26 Aralık 2024 itibariyle Covid-19 ile mücadelede aşılanan sayısı kişiye ulaştı.
10 Eylül 2023 Pazar
Gümrükten Eşya İthalatında TSE Sonucunu Etkileyecek İşlemler
Ortadoğu'da bahar yaşanacak mı?
Rusya'nın saldırısı meşru mu?
Merkez Bankası'nın Faiz Kararı Ne Olacak?
Gıda atıklarından gübre nasıl üretiliyor?
Enflasyon %20’li Düzeylere İner mi?
1921 Ağustos’u Türk ordusu Sakarya Meydan Muharebesi’nde İtilaf Devletleri’nin büyük ölçüde desteklediği Yunan ordusunu bozguna uğratmış, Yunan güçleri son taarruzlarından ağır bir kayıp ile geri çekilmiş, Türk milleti ordusuyla son savunma savaşını kazanmıştı.
Anadolu’da olduğu kadar uluslararası alanda da TBMM Hükümeti’nin önemli sonuçlara imza attığı bu büyük kazanımın ardından, son noktayı koymayı hedef alan Büyük Önder ve silah arkadaşları hazırlıklara başlamıştı.
Bir taraftan Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal (Tengirşenk) Bey Batılı Devletlerin düşüncelerini ölçmek ve Türk milli davasını Avrupa Kamuoyuna anlatabilmek için Avrupa kentlerini geziyordu. Bir taraftan da Meclis’te Büyük Taarruz’un ön hazırlıkları yapılıyordu. Gazi Mustafa Kemal Paşa Meclis’in 6 Mayıs’ta gerçekleştirdiği gizli oturumda, “düşmanın karşısında bulunan ordumuz başsız bırakılamaz. Bu nedenle Başkumandanlığı bırakmadım, bırakmam, bırakmayacağım” diyerek kendi eseri olan TBMM’nin kararına ilk ve son kez karşı çıkarak süresiz Başkomutanlık yetkilerine sahip olmuştu. Ve artık ordumuzun hazırlıkları hızlanmakta ve savaş planı netleşmekteydi.
Hazırlıklar gizliden gizliye sürdürüyordu çünkü düşmana yapılacakları açık etmemek ve elde çok fazla kaynak olmadığından bir kerede başarıyı sağlamak gerekiyordu. Bu arada taarruz için sabırsızlananlara; “Ordumuzun kararı taarruzdur. Fakat bu taarruzu geciktiriyoruz. Nedeni, bütün hazırlığımızı tamamlamak için biraz daha zaman lâzımdır. Yarım hazırlıkla, yarım tedbirle yapılacak taarruz hiç taarruz etmemekten daha çok fenadır” diyerek cevap veren Mustafa Kemal Paşa gerekenlere gizlice emir vermişti.
Taarruz planı ise çok önce tespit edilmişti, fakat son şeklini Akşehir’deki Batı Cephesi Karargâhı’nda, 28-29 Temmuz 1922 tarihinde üst rütbeli kumandanlarla yapılan toplantıda almıştı. Buna göre Büyük Taarruz Planı genel hatlarıyla şöyleydi: Bir kısım kuvvetlerle cephedeki Yunan kuvvetleri tespit edilirken, asıl taarruz grubuyla Afyon’un güneybatısından yapılacak ve kuşatıcı taarruzla düşman kuzeye atılarak İzmir ile bağlantısı kesilecek ve yok edilecekti. Bu düşmanı kaçırmak için değil, tutup imha etmek esasını içeren bir plandı.
Mustafa Kemal Paşa’nın askeri dehasını gösteren bu eşsiz planda; askeri kaynaklara göre hareket tarzının kuşatıcı olması manevranın etkinliğini çok artırmış, planda baskın prensibinden yararlanmanın ne kadar isabetli olduğu ise bizzat savaş içinde görülmüştü. Ki taarruz anında Yunan komutanları, askerleri ne yapacaklarını bilememişlerdi.
Plan ve taarruz tarihi o kadar gizli tutuluyordu ki, taarruz hazırlıklarını görmek için gittiği cepheyi son teftişini bile Gazi Paşa saklı olarak yapmıştı. Temmuz 27-28 gecesi Fevzi ve İsmet Paşa’lar ile Akşehir’de Batı Cephesi Karargâhı’nda görüşen Mustafa Kemal Paşa bir gece sonra Ordu ve Kolordu Komutanları ile yaptığı gizli toplantıda 26 Ağustos’ta taarruzun yapılacağı bilgisini verir ve hazırlıklar devam eder.
25 Ağustos’u 26 Ağustos’a bağlayan geceyi Yunus Nadi şu sözlerle anlatır; “Ankara’nın taarruzdan hiç mi hiç haberi yoktu. Erkânıharbiye heyetimizin cepheye gittiğini bile kimse bilmiyordu. Başkumandan Ankara’da idi. Taarruza hazırlık işi şöyle dursun, bilâkis 25 Ağustos günü için Çankaya’da Gazi tarafından verilecek mükellef bir çay ziyafetinin haberini gazeteye yazmağa memur ediliyorduk. Bu haberi Recep Bey (Peker) Çankaya’dan bizzat bana telefon ederek bildirdi ve onu itinalı bir yere koymamı bilhassa tavsiye etti…. Neden sonra herkesle beraber biz de öğrendik ki Çankaya’da mükellef çay ziyafetinin verileceği gün ziyafet sahibi olan Başkumandan Akşehir’de Cephe Kumandanı İsmet İnönü’nün karargâhındaydı ve bir gün evvel orada bütün kumandanlarla askerî vaziyetler üzerinde son konuşmalarını yapmış, son emirlerini vermiş bulunuyordu.” Hiç kimsenin beklemediği bir anda taarruz gerçekleşmekteydi.
Plan gereği önce top atışı başladı çünkü bu bir baskındı ve top atışı yaklaşık yarım saat sürdü. Yunan mevzilerinden ateşler yükseliyor ve düşman mevzileri terk edip geri çekiliyordu. Yunan ordusunun terk ettiği mevzilerde bir süre sonra patlamalar başladı. Taarruz ve takip emrini geciktiren Mustafa Kemal Paşa’nın bunu neden yaptığının sebebi anlaşılmıştı. Yunan ordusu, geri çekilirken cephe boyunca mevzilere saatli bombaları yerleştirerek, askerlerimize tuzaklar hazırlamışlardı. Müteakiben süngü hücumu ve ileri top atışı emriyle birlikte Türk ordusu taarruza başladı.
Böylece Türk topçusunun 26 Ağustos sabahı saat 04.30’da ateş açmasıyla başlayan taarruza bir taraftan da Türk süvarilerinin saldırısı eklenince, Yunanlılar mevzilerini terk edip geri çekildiler. 30 Ağustos’ta Türk süvarisinin Dumlupınar yolunu tıkaması sebebiyle çember içine alınan beş Yunan tümeni yenildi ve Türk ordusu Dumlupınar Meydan Muharebesi (30 Ağustos Zaferi)’ni kazandı.
İsmet Paşa’nın “Başkumandan Meydan Muharebesi” adını verdiği bu meydan muharebesinden sağ olarak kurtulabilen Yunan kuvvetleri panik halinde İzmir’e doğru kaçmaya başlamışlardı. Kaçan Yunan güçlerinin İzmir’in doğusunda yeni bir savunma hattı kurmaları ihtimalini ortadan kaldırmak amacıyla, çekilen kuvvetlerin İzmir’e kadar aman verilmeden izlenmesini ve nerede yakalanırsa taarruz edilmesini emreden Başkumandan’ın o ünlü emri geldi.
“Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!”
Kaçarken önlerine çıkan bütün yerleşim bölgelerini yakan ve halkını insafsızca katleden Yunanlıları takip eden Türk ordusu, 4 Eylül’de Alaşehir, Buldan, Kula, Söğüt, 5 Eylülde Bilecik, Bozüyük Simav, Demirci, Ödemiş, Salihli, 6 Eylül’de Balıkesir, 7 Eylül’de Aydın, 8 Eylül’de Kemalpaşa, Manisa, 9 Eylül’de İzmir ve 11 Eylül’de Bursa’yı geri almıştı. 18 Eylül’e kadar olan süre içinde Anadolu’da tek bir Yunan eri kalmadı. Böylece Büyük Taarruz akıllara durgunluk verecek bir hızla ve çok üstün bir başarı ile sonuçlanmıştı. Buna Kuvayı Milliye ruhu denildi; çünkü ölüyorduk dirildik, uçuruma gidiyorduk geri döndük ve Türk milletinin, Türk ordusunun esareti kabul etmeyeceğini tüm dünya gördü, bağımsızlık mücadelesini duydu ve modern Türkiye Cumhuriyeti tanındı.