26 Aralık 2024 itibariyle Covid-19 ile mücadelede aşılanan sayısı kişiye ulaştı.
20 Mart 2024 Çarşamba
Gümrükten Eşya İthalatında TSE Sonucunu Etkileyecek İşlemler
Ortadoğu'da bahar yaşanacak mı?
Rusya'nın saldırısı meşru mu?
Merkez Bankası'nın Faiz Kararı Ne Olacak?
Gıda atıklarından gübre nasıl üretiliyor?
Enflasyon %20’li Düzeylere İner mi?
Cumhuriyet Gazetesi yazarlarından sayın Ali Haydar Nergis’in köşe yazısını okurken birden zihnimde güzel anılarım canlandı. Nergis akıcı yazısında, İsveç’te çokça yetiştirilen ve bir kısmı da toplanamayan elma, armut, erik gibi meyvelerin sonbaharda çürüyüp, fermente olduklarından ve bu meyveleri tüketen geyiklerin, onlarla iç içe yaşayan İsveç halkına bazı güçlükler çıkarabildiklerinden bahsediyordu.
2017 yılında, ülkemizin kıymetli kurumlarından TÜBİTAK’ın 2219 doktora sonrası yurtdışı araştırma bursuyla İsveç’in Göteborg Üniversitesi’ne gittiğimizde, daha ilk haftadan, geyiklerin İsveç’te günlük yaşamın bir parçası olduğunu idrak etmiştik. Göteborg’da kaldığımız öğrenci yurdunun zemin katındaki dairemizde oturma odasında televizyon seyrederken, aniden bir geyiğin penceremize yaklaştığını fark edip bir süre inanamamış ve kendimizi bir doğa belgeselinin içerisindeymiş gibi hissetmiştik. Yine ilerleyen günlerde, bir gün eşim Filiz Hoca’yla araştırma yaptığımız enstitüden ayrıldığımız akşam saatlerinde, trafikte İsveç için hiç de alışageldik olmayan bir hareketlilik gözlemledik. Siren sesleri, teyakkuza geçmiş polisler vb. Akşam, sıkıntının polisin şehri çevreleyen ormanlardan şehre inen ve trafiği felç eden geyikleri onlara zarar vermeden yaşam alanlarına dönmeye ikna çabalarından kaynaklandığını anlamıştık. Dolayısıyla İsveç, her ne kadar son dönemlerde göçmenlerin entegrasyonundan kaynaklı bazı problemlerle mücadele ediyorsa da, ekseriyetle huzurlu, sakin bir ülkedir. Belki de haddinden fazla sakin. Çünkü enstitüden bazı İsveçli meslektaşlarımızın Göteborg’un fazlaca sakin hayatından şikayetçi olduklarını, biraz hareket hiç de fena olmazdı dediklerini de işitmiştik. Dolayısıyla bazen dışarıdan çok müspet gibi görünen bir durum, “dışı seni, içi beni yakar” misali, yaşayanlar açısından mutlak anlamda olumlu da olmayabilir.
Bazen de, günlük hayatta veya iş yaşamında, bir dertmiş gibi görünen durumlar aslında zannedildiği kadar menfi olmayabilir. Bu noktada Boğaziçi Üniversitesi İ.İ.B.F.’den Prof.Dr. Özlem Öz’ün 2001 ve 2002 yılında yayınladığı iki çok kıymetli çalışma aklıma geliyor hemen. Bu makalelerde, Öz birçok soruya cevap arıyor ancak temelde muhtelif Türk endüstrileri (bilhassa inşaat sektörü) “Porter’ın Elmas Modeli”ne göre uluslararası piyasalarda bir rekabet gücüne sahipler mi ve o zamana dek genelde gelişmiş ülkelerde test edilen model Türkiye bağlamında da geçerliliğini koruyor mu sorularına odaklanıyor. Araştırmanın sorularına cevap verebilmek adına, çalışmanın veri toplama kısmında muhtelif araçlardan faydalanılmış. Bunlardan bir tanesi de yöneticilerle yürütülen görüşmeler. Görüşülen yöneticilerden biri, Türkiye’de o dönemdeki bürokratik süreçlerin firmaları fazlaca yorduğundan ancak bu durumun bir yandan da Türk firmalarına ilginç bir rekabet avantajı yarattığından bahsediyor. Yöneticiye göre, firmalarımız Türkiye’deki çetin bürokratik işlemlerden idmanlı oldukları için, uluslararası arenada bürokratik işlemlerin çetrefilli olduğu piyasalara girdiklerinde, psikolojik mukavemetleri daha yüksek oluyor, zorluklar karşısında hemen yılmıyorlardı. Öte yandan, ağır işleyen bürokratik çarklara daha önce maruz kalmamış yabancı rakipler ise bu piyasalarda afallıyor ve nasıl hareket edeceklerini bilemiyorlardı. Dolayısıyla, o dönemde ülke içinde kaplumbağa hızında işleyen bürokratik kanallar beklenmedik biçimde yöneticilerin psikolojik sermayelerinin güçlenmesine vesile olmuş. Dolayısıyla hayatımızda her dert gibi görünen de aslında pirüdert olmayabilir.
Ah şu hayat bizlere keşke hep dikensiz güller sunsa. Ama bilindiği gibi maalesef böyle olmuyor. Sanki mühim olan, yaşadığımız sıkıntılara, dertlere mütemadiyen söylenmek yerine (size bir itiraf, zaman zaman ben de böyle yapıyorum), yaşadıklarımızdan nasıl dersler çıkarabilirizi düşünmek gibi. Tabii bu söylediklerimin meali, sıkıntıları ve dertleri azaltmak için gayret sarf etmeyelim değil. Elbette, mümkünse dertleri, tasaları asgarileştirmek için elimizden geleni yapalım. Sadece şunu anlatmaya çalışıyorum: Bazı sıkıntılar yaşamışssak bu bizleri atalete sürüklemesin, aksine sıkıntıları enerjiye nasıl dönüştürebilirizi düşünelim. Tıpkı zamanında iş yaparken karşılaştıkları bürokratik engelleri psikolojik mukavemete dönüştüren Türk yöneticiler gibi. Mümkünse dertsiz, tasasız ancak değilse yaşadığımız sıkıntılardan öğrendiğimiz bir hafta dilerim.