadelenin önder kadrosu ve bu kadronun ideallerine bağlı Anadolu halkının asker-sivil, kadın-erkek, çocuk-genç-yaşlı topyekûn direnişi ile gerçekti. Mustafa Kemal Paşa’nın “Ya İstiklal Ya Ölüm” sloganıyla işgal edilen toprakları silahla kurtarmak amacıyla başlayan Milli Mücadele’nin sonucunda tüm vatan topraklarının işgalden kurtarılması sağlandı. Bursa’nın kurtuluşu için ise Birinci Tümeni’nin 10 Eylül 1922 günü saat sabah 07.00’de başlattığı yürüyüş, ilerleyen saatlerde Bursa önlerine kadar devam etti.

Bursa’nın içindeki milis güçlerinin de yardımıyla, işgal güçleri saat 20.00’de ateşi keserek tüm cephelerden çekilme kararı aldı. Nihayet Mirliva Şükrü Naili Paşa komutasındaki 3. Kolordu ertesi gün, 11 Eylül 1922 sabahında, Bursa’ya girdi, ‘2 yıl, 2 ay, 2 gün’ süren işgal sonlandı. Bu kutlu haber telgraf yoluyla önce Ankara’ya, oradan da tüm yurda “Yeşil Bursa Al Sancağına Kavuştu!” sözcükleriyle yayıldı. İşte, o gün meclisteki kara örtü de yerinden kaldırıldı.

Zamanın tanıklarının saçlarını ağartan, onları hayattan koparan, anayı babayı oğlu kızı eksilten acımasız bu acımasız süreç, Bursa kenti ve halkının bu sancılı günleri hiç kolay geçmemiştir ve bu günlerin izleri gerek toplumsal hafızada, gerek belgelerde, gerekse fiziksel dokuda hala canlılığını korumaktadır. Kamuoyunda milli heyecan ve duygularımız anma günlerinde tekrar canlanmaktadır. Her 11 Eylül’de Bursa’nın maruz kaldığı işgal ve bu işgalin halkta yarattığı derin sarsıntı anımsanarak; bir taraftan belleklerimizdeki acılar tekrar gözden geçirilirken bir taraftan da dönemin en güçlü devletlerine ve taşeronlarına karşı kazandığımız büyük zafer hatırlanır.

 

 

Devamını Oku

Taarruz neden geç başladı?

Taarruz neden geç başladı?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

1921 Ağustos’u Türk ordusu Sakarya Meydan Muharebesi’nde İtilaf Devletleri’nin büyük ölçüde desteklediği Yunan ordusunu bozguna uğratmış, Yunan güçleri son taarruzlarından ağır bir kayıp ile geri çekilmiş, Türk milleti ordusuyla son savunma savaşını kazanmıştı.

Anadolu’da olduğu kadar uluslararası alanda da TBMM Hükümeti’nin önemli sonuçlara imza attığı bu büyük kazanımın ardından, son noktayı koymayı hedef alan Büyük Önder ve silah arkadaşları hazırlıklara başlamıştı.

Bir taraftan Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal (Tengirşenk) Bey Batılı Devletlerin düşüncelerini ölçmek ve Türk milli davasını Avrupa Kamuoyuna anlatabilmek için Avrupa kentlerini geziyordu. Bir taraftan da Meclis’te Büyük Taarruz’un ön hazırlıkları yapılıyordu. Gazi Mustafa Kemal Paşa Meclis’in 6 Mayıs’ta gerçekleştirdiği gizli oturumda, “düşmanın karşısında bulunan ordumuz başsız bırakılamaz. Bu nedenle Başkumandanlığı bırakmadım, bırakmam, bırakmayacağım” diyerek kendi eseri olan TBMM’nin kararına ilk ve son kez karşı çıkarak süresiz Başkomutanlık yetkilerine sahip olmuştu. Ve artık ordumuzun hazırlıkları hızlanmakta ve savaş planı netleşmekteydi.

Hazırlıklar gizliden gizliye sürdürüyordu çünkü düşmana yapılacakları açık etmemek ve elde çok fazla kaynak olmadığından bir kerede başarıyı sağlamak gerekiyordu. Bu arada taarruz için sabırsızlananlara; “Ordumuzun kararı taarruzdur. Fakat bu taarruzu geciktiriyoruz. Nedeni, bütün hazırlığımızı tamamlamak için biraz daha zaman lâzımdır. Yarım hazırlıkla, yarım tedbirle yapılacak taarruz hiç taarruz etmemekten daha çok fenadır” diyerek cevap veren Mustafa Kemal Paşa gerekenlere gizlice emir vermişti.

Taarruz planı ise çok önce tespit edilmişti, fakat son şeklini Akşehir’deki Batı Cephesi Karargâhı’nda, 28-29 Temmuz 1922 tarihinde üst rütbeli kumandanlarla yapılan toplantıda almıştı. Buna göre Büyük Taarruz Planı genel hatlarıyla şöyleydi: Bir kısım kuvvetlerle cephedeki Yunan kuvvetleri tespit edilirken, asıl taarruz grubuyla Afyon’un güneybatısından yapılacak ve kuşatıcı taarruzla düşman kuzeye atılarak İzmir ile bağlantısı kesilecek ve yok edilecekti. Bu düşmanı kaçırmak için değil, tutup imha etmek esasını içeren bir plandı.

Mustafa Kemal Paşa’nın askeri dehasını gösteren bu eşsiz planda; askeri kaynaklara göre hareket tarzının kuşatıcı olması manevranın etkinliğini çok artırmış, planda baskın prensibinden yararlanmanın ne kadar isabetli olduğu ise bizzat savaş içinde görülmüştü. Ki taarruz anında Yunan komutanları, askerleri ne yapacaklarını bilememişlerdi.

Plan ve taarruz tarihi o kadar gizli tutuluyordu ki, taarruz hazırlıklarını görmek için gittiği cepheyi son teftişini bile Gazi Paşa saklı olarak yapmıştı. Temmuz 27-28 gecesi Fevzi ve İsmet Paşa’lar ile Akşehir’de Batı Cephesi Karargâhı’nda görüşen Mustafa Kemal Paşa bir gece sonra Ordu ve Kolordu Komutanları ile yaptığı gizli toplantıda 26 Ağustos’ta taarruzun yapılacağı bilgisini verir ve hazırlıklar devam eder.

25 Ağustos’u 26 Ağustos’a bağlayan geceyi Yunus Nadi şu sözlerle anlatır; “Ankara’nın taarruzdan hiç mi hiç haberi yoktu. Erkânıharbiye heyetimizin cepheye gittiğini bile kimse bilmiyordu. Başkumandan Ankara’da idi. Taarruza hazırlık işi şöyle dursun, bilâkis 25 Ağustos günü için Çankaya’da Gazi tarafından verilecek mükellef bir çay ziyafetinin haberini gazeteye yazmağa memur ediliyorduk. Bu haberi Recep Bey (Peker) Çankaya’dan bizzat bana telefon ederek bildirdi ve onu itinalı bir yere koymamı bilhassa tavsiye etti…. Neden sonra herkesle beraber biz de öğrendik ki Çankaya’da mükellef çay ziyafetinin verileceği gün ziyafet sahibi olan Başkumandan Akşehir’de Cephe Kumandanı İsmet İnönü’nün karargâhındaydı ve bir gün evvel orada bütün kumandanlarla askerî vaziyetler üzerinde son konuşmalarını yapmış, son emirlerini vermiş bulunuyordu.” Hiç kimsenin beklemediği bir anda taarruz gerçekleşmekteydi.

Plan gereği önce top atışı başladı çünkü bu bir baskındı ve top atışı yaklaşık yarım saat sürdü. Yunan mevzilerinden ateşler yükseliyor ve düşman mevzileri terk edip geri çekiliyordu. Yunan ordusunun terk ettiği mevzilerde bir süre sonra patlamalar başladı. Taarruz ve takip emrini geciktiren Mustafa Kemal Paşa’nın bunu neden yaptığının sebebi anlaşılmıştı. Yunan ordusu, geri çekilirken cephe boyunca mevzilere saatli bombaları yerleştirerek, askerlerimize tuzaklar hazırlamışlardı. Müteakiben süngü hücumu ve ileri top atışı emriyle birlikte Türk ordusu taarruza başladı.

Böylece Türk topçusunun 26 Ağustos sabahı saat 04.30’da ateş açmasıyla başlayan taarruza bir taraftan da Türk süvarilerinin saldırısı eklenince, Yunanlılar mevzilerini terk edip geri çekildiler. 30 Ağustos’ta Türk süvarisinin Dumlupınar yolunu tıkaması sebebiyle çember içine alınan beş Yunan tümeni yenildi ve Türk ordusu Dumlupınar Meydan Muharebesi (30 Ağustos Zaferi)’ni kazandı.

İsmet Paşa’nın “Başkumandan Meydan Muharebesi” adını verdiği bu meydan muharebesinden sağ olarak kurtulabilen Yunan kuvvetleri panik halinde İzmir’e doğru kaçmaya başlamışlardı. Kaçan Yunan güçlerinin İzmir’in doğusunda yeni bir savunma hattı kurmaları ihtimalini ortadan kaldırmak amacıyla, çekilen kuvvetlerin İzmir’e kadar aman verilmeden izlenmesini ve nerede yakalanırsa taarruz edilmesini emreden Başkumandan’ın o ünlü emri geldi.

“Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!”

Kaçarken önlerine çıkan bütün yerleşim bölgelerini yakan ve halkını insafsızca katleden Yunanlıları takip eden Türk ordusu, 4 Eylül’de Alaşehir, Buldan, Kula, Söğüt, 5 Eylülde Bilecik, Bozüyük Simav, Demirci, Ödemiş, Salihli, 6 Eylül’de Balıkesir, 7 Eylül’de Aydın, 8 Eylül’de Kemalpaşa, Manisa, 9 Eylül’de İzmir ve 11 Eylül’de Bursa’yı geri almıştı. 18 Eylül’e kadar olan süre içinde Anadolu’da tek bir Yunan eri kalmadı. Böylece Büyük Taarruz akıllara durgunluk verecek bir hızla ve çok üstün bir başarı ile sonuçlanmıştı. Buna Kuvayı Milliye ruhu denildi; çünkü ölüyorduk dirildik, uçuruma gidiyorduk geri döndük ve Türk milletinin, Türk ordusunun esareti kabul etmeyeceğini tüm dünya gördü, bağımsızlık mücadelesini duydu ve modern Türkiye Cumhuriyeti tanındı.

Devamını Oku