20 Aralık 2024 itibariyle Covid-19 ile mücadelede aşılanan sayısı kişiye ulaştı.
20 Mart 2024 Çarşamba
Gümrükten Eşya İthalatında TSE Sonucunu Etkileyecek İşlemler
Ortadoğu'da bahar yaşanacak mı?
Rusya'nın saldırısı meşru mu?
Merkez Bankası'nın Faiz Kararı Ne Olacak?
Gıda atıklarından gübre nasıl üretiliyor?
Enflasyon %20’li Düzeylere İner mi?
Günlük hayatımda çok sık yaptığım bir şey, ilgili dönemin mühim şahıslarına zamanda geriye ya da ileriye doğru yolculuk yaptırmaktır. Bu “oyun”u hem kendi adıma oldukça eğlenceli bulurum hem de bana farklı bir bakış açısı kazandırdığına, hayal gücümü geliştirdiğine inanırım. Bugünkü zaman yolcumuz da meşhur filozof Aristo. Neden Aristo. Kendi adıma hayata yönelik anlam arayışı ve bizim sıklıkla, çalışma alanımız olan yönetim ve örgütler disiplininde istifade ettiğimiz katkıları Aristo’yu diğer kıymetli filozofların bir adım önüne taşımıştır benim nezdimde.
Bugün yaşasaydı Aristo neler yapardı acaba?
Senaryomuzda Aristo günümüzde yaşıyor ve bir şirkette “dijital dönüşümden sorumlu direktör” pozisyonunda çalışıyor olsun. Eee malum, hayat şartları yaklaşık 2300 sene öncesine göre çok daha çetin. Bir çoğumuz için çalışmak bir tercih değil, mecburiyet. İlaveten, dijital dönüşümle ilgili birçok meslek de hayatımıza girdi, giriyor. Hayat hikayesinde anlatıldığı gibi, senaryomuzda da evli ve çocuklu olduğunu da varsayalım. Dolayısıyla Aristo ailesinin hayatını idame ettirmek zorunda olan, bir yandan da firmasında dijital fırtınanın etkilerini iliklerine kadar hisseden bir yönetici olsun. Yenice dijital dönüşüme ayak uydurmaya çalışan şirketinde Aristo dijital dönüşüm direktörlüğüne atanmış. Birçok muamma içeren dijital dönüşüm firmada bazı çalışanlarca şüpheyle ve hatta aktif ve pasif dirençle karşılanıyor. Aristo düşüne düşüne en sonunda, retorik silahını kılıfından çıkarması gerektiğine kanaat getiriyor. Peki bu retorik dediğimiz de nedir?
Retoriğin çok kadim bir geçmişi var aslında. Quintilianus gibi birçok kişi retoriği şık söz söyleme sanatı, belagat olarak tanımlamışsa da, Aristo retoriği karşıdakini ikna etme sanatı olarak kavramsallaştırmış. Hayatın merkezinde retorik olduğuna inanmış çünkü onun zamanında insanlar birçok noktada kendi savunmalarını kendileri yapmak zorundalarmış. Örneğin eski Yunan’da, avukatlık mesleğinin yokluğunda, mahkemeye çıkarılan bir kişi, 200 kişilik bir halk jürisinin önünde kendisini müdafaa etmek ve suçsuzluğunu ispatlamak zorunda imiş. Diyeceksiniz ki, aradan 2300 yıl geçmiş, hala retorik önemini muhafaza ediyor mu? Bilimsel manada soruyorsanız, evet, belli bir dönem önemi azalmış olsa da bilim dilin gerçekliği inşa gücünü tekrar hatırladı ve dil (retorik, diskur vb.) tekrar bilimsel çalışmalarda mühim bir figür haline geldi. Yok eğer günlük hayat bağlamında soruyorsanız, bizim de hayatlarımızın merkezinde ikna yok mu sizce de? Eşimizi bizimle evlenmeye, çocuğumuzu yemek yemeye ve uyumaya, arkadaşlarımızı bir sosyal aktiviteye katılmaya, müşterimizi bizden alışveriş yapmaya ya da hakem hocalarımızı makalemizin bilimsel yeterliliği hususunda ikna etmeye uğraşıyoruz. Bunlar, hayatımızda iknaya şiddetle muhtaç olduğumuz durum örneklerinden aklıma bir çırpıda gelen sadece birkaçı. Dolayısıyla hepimiz hayatlarımızda retorik gücü yüksek, iyi birer hatip olmak zorundayız. Çünkü yaşamın merkezinde, özünde ikna var.
Peki iyi de nasıl ikna edeceğiz?
İkna sürecinin elbette Aristo’ya göre bir düzeni var ancak biz burada daha ziyade retorik stratejilerine odaklanacağız. Aristo üç tür retorikten bahsediyor: Ussal (Logos), Duygusal (Pathos) ve Ahlaki (Ethos) retorik. Ussal retorik daha ziyade hatibin karşıdakini bilimle, verilerle, istatistiklerle, rakamlarla vb. aklına hitap ederek ikna ettiği retorik stratejisi. Örneğin hazırladığımız senaryoda dijital dönüşüm direktörü olan Aristo, direnç gösteren çalışanları, dijital dönüşümle ilgili yapılan ve firmaların artan karlarına, verimliliklerine ve düşen maliyetlerine işaret eden bilimsel çalışmalarla ve raporlarla ikna etmeye çalışabilir. Duygusal retorikte ise hatip muhatabının korku, utanç, kızgınlık, kıskançlık vb. duygularını harekete geçirerek onu ikna etme gayretindedir. Örneğin dijital dönüşüm direktörü Aristo; dijital dönüşüme uyum sağlayamayan firmaların rekabet savaşında saf dışı kalacağına dair kuvvetli bir vurguyla, direnç gösteren çalışanların korku ve panik duygularını aktive edebilir. Son olarak ahlaki retorik; etik, gelenekler, hak, adalet, ahlak, toplumsal çıkarlar vb. noktalara odaklanır. Firmaların ve nihayetinde ülkelerin dijital dönüşüm düzeyleri ile refah ve kalkınma seviyesinde kurulacak bağlantılar bu tür retoriği hareket geçirebilir. Veya dijital dönüşümün daha adil ve eşitlikçi bir dünya yaratacağına inanıyor ve bunu dile getiriyorsanız, evet, işte bu da bir ahlaki retorik misali.
Dijital dönüşümü bir süreç olarak görürsek, planlama safhasının mühim ayaklarından bir tanesi de risk analizi. Çalışanların dijital dönüşüme gösterilebileceği direnç de mühim risk kaynaklarından bir tanesi aslında. Bu direnci faydalı bir seviyeye çekebilmek önemli. Bakın, direnci tamamen bastırmaktan bahsetmiyorum. Çünkü firma içerisinde hiç direncin ya da muhalefetin olmaması da firma açısından pek de istenir bir durum değil. Çünkü dozunda bir direnç aslında firma açısından bir kontrol mekanizması, bir nevi fren pedalı. Peki direnci istenir seviyeye nasıl çekeceğiz? Bunun için elbette birçok taktik var. Ancak belki de en önemli enstrümanlardan bir tanesi de firmanın üst yönetiminin ve dijital dönüşüm direktörünün muktedir bir hatip olmaları ve retoriği mahirce kullanıp karşıdakini ikna etmeleri. Dijital dönüşüme gösterilen dirençle nasıl başa çıkacağına henüz karar verememiş dijital dönüşüm direktörlerimiz çağrım size. Denemeye ne dersiniz?