18 Aralık 2024 itibariyle Covid-19 ile mücadelede aşılanan sayısı kişiye ulaştı.
20 Mart 2024 Çarşamba
Gümrükten Eşya İthalatında TSE Sonucunu Etkileyecek İşlemler
Ortadoğu'da bahar yaşanacak mı?
Rusya'nın saldırısı meşru mu?
Merkez Bankası'nın Faiz Kararı Ne Olacak?
Gıda atıklarından gübre nasıl üretiliyor?
Enflasyon %20’li Düzeylere İner mi?
“Son Samuray”, 2003 senesinde yönetmen Edward Zwick tarafından kameraya alınmış, müzikleri efsanevi besteci Hans Zimmer tarafından bestelenmiş, büyüleyici bir filmdir. Kısaca filmin hikayesi, 19. yy’da Japonya’da birçok alanda reformların yapıldığı Meiji restorasyonu döneminde, Japon ordusunu modernize etmek üzere ülkeye davet edilen ve kanımca çok başarılı biçimde Tom Cruise tarafından canlandırılan Amerikalı Yüzbaşı Nathan Algren etrafında gelişir. Yüzbaşı biraz kendisine teklif edilen ücretin cazibesiyle ama belki de daha ziyade, içine düştüğü alkol batağı ve psikolojik problemlerine merhem olacağı umuduyla kendisine teklif edilen işi derhal kabul eder. Komuta ettiği imparatorluk askerleri ile kendisine imparatorun düşmanları olarak tanıtılan samuraylar arasındaki bir muharebe neticesinde tutsak düşüşü sonrasında, samurayların arasında yaşarken onların yaşam felsefesini idrak etme şansı bulur. Aslında samuraylara ilişkin gerçek daha önce kendisine sunulandan oldukça farklıdır. O dakikadan sonra Yüzbaşı Algren giyim-kuşam tarzıyla, ama daha da mühimi hayata bakışıyla tam bir samuraydır.
Bu ilham verici filmin yazımı ilgilendiren kısmı filmde geçen felsefi bir diyalog. Yüzbaşı bir yandan samurayları anlamaya çalışırken, bir yandan da onların hayranlıkla takip ettiği dövüş/savaş eğitimlerinden istifade etmek ister. Samuraylar zamanla günlük idmanlarına yavaş yavaş kendilerinden kabul etmeye başladıkları yüzbaşıyı da dahil etme lütfunda bulunurlar. İlk zamanlarda yüzbaşı, idmanlarda başarısız olmakta ve karşısındaki hasmından, deyim yerindeyse bir araba dolusu dayak yemektedir. Bir gün, kendisini izleyen bir samuray artık dayanamaz ve yanına gelerek eksik İngilizce’siyle “Çok fazla düşünce…Düşünce kılıç, düşünce izleyenler, düşünce düşman. Çok fazla düşünce!…Hiç düşünce!” der. Samuray, Yüzbaşı Algren’in idmanlarda karşısındaki samuraya üstünlük sağlayamamasını çok fazla düşünmesine ve neticesinde, atik rakibi karşısında yavaş kalmasına bağlamaktadır.
Bugünlerde hayatımızın her yakasında olduğu gibi iş hayatında da hız neredeyse bir “fetiş” haline gelmiş vaziyette. Her ne kadar ne manaya geldiği hala tartışmalıysa da, çevikliği süratli olmakla özdeşleştirirsek, çeviklik kutsanmış vaziyette. Ürünü geliştirirken, üretirken, teslim ederken, hülasa her safhada çeviklik. Bilimsel araştırma bulguları da sıklıkla çeviklik kabiliyetinin firmaların operasyonel ve finansal performanslarını arttırdığı iddiasını destekliyor gibi görünüyor. Peki çevik olmanın, bu baş döndürücü hızın firmalar açısından hiç mi menfi tarafı yok?. Olmaz mı?. Her ne kadar sayıları çevik olmanın firmalara olan katkılarına odaklanan çalışmalar kadar çok değilse de “çevikliğin karanlık yüzü”ne odaklanan araştırmalar da mevcut. Örneğin; bir Fortune 500 firmasında çevik takımlarla yürütülen bir çalışma çevik felsefe esasına göre çalıştırılan takımlarda çalışma arkadaşı baskısının had safhada olduğunu, bu durumun da takımların yenilik performansını sekteye uğrattığını bulgulamış. Dolayısıyla haddinden fazla hızlı olmak da pek ala firmalara ve daha da ötesinde, insana zarar verebilir.
Bu noktada aklıma Latince bir tabir olan “Festina Lente” geliyor, yani “Yavaş Yavaş Acele Et”. Anlaşılabileceği gibi yavaş olmak ile hızlı olmak arasında dengeyi yakalamanın önemine dikkat çeken bir kavram “Festina Lente”. Kanımca, bu dönemde, filmdeki repliği kullanırsak “çok düşünce” ile “hiç düşünce” arasında optimal noktayı yakalayan firmalar farkı yaratanlar olacak. İyi bir hafta dilerim.